Güzel Türkçe'mizde de 'gümrük' olmalıdır
Mehmet ÇARDAK / Gümrük Müşaviri
Gümrük terimi; Yunanca'dan dilimize giren bir sözcüktür. Dilimizde "gümrük" kelimesinin;
1) Mal ve hizmetlerden alınan vergi,
2) İşlemleri uygulayan devlet kuruluşu,
3) Denetim ve gözetimin yapıldığı yer,
Olmak üzere üç temel anlamı vardır.
Buruk sevgileri, aile dramlarını işleyen Reşat Nuri Güntekin'in şu cümlesi anlamlıdır: "Yalnız hareketlerime değil, sözlerime de gümrük koyacak."
Gümrük koymak; engel olmak, kısıtlamak demektir.
Elbette ki üretilen ve tüketilen mal ve hizmetlerin ithalatı ve ihracatı kurallara bağlıdır. Gümrük görevlisine de eskiden "Dideban" denirdi. Gümrük görevlileri, gözcülük, bekçilik yaparlardı.
Gümrük; devletin en önemli gelir ve gider kaynağı sayılır. Gümrük olmadan hiçbir ekonomik etkinlik yapılamaz. Dolayısıyla da "gümrük" en önemli devlet kurumlarındandır.
Marmara Üniversitesi Emekli Öğretim Görevlisi Yusuf Yıldırım'ın deyişiyle de, "Türkçe ana dilimiz. Kişiliğimiz ve asıl kimliğimiz, bizi başkalarına anlatan en önemli araç. 5000 yıldır seslerimizi dilimizle yansıttık. Duygularımızı, eylemlerimizi, düşüncelerimizi taşlarla, kâğıtlarla zaman ötesine aktardık. Türkçe'yi bir dünya dili yaptık."[1]
Bu kadar eski bir dilin yayılma alanı da çok geniş; "Adriyatik'ten Çin'e kadar Türkçe konuşarak gidilir." sözü de bunun bir kanıtıdır. Geniş coğrafyada binlerce kişinin konuştuğu Türk dili nereden geldi, nereye gidiyor?
Uluslararası ilişkilerde Türkçe'mizi geçerli kılmak elimizdedir. Gümrük de uluslararası bir ilişkiler, kurallar bütününü anlatan bir terimdir. Dil ile Gümrük bu yüzden benzerlik gösterir. İthalat ve ihracat işlemleri hem dilde hem de gümrükte vardır.
Türkçe'ye her kelime girmeli midir?
Türkçe'den her sözcük başka dile verilmeli midir?
Dilimizin de böyle bir koruyucu, düzenleyici kuruma ihtiyacı yok mudur?
Her yazar istediği gibi yazmalı, her hatip de keyfince konuşmalı mıdır?
Biz Türkler geldiğimiz coğrafyaya çabuk intibak ederiz.
Uyumluyuz.
Komşularımızdan yararlı eşyaları adlarıyla aldık; "gemicilik" terimlerini İtalyanca'dan, "dini" terimleri Arapça'dan aldığımız gibi. Ama eylemlerimizi, bedenimizi, akrabalarımızı hep kendi dilimizin öz sözcükleriyle anlattık. Yüzlerce yıl bu böyle devam etti.
Günümüzde "Küresel dil" diye belirtilen İngilizce karşısında çok sayıda gençlerimiz şaşkınlık içindeler. Örneğin; "kuzen" Fransızca'dan dilimize ödünç alınan bir sözcüktür. Türkçe sözlükte teyze, dayı, hala veya amcanın erkek çocuğu "erkek yeğen" karşılığında, "kuzin" de kız çocuğu için kullanılmaktadır. Gençlerimiz de modaymış gibi hep 'kuzen' ya da 'kuzin' sözcüklerini kullanıyorlar.
Oysaki akrabaları yabancı değil, Türk'tür.
Niçin güzel Türkçe'mizi kullanmazlar anlamak mümkün değildir. Amcaoğlu, dayıoğlu, halaoğlu, teyze oğlu, amcakızı, dayıkızı, halakızı, teyzekızı gibi sözcükleri iki yabancı kelimeyle söylemek düpedüz züppelik değil de nedir?
Akrabalarımızdan, dilimizden, kendimizden utanmak aşağılık duygusundan mıdır?
Gençlerimizin başı dik, alnı açık, ulusuyla gururlanmış olması gerekmez mi?
Bence temel sorun, yanlış yönlendirmedir ve yabancılaşmanın kötü sonucu da bu durumdur!
Türk genci, dilini iyi bilmeli, doğru kullanmalı ve gururlanmalıdır.
Çünkü Türkçe dünyanın en zengin ve çok konuşulan dillerindendir.
Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın'a göre; Türk dilini bugün 12 milyon kilometrekarelik bir alanda 220 milyon kişi konuşmaktadır. Güncel Türkçe sözlükte 114.000, derleme sözlüğünde 123.000 söz; bilim ve sanat terimleri, deyim ve atasözleriyle birlikte bugün Türkçe için 600.000 kelimelik zengin bir söz varlığından bahsedilmektedir.
Küresellik ulusallıktan önce değildir
Fazıl Hüsnü Dağlarca, "Türkçem benim esas bayrağım" diye haykırır, bizleri uyarır. Kimi sözde aydınlarımız, yazarlarımız ulusalcılığa kulaklarını tıkadılar; dildeki kazanımlarımızı görmediler, sanki başka bir ülkede doğmuş, yetişmiş gibi yabancı dilde öğrendikleri sözcüklerle konuşmaya, yazmaya başladılar. Bilinçli değil, taklitçi oldular.
Milliyetçi, Halkçı ve Atatürkçü aydınlar, yazarlar, sanatçılar dilde de kararlı ve duyarlı bir tutum izlemeye başladılar. Marka düşkünlüğü, gösterişçilik bizim yeni kuşağı etkiliyor. Biçimci bir kuşak ile karşı karşıyayız. Dilin de, eğitimin de ihtiyaç ve beceri için olduğunu unutmuşlar.
Oysaki küresellik ulusallıktan önce değildir. Ticarette, gümrük işlemlerinde yabancı dil anlaşma aracıdır. Kendi dilimizi yükseltme, hayatımızın her anında ve yerinde kullanmak zorundayız. Yoksa kültür saldırısı ve dil yozlaşması bizi sarsacak. Aslında ulusun öz dilinin bozulması, yer sarsıntısından da daha kötü bir felakettir.
İngilizce araç, Türkçe amaçtır
Atatürk diyor ki: "Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir yeter ki şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller buyruğundan kurtarmalıdır."
Ve dilde de "gümrük" olmalıdır!
Atatürk'ün "yabancı diller boyunduruğu" diye nitelediği durum, günümüzde daha da tehlikelidir. İngilizce, bizi her yerde kuşatıyor; araç ile amaç birbirine karıştırılıyor. İngilizce araç, Türkçe amaçtır. Amaç ise kutsaldır.
Nitekim 10. Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer de 12.07.2007 tarihli demecinde herkesi göreve çağırmış ve "Türkçe'nin korunarak geliştirilmesi, zenginleştirilerek geleceğe taşınması ve Yüce Atatürk'ün başlattığı dil çalışmalarının amacına ulaşmasını sağlamak en önemli görevlerimizdendir. Türkçe'yi yalın, yabancı kültürlerin kuşatmasından uzak, saygın bir dil konumunda görmek, ulusumuzun özlemidir." demişti.
Öyleyse Türkçe'mizi ay yıldızlı bayrağımız gibi onurlu yüksekliğine çıkarmamız ve dilde bağımsızlığı gerçekleştirmemiz gerekiyor.
Dünyanın neresinde olursak olalım, kimliğimizi, Türk dilini, Türk tarih bilincini ve binlerce yıllık geleneğimizi kaybetmeden öz varlığımızı itibarlı bir şekilde sürdürmemiz önem arz ediyor!
[1] Yusuf Yıldırım, Güzel Türkçe için Gümrük, Danışman Dergisi, Yıl:1, Sayı:6, Aralık 2007.