Geleneksel muharrem iftarı gerçekleştirildi

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, "Bugün bize düşen Kerbela'nın acısından, kederinden Müslümanların arasındaki birliği, beraberliği, kardeşliği, barışı yeniden ayağa kaldırmaktır" dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

ANKARA - Dünya Ehl-i Beyt Vakfınca Rixos Grand Otel'de düzenlenen geleneksel muharrem ayı iftarına, TBMM Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Yargıtay Başkanı Ali Alkan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, AK Parti Grup Başkanvekili Salih Kapusuz, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, AK Parti Siyasi  ve Hukuk İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Abdulkadir Aksu, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, DSP Genel Başkanı Masum Türker, Hür Dava Partisi Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve bazı sendika temsilcileri de katıldı. 

Sema gösterisinin yapıldığı yemek öncesinde, Kur'an-ı Kerim ve yemek duası da okundu. 

''Muharrem denildiğinde bir keder, acı hissedilir''

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, yemek sonrası yaptığı konuşmada, "muharrem" denildiği zaman İslam tarihinde pek çok hadisenin içinde vuku bulduğu ve bütün müminleri ilgilendiren çok önemli hadiselerin olduğunu söyledi.  

"Muharrem' denildiği zaman aynı zamanda iman bulunan bütün yüreklerde bir hüzün, bir keder, bir acı hissedilir" diyen Görmez, Hz. Hüseyin ve beraberinde bulunan içinde küçük çocukların, kadınların, erkeklerin, yaşlıların olduğu 70 büyük insanın çok acı bir şekilde bir katliama uğradığını dile getirdi.  

Görmez, bu hüzün, elem ve kederin kalbinde iman olan bütün insanların mezhebi, dini, kültürü ne olursa olsun yeryüzünde "ben Müslümanım" diyen bütün insanların ortak hüznü ve kederi olduğunu vurguladı. 

"Kerbela, sadece keder duyulacak bir konu değil"

Anadolu topraklarındaki her evde bir Hasan, Hüseyin, Ali ve bir Fatma bulunduğunu ve bu acının herkesin ortak hüznü olduğunu belirten Görmez, şunları söyledi: 

"Bugün aslında Kerbala'yı, Kerbela üzerinden bir ayrılık oluşturmak, müminler topluluğuna yakışmaz. Bugün Müslüman toplumuna düşen Kerbela'yı doğru okumak ve anlamaktır. Kerbela, sadece bir efsane, bir mitoloji, sadece hüzün ve keder duyulacak bir konu değildir. Kerbela'yı bugün evrenselleştirmek gerekiyorsa Kerbela'yı doğru anlamanın yolu Hz. Hüseyin'i doğru anlamaktır.  

Hepimiz şahit oluyoruz son 10 yıllarda İslam toplumu Şii'siyle Sünni'siyle, Alevi'siyle, Caferisi'yle mezhebi ne olursa olsun bugün Kerbela'yı hala doğru anlamadığımızı, doğru okumadığımzı, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarını doğru okumadığımızı ve anlamadığımızı ortaya koyuyor. Onun içindir ki etrafımızda nice Kerbelalar yaşanıyor. Bugün İslam medeniyetinin 3 büyük başkentinden ateşler yükseliyor. Bağdat'tan, Şam'dan, Kahire'den." 

"Yeni Kerbelaların yaşanmaması için...."

Görmez, Irak'ta son iki yılda ortalama ayda bin insanın boş yere hayatını kaybettiğini ve ilk defa Müslümanların birbirlerinin cami ve mabetlerine saldırarak, Kerbela'dan ne kadar uzak olduklarını ortaya koyduklarına işaret etti.  

"Bugün, Kerbela'yı hüzünle yad eden müminler topluluğuna düşen nedir?" diyen Görmez, şunları kaydetti:  

"Hz. Hüseyin'i sevgiyle yad eden müminler topluluğuna düşen vazife nedir? Bugün hepimize düşen en büyük vazife, Hz. Hüseyin'in sevgisinden, muhabbetinden Müslümanların birliğine ve beraberliğine devşirmektir. Bugün bize düşen Kerbela'nın acısından, kederinden Müslümanların arasındaki birliği, beraberliği, kardeşliği, sevgiyi, barışı yeniden ayağa kaldırmaktır. Bunu ayağa kaldırdığımızda ancak Kerbela'yı doğru anlamış oluruz. Yeni Kerbelaların yaşanmaması için ortak bir dile ihtiyaç vardır. Yeni Kerbelaların yaşanmaması için yüreklerimizi birleştirmeye, birbirimize gönül kapımızı açmaya ihtiyacımız vardır. Yeni Kerbelaların yaşanmaması için inancı ve düşüncesi ne olursa olsun, hangi mezhepten olursa olsun bu topraklarda, herkesin kendi inanacını istediği şekilde başka birisinin tarifine ihtiyaç duymadan özgürce yaşamanın önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmaktır."    

''Alevi, Sünni sorunu yok''

Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, Kerbela vakasının 1333. yılının olduğunu belirterek ''Büyük bela sadece bir katliam değil, aynı zamanda insanlığın ders alması gereken çok tarihi bir olaydır'' dedi. 

Kerbela'nın bugüne kadar belli bir inancın yas günü gibi algılandığını ancak her geçen gün bütün Müslümanların bunun ortak bir değer olduğunda buluştuğunu dile getiren Altun, ortak değerlerin nesillere öğretilmesinin önemine işaret etti. 

Sistemde bazı sorunların olduğunu ifade eden Altun, ''Alevi, Sünni sorunu yoktur. Cami, cemevi sorunu yoktur. Sistemden kaynaklanan sorunlar vardır'' ifadesini kullandı. 

Din ve vicdan özgürlüğünün en iyi şekilde yaşanması gerektiğini belirten Altun, bunun için engellerin kaldırılması gerektiğini söyledi.  

Altun, manevi değerlerin doğru bilinmesi gerektiğini, ortak değerlerin birliği güçlendirdiğini vurguladı. 

Haşim Kılıç

[PAGE]

Haşim Kılıç

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, bu ayın aynı zamanda Kerbela'da yaşanan acının zulmün, gözyaşının ve vahşetin sel olduğu bir dönemin hatırlandığı bir ay olduğunu belirterek, kutsal ayın herkese kutlu olmasını diledi. 

Allah'ın insanoğlunu sayısız farklılıklarla ve güzelliklerle yarattığını, aklını özgür kıldığını, ona özerklik tanıdığını belirten Kılıç, farklılığın doğurduğu rekabet, aklın özerkliği ile buluşunca insanoğlunun amansız bir sınavın da muhatabı olduğunu vurguladı. 

İnsanlık tarihinin bu sınavın bazen acı sonuçlarıyla bazen de tarifi imkansız güzellikleriyle dolu bulunduğunu ifade eden Kılıç, Kerbela'da yaşananların da bu sınavın en hazin örneklerinden biri ve insanlığın utanç tablosu olduğunu vurguladı. 

Bu olayın gönüllerde ve kalplerde bıraktığı acı izlerin onaylanmayan bir tarih bilinci de doğmasını beraberinde getirdiğine değinen Kılıç, şöyle devam etti: 

''İnançlar, ideoloji haline dönüştürüldü. Hiçbir araştırma ve bilgilenmeye dayanmadan, duygusal önyargılarla inanç sahiplerini birbirini ötekileştirmek için var gücüyle çalıştı. Kutuplaştık ve bu konuda alabildiğine derinleşerek kin ve nefretin beslediği bir tarih bilinci yarattık. Düşüncelerimize ve inançlarımıza tarihsel kesinlik kazandırarak konuşmadan birbirimizi ötekileştirdik. Vicdanlar sağır ve dilsiz kılındı. Sevgi ve hoşgörü üretilemediği için birbirimize ulaşamadık. Oysa Allah, gönülleri kin ve nefretin evi olarak değil; sevginin, merhametin ve tüm güzelliklerin mekanı olarak yaratmıştı. Gönüller bu tarihi sarmalın işgali altındadır. Yürekleri ve inançları bu işgalden kurtarmadıkça girdiğimiz insanlık sınavından başarıyla çıkamayacağız.'' 

''İnsanlık onuru ağır yara aldı'' 

Başkan Kılıç, dünyada hızlanan dini ve mezhebi farklılıkların çok ama çok ciddi ayrışmalara, kaygı verici fay hatlarının oluşmasına yol açtığını işaret ederek, oluşan nefret söyleminin eyleme dönüşerek insanlık onurunun ağır yara aldığını vurguladı. 

Dünyadaki İslam coğrafyasına bakıldığında mezhebi farklılık nedeniyle ölüm kusan silahları, camilerde, kilislerde, ibadethanelerde patlayan bombaları İslam inancının onaylamasının asla düşünülemeyeceğini dile getiren Kılıç, ''Bir insanı öldüreni tüm insanlığı öldürmüş gibi kabul eden bir öğretiyle bu vahşeti izah etmek mümkün değildir. Hangi amaç, hangi siyaset, hangi kutsal düşünceler İslam aleminde yaşanan bu sefaletin haklı sebebi olabilir. Bu vahşeti sergileyenlerin hangi cennete gireceklerini doğrusu merak ediyorum'' diye konuştu. 

Bir damla petrolün, insandan daha üstün olduğu ve hiçbir insani değer tanımayan bir sürecin yaşandığına dikkati çeken Kılıç, İslam dünyasında yaşanan bu sürecin aktörlerinin, küresel çapta uygulamaya konulan ''İslam dinini itibarsızlaştırma" operasyonunu gerçekleştirdiklerini söyledi. 

''Üzücü olan Müslüman dünyasının ve idarecilerinin bu projenin uygulanmasına imkan veren iklime zemin hazırlamasıdır'' diyen Kılıç, bu kutsal günlerin İslam coğrafyasında yaşanan ölümlerin ve göz yaşlarının sona ermesine vesile olmasını diledi.  

''Cinneti cennete dönüştürmenin erdemine ulaşmalıyız'' 

Kılıç, sevgi başta olmak üzere insani değerlerin gücünü esas almadan poziitif hukuk kurallarının topluma onurlu bir hayat sunmasının düşünülemeyeceğini dile getirdi. Hukukun dönüştürücü, ikna ve caydırıcı gücünün bu gerçekte yoğunlaştığını belirten Kılıç, şöyle konuştu: 

''Devletin toplumu ideolijik bir eğitimden geçirerek bu değerlere ulaşmamız mümkün olmamıştır. Önerilen bu evrensel değerlerin gücü ve etkisi insanlığın gönül birliği ve bütünlüğünü kurabilecek en önemli kaynaktır diyebiliriz. Devlete düşen görev, ırk, renk, din, mezhep farkı gözetmeden insan olma onuruna sahip herkese bu kaynakları sunabilmektir. Bizler sevginin özgürleştirici, kin ve nefretin tutsaklık olduğunu bir medeniyetin sahipleriyiz. Bu gücümüzü kullanarak yaşadığımız cinneti cennete dönüştürmenin erdemine ulaşmalıyız.'' 

Özgürlükleri uğruna gözyaşı döken toplum kesimlerini küçük özgürlük rüşvetleriyle oyalama politikalarının gelecekte maliyeti çok yüksek sosyal olayların yaşanmasına sebep olacağına dikkati çeken Kılıç, ''İnsan onurunun zorunlu kıldığı özgürlükler hiçbir hesap yapılmadan ilgisine ulaştırılmalıdır. Sevgiye ve inançlara meydan okuyanların galibiyetine tarih şahitlik etmiyor. Bu tarihi gerçek bize şu cümlenin altını çizdiriyor; (İnsanların sevdiklerine ve inandıklarına karışmayın)'' değerlendirmesinde bulundu. 

''Keşke Anayasa Mahkemesi tedavi edebilseydi'' 

Haşim Kılıç, laiklik anlayışının çağdaş ve evrensel ölçülere doğru hızla dönüşmesinin sorunların çözümünü kolaylaştırdığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: 

''İnançlar karşısında eşit uzaklıkta duran bir devlet anlayışı yerine, eşit yakınlıkta duran bir devlet anlayışı hakim oluyor. İmkansızlıkta ya da yasaklarda eşitlik değil, imkanların ve özgürlüklerin eşit ve adil dağıtımının hakim olduğu pozitif bir devlet reflkesi gelişiyor. Kalp sınırlarının dışına çıkması yasak olan inançlar yerine hayatın içine girmiş bireysel inançların özgürlük alanları genişletiliyor. Geçmişte inanç ve ifade özgürlüklerini savunanlar çok ağır bedeller ödedi ve ödemeye devam ediyorlar. Öyle ki TBMM'ye başörtüsü ile giren bir milletvekili devlete meydan okumakla itham edilerek, Meclisten kovuldu ve yüzlerce milletvekiline sahip olan partisi kapatılmakla cezalandırıldı. 

Daha yakın bir zamanda inanç ve öğrenim özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak için TBMM'de 410 milletvekilinin yapmak istediği anayasa değişikliği, 336 milletvekiline sahip olan bir siyasi partini kapatılması için delil olarak mahkemeye sunuldu ve parti kapatılmaktan kıl payı kurtuldu. Bunları şunun için söylüyorum. İnandığı dinsel değerleri değiştirmek için, ikna odalarında gençleri ikna edemeyenleri toplum ikna ederek yaşanan utanç sayfalarını kapatmıştır. Geçmişti demokratik hayatın ağır yara almasına sebep olan bu olayların sonuçlarını keşke Anayasa Mahkemesi tedavi edebilseydi.'' 

''TBMM'de yaşanan güzelliklerin onurunu tattıran...'' 

Geçen hafta TBMM'de yaşanan güzelliklerin onurunu tattıran bütün milletvekillerini ve siyasi partileri kutlayıp, onlara şükranlarını sunan Kılıç, şunları söyledi: 

''Aynı anlayışın hangi inanç ve düşünceye sahip olursa olsun, terör ve şiddeti çağırmayan, ona bulaşmayan, tüm inanç ve ifade özgürlüklerinin önündeki engellerin kaldırılması için sürdürmelerini, yürekten diliyorum. İnanmasak da başkalarının hak ve özgürlük sorunlarına sahip çıkmayı, insan olma onurunu taşımanın gereği olarak kabul ediyoruz.  

Bu bağlamda Hz. Ali sevgisine yoğunlaşan Alevi vatandaşlarımızın inanç ve sevgilerini icra etmek istedikleri mekanların sorunları devletin inançlar karşısında eşit yakınlık anlayışı içinde acilen çözülmelidir. Ayrıca bu inancın esasları bilinç altındaki tarihi hatalardan arındırılarak ayrışmayı ortadan kaldıracak bir anlayışla toplumun bilgisine sunulmalıdır.'' 

Haşim Kılıç, çağımızda hak ve özgürlüklerin artık bir lütuf ya da bağış olmaktan çıktığını, sahibine teslim edilmesi gereken bir zorunluluk haline geldiğini vurguladı. 

''Herkesin kendi doğrularını ve kırmızı çizgilerini sorgulama zamanıdır'' 

Farklılık ve çeşitliliğin tehlikeli gelişme olarak nitelendiği sürece özgürlük alanlarının genişletilemeyeceğine işaret eden Kılıç, şu değerlendirmelerde bulundu: 

''Dini, ırkı, mezhebi ya da herhangi bir ideolojinin mensupları kendi dışındakilere ev sahibi edasıyla duruş sergileme hakkına sahip değildir. Hangi farklılığın mensubu olursa olsun bu topraklarda yaşayan 76 milyonun her ferdi bu ülkenin gerçek ev sahibidir. Biz bütün farklılıkların kandilleri değişik olsa da yansıyan ışıklarının aynı olduğuna inanıyoruz. Toplumun yüreğinde ve gönüllerinde oluşan sorunlara ancak bu anlayışla çözebiliriz. Herkesin kendi doğrularını ve kırmızı çizgilerini sorgulama zamanıdır. Ayrışmaya yol açan bir tarih bilincinin sorgulanması ve temizlenmesi bir arada yaşama irademize güç katacaktır. 

Din, mezhep, felsefe, hukuk, kültür, sanat, bilgi, ekonomi her neyse bütün bunlar insanlık onurunu yüceltiyorsa azizdir, kutsaldır, saygı değerdir. Bu evrensel değere katkısı olmayan inanç ve düşüncelerin itabarlı olduğundan söz edilemez. Farklılıkların da Allah tarafından yaratıldığı bilincini gözeterek, sahiplerine saklanmadan, çekinmeden, utanmadan, özgürce yaşayabileceği bir iklimi sağlamak hepimizin insanlık görevidir.  

Son söz olarak diyeceğim odur ki, hangi inancın, hangi düşüncenin mensubu olursa olsun Hrant Dink'in deyimiyle 'güvercin ürkekliği' içinde yaşamaya mahkum edilmesi zalimliktir.'' 

"Hüzün ve sevinç bir arada"

[PAGE]

"Hüzün ve sevinç bir arada"

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Rixos Otel'de Dünya Ehl-i Beyt Vakfınca düzenlenen geleneksel muharrem ayı iftar yemeğindeki konuşmasında, muharrem ayının Aleviler ve Sünniler için ortak bir ay olduğunu ve bu ayda hüznün ve sevincin birlikte yaşandığını söyledi. 

Muharrem ayının sadece bir ibadet ayı olmadığının altını çizen Çiçek, bu ayda Hz. Muhammed'in karanlığı terk edip aydınlığa intikal ettiğini vurguladı. Çiçek, muharrem ayının barış ve bereket ayı olduğu halde küslerin barıştığı, kırgınlıkların affedilmesi için bir fırsat olduğunu da ifade etti.  

Günümüzdeki İslam dünyasının, muharrem ayının anlamından ve mesajından çok uzak olduğuna işaret eden Çiçek, "Müslümanlar, birbirlerinin mabetlerini bombalamaya devam ediyor. Nerede İslam dünyası varsa orada kan, gözyaşı var, fitne var, fesat var. Bütün Müslümanlar bu olumsuz tablo karşısında töhmet altında bırakılıyor. Farklı hırsına yenilen insanların, neler yapılabileceğini ve örneklerini günümüzde de görmeye devam ediyoruz" değerlendirmesinde bulundu.  

"Hz. Ali'nin evlatlarının masumiyeti ortadadır" 

"O gün dökülen kan, bugün de gözümüzden yaş olarak süzülmektedir" diyen Çiçek, şunları söyledi:  

"14 yüzyıl önce meydana gelen bu elim olay, İslam dünyasında ayrışmaya neden olmuştur. Bu ayrışma nedeniyle Müslümanlar, bütün enerjilerini özellkle geçmişte ve günümüzde birçok İslam ülkesinde birbirlerine karşı harcamak zorunda bırakılmıştır. Hz. Muhammed'in kardeşlik bağlarıyla birbirlerine bağladığı insanların arasına vefatının arasından yarım asır geçmeden geleneksel alışkanlıklar girmiştir. Bugün bu vahşeti savunacak kimse olduğunu düşünmüyorum. Zira Hz. Ali'nin evlatlarının masumiyeti ortadadır. Türk milleti olarak kendi evlatlarına Ali, Hasan, Hüseyin ve benzeri isimleri vererek bu olayda hangi tarafta olduğunu kendi vicdanında, gönlünde, kalbinde tartarak hangi tarafta olduğunu açıkça ortaya koymuştur. 

Bizim insanımız arasında Yezit ismi yoktur ama camilerimizde Hz. Ali de vardır, Hz. Hüseyin de yazılıdır, Hz. Hasan da yazılıdır. Her evde bir Hasan, bir Hüseyin, bir Fatma da vardır. Bu masumiyettir ki, bizlerin ortak noktası da olmuştur." 

"Matem ayı, gönüllerimiz arasında bir köprü"

Çiçek, mezhep sorununun günümüzde, siyasetin tarihe, miras olarak bıraktığı bir konu olduğunu vurguladı. Bu sorunun toplumsal tarihimizde kırılmaya sebep olduğuna dikkati çeken Çiçek, "Bu gerçekliği yok saymamız mümkün değildir. Bu elim hadiseden günümüzde çıkarılacak çok dersler vardır. Matem ayı, gönüllerimiz arasında bir köprü olarak görülmektedir. Birbirimize duyduğumuz sevginin gelişmesine vesile olmalıdır. Bizlere birlikte bir gelecek hayali kurdurmalıdır. Bunu asla unutmamalıyız. Biz, bir millet olduğumuz zaman büyük devlet olduk ve daha da büyük devlet oluruz. Bugün bizim bir millet olmamamız için oynanan oyunların farkında olmamız gerekir" diye konuştu.  

Alevi-Sünni ayrışmasının yeniden ele alınması gerektiğine işaret eden Çiçek, konuşmasına şöyle devam etti: 

"Aramızda kin ve nefret tohumları ekmeye çalışanlara şüpheyle bakmamız gerekiyor. İçeride ve dışarıda birtakım odaklar, bizim farklılıklarımızdan büyük bir haz duyuyor ve duyacaklardır. Milyonlarca Müslümanın yas tutmasına neden olan bu tür olaylardan, şimdi de yakın çevremizde olup bitenlerden kavga vesilesi çıkarmak yerine aramızdaki dayanışmayı güçlendirmek için dersler çıkarmalıyız. 2010 yılında başlayan ve adına 'Arap Baharı' denilen süreç, çoktan kışa dönüştü. Bugün İslam dünyası bir kaosun içerisindedir. Temel insan hak ve hürriyetlerinin genişletilmesi talebiyle başlayan süre, Sünni-Şii eksenli bir çatışma zeminine kaydırılmaya çalışılmıştır. Yıllar önce birtakım görüşülen şüpheli planlarda ve bugün kaosa sürüklenen bazı yakın komşularımızın adının geçmesi son derece manidardır." 

"Millet olarak dikkatli ve uyanık olmak zorundayız"

Çiçek, haklar ve özgürlükler bağlamında artık Türkiye'nin belli bir olgunluğa eriştiğini belirterek, inanç gruplarının sorunlarının da gecikmeden çözülmesi gerektiği uyarısında bulundu. 

"Tarih boyunca bizi içten içe kemiren iki fitne olmuştur. Biri mezhepcililk, diğeri de etnikçilikdir" diyen Çiçek, şunları kaydetti: 

"Bir millet olup, iri devlet olmak varken düşman olarak komşu kapısını işaret eden bu iki fitne, günümüzde yine hortlatılmaya çalışılmaktadır. Millet olarak hepimiz son derece çok dikkatli ve uyanık olmak zorundayız. Başkalarının planlarının bir parçası olmak yerine kendi planlarımızı yapmak zorundayız. Türkiye, bu konuda önemli bir ülkedir. 1920'de açtığımız TBMM, İslam dünyası için iyi bir örnektir. Demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işletilmesi toplumsal barış ve dayanışmanın da varisidir. Hiçbir ayrım gözetilmeksizin her görüş ve inançtan insanımızın temsil adresi olan TBMM'yi yaşatmak ve daha da güçlendirmek ortak sorumluğumuzdur." 

"Sayın Arınç'a katılıyorum"

İftarın ardından çıkışta basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Çiçek, "Başbakan Erdoğan'nın öğrenci evlerine denetim açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz" sorusu üzerine yabancı konuğu olduğu için konuşmaları dinlemediğini söyledi. 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'nın ne söylediğini bilmediğini, bu nedenle bilmediği bir konuda da ayaküstü bir şey söylemek istemediğini belirten Çiçek, "Onu, hangi bağlamda söyledi. Tek bir cümle değil de önüne, sonuna bakmak lazım ama bir gün evvel Sayın Arınç'ın yaptığı açıklamayı dinledim. Ona katılıyorum" diye konuştu.