Gayretleri dağıtmıyor muyuz?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Mustafa AŞULA / Emekli Büyükelçi

Son günlerde basında dışişleriyle ilgili çok haber ve yoruma rastlıyorum. Yazar ve muhabirlerimiz artık eskisi gibi, dışişleri memurunu az çalışan fakat elinde viski bardağıyla çok eğlenen birileri olarak göstermiyorlar. Zaman içinde gerçeğin nihayet anlaşılması doğrusu sevindirici.

Şimdilerde buna karşın, dış politikanın hedefleri ve dayandığı stratejiler kamuda konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Yani bir bakıma, dışişleri kararlarına doğru zeminler oluşturacak kamu diplomasisi uygulamasına geçildi. Bu hepsinden daha memnuniyet verici. Zira, dışişleri sadece dış siyaseti ilgilendirmiyor;  uluslararası işbirliği de, ekonomi de ve iç siyaset de dış karar ve uygulamaların  yakın etkileşimi altında bulunuyor. Başlıca bu nedenle, dış siyaset kararları aceleye gelecek nitelikte kararlar olmamalıdır. Gayretler ülkenin temel çıkarlarını korurken, yapılabilirlik açısından da  geçerli uluslararası koşul ve ögeleri de gözetmek durumundadır. Aksi halde zaman içinde tamir ve tashihe  muhtaç birçok sorunla karşı karşıya kalmak kaçınılmaz hale gelebilir.

Türkiyemiz, dağılan Osmanlı İmparatorluğu sonrası kurulan ulus devletlerden biri ve en büyüğü. Orta Doğu'da, Balkanlar'da, Kuzey Afrika'da da birçok ulus devlet ortaya çıkmıştır. Bunlara, Sovyetlerin dağılması sonucu bağımsızlıklarına kavuşan Orta Asya ülkelerini de ilave ettiğimizde, doğrusu liderlik duygularımız kabarıyor ve bu insiyak ile hemen bir topluluk kurmak hevesine kapılıyoruz.

Gönül isterdi ki, böylesi bir misyona biz kendiliğimizden talip olacağımıza, topluluk olarak gördüğümüz camianın üyeleri bizi davet etmiş olsalardı. Oysa ki, halihazır durum bizim hayal ettiğimizden çok farklı.

Topluluğu oluşturacak ve devamını sağlayacak temel unsurlara baktığımızda, bunların öncelikle tarih ve kültür birlikteliği yanında, temel iktisadi, sosyal ve siyasi çıkarlar olduğunu görüyoruz. Böylesi birleştirici bir çimento yoksa, binalar yerine şatolar da kurmaya kalksak, bu hem inandırıcı ve hem de kalıcı olamaz.

Orta Doğu ve Balkanlar'dan önce, her anlamda çok yakın olduğumuz Orta Asya'ya bakalım; Bu coğrafyada başlangıçta emsalsiz bir ayrıcalığa sahiptik. Ülkeler yeni ortaya çıkmış olmanın bilinen zorlukları içinde bizi adeta bir meşihat kapısı olarak gördüler ve ilk melce olarak bizim kapımızı çaldılar. 1991'den sonra ilk on sene böyle geçti. Bizden, siyasette ve iktisatta modernizasyon ve piyasa ekonomisi model ve öğretileri yanında, ekonomik ve mali yardımlar beklediler, okullaşmada inisiyatifi neredeyse bize bıraktılar. Biz ise, mütevazi sayılacak düzeydeki Eximbank kredileriyle açılan bir kaç inşaat ihalesini bu müstesna fırsatlara tercih ettik. Orta Asyalılar sahip oldukları üstün yeraltı ve üstü kaynaklarını ekonomiye dönüştürmek adına zaman içinde Çin, İran ve Kore yanında, Batı'ya yaklaştılar ve bundan da peyderpey sonuç almaya başladılar. Biz de buralarda hergün biraz daha sıralamanın gerilerine düştük. Topluluk kuracak idiysek, önce bu tarifsiz fırsatı neden yok yere heba ettik?    

Kendine özgü yerleşik düzeni, ötedenberi bilinen yöntemlerle sürdüren bir Orta Doğu, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve serbest seçimlerle siyasi iktidar değişikliği gibi değerlerle tanımlanan Türkiyeyi gönüllü olarak emsal alabilir mi?

Hele İsrail'e yönelik siyasetinizde, konjonktürel bazı varyasyonlar dışında, esasta bir değişiklik yoksa.

Yugoslavya'nın dağılmasından ve özellikle Bosna Hersek ve Kosova savaşlarından sonra siyasi arenaya katılan Balkanların yeni figürleri herşeyden evvel Avrupa Birliği camiasına dahil olmanın yoğun ve kısmen de başarılı gayreti içindeyken, Türkiye'nin liderliğindeki bir toplulukta yer almakta uzun vadeli ne gibi yararlar görebilirler? Bir de çevrelerindeki Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan bile birlik içinde söz sahibi iken, daha henüz aday bir ülke ile neden ittifak yapsınlar?

Unutmamalıyız ki, topluluk düşüncesini değil kuvveden fiile çıkarmak, lafzen dillendirmek bile ürkütücü sonuçlar doğurabilir. Buna hazırlıklı mıyız? Faydasından çok zararı olacağı aşikar bir egzersizin içine girerek, hem zaman kaybedecek ve hem de ilgili ülkeler ve halklar meyanında, uluslararası siyasetin belirleyici aktörlerini de yok yere karşımıza almış olacağız. Bu nedenle, dış politikayı hevesler değil, gerçekler belirlemelidir.