Hane halkı borç stokundaki azalma ekonomik büyümeyi etkiler mi?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Orhan AKIŞIK

Büyük resesyon sonrası yüksek bütçe açığı ve kamu borç stokundaki artış ABD yönetimini kara kara düşündürürken, Amerikan Merkez Bankası (FED) tarafından geçen hafta yayınlanan rapor, dikkatlerin bir anda hane halkı borç stokuna çevrilmesine neden oldu. Rapor, konut kredileri ve kredi kartı borçlarından oluşan hane halkı borç stokunun 2009 yılında % 1.7 oranında azalarak 13.5 trilyon dolar olarak gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Bu, kişi başına yaklaşık 45.000 dolar demek. Buna, yaklaşık bir bu kadar bütçe ve kamu açıklarından dolayı dışarıya borçlanılan rakam da ilave edilince, bir Amerikalı'nın üzerindeki toplam borç yükü ortalama 90.000 dolara ulaşıyor.

Ekonomi kitaplarında kamu borcu enine boyuna incelenmesine rağmen, hane halkı borcu ve bunun ekonomi üzerine olası etkisi konusunda bilgi bulmak ne yazık ki zor. Bunun bir nedeni, hane halkı borcunun ülkeler genelinde kamu borcu kadar önemli görülmemesi olabilir. Bu düşünce, özellikle, konut kredilerinin ve kredi kartı kullanımının yaygınlaşmadığı ekonomilerde doğru olsa bile, ABD gibi gayri safi yurtiçi hasılası (GSYİH) içinde tüketim harcamalarının %70'in üzerinde yer tuttuğu bir ekonomi için geçerli değil. Zira, borç miktarındaki değişme tüketim harcamaları ve dolayısıyla GSYİH'daki değişmeyi yakından ilgilendiriyor. Örneğin, harcanabilir gelirin büyük bir kısmının borç ödemelerine tahsis edilmesi, mal ve hizmet alımlarına olan talebi azaltarak tüketim harcamalarının ve dolayısıyla GSYİH'nın gerilemesine yol açabileceği gibi, tam tersi yöndeki bir gelişme tüketim harcamaları ve GSYİH'yi olumlu yönde etkileyebilir.

Bazı ekonomistler, ABD'de hane halkı borçlarının azalmasının, gelirin tasarruf ve tüketime ayrılacak kısmını artırmak suretiyle güçlü bir ekonomik iyileşmeye yol açabileceği görüşündeler. Bu düşüncenin, son gelişmelerin ışığı altında geçerliliği olabilir mi; bir başka deyişle, hane halkı borçlarındaki azalma ekonominin iyiye gittiğine dair bir işaret mi?

Borç stokundaki azalma, gelirlerdeki bir artıştan kaynaklanmış olsaydı, bu soruya verilecek cevap hiç şüphesiz "evet" olurdu. Fakat azalma, ekonomik krize bağlı olarak artan işsizlik sonucu milyonlarca insanın borçlarını ödeyememesinden dolayı silinen borçlardan kaynaklandığı için, ihtiyatlı düşünmeyi gerektiriyor. Amerikan finans kuruluşlarınca 2009 yılında sadece konut kredilerinin geriye ödenmemesine bağlı olarak defterlerden silinen tutarın 200 milyar dolar dolaylarında olduğu tahmin edilmekte.

Silinen borçların insanların elinde tüketim ve tasarrufa yöneltilebilecek bir gelir bıraktığı kısmen doğru. Kısmen diyoruz, zira işsiz kalan kitleler açısından bakıldığında bir gelirden bahsetmek mümkün olmadığına göre, tüketim ve tasarruf artışı da sözkonusu değil. Bununla beraber, 2009'un son çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla hanehalkı tasarruflarındaki %4.1'lik artış, sıfırlanan borçların bir sonucu olarak görülebilir. FED'in önceki Başkanı Greenspan'in de bir zamanlar söylediği gibi, 1993'lerde GSYİH'nın yaklaşık % 6'sını oluşturan kişisel tasarrufların 2000'li yıllarda %1'ler seviyesine düşmesinde konut kredilerindeki artışın payı büyük. Zira, borç taksitlerinin ödenmesi, insanların elinde tasarruf edecekleri para bırakmıyor.

Greenspan döneminde uygulanan gevşek para politikasının faizlerde yarattığı büyük düşüşlerin borçlanmayı teşvik etmek suretiyle konut piyasasında köpüklenmeye yol açtığı, bazı iktisatçılarca üzerinde görüş birliğine varılan konular arasında yer alıyor. Gerçekten de, Hane halkı borç yükünün, yani toplam borcun kullanılabilir gelire oranının 1950'lerdeki %34 seviyesinden 2009'da % 122'lere yükselmesinde bu politikanın payı büyük. Önümüzdeki dönemlerde istihdam artışıyla birlikte tasarruflarda artış sağlanabilir. Ancak bu, uzun vadede büyüme için olumlu bir gelişme sayılsa da, kısa vadede tüketim harcamalarının milli gelirin çok büyük bir bölümünü oluşturduğu bir ekonomide olumlu sonuç vermeyebilir.

Zira tüketim harcamalarındaki olası bir daralmanın, kamu harcamalarının daha fazla

artırılamayacağı düşünüldüğünde, telafi edilebilmesi için özel yatırımlar ve ihracatın artması gerekiyor. Bundan dolayıdır ki, Obama yönetiminin, başından beri özel yatırım ve ihracat artışının önündeki engelleri kaldırma hedefi büyük önem taşıyor. Esasen, büyümenin ihracat artışına dayalı hale getirilmesi, geçen yıldan beri Dünya Ekonomik Forumları'nın önemli bir gündem maddesini oluşturan küresel dengesizliğin giderilmesi için de önemli. Yönetimin koyduğu hedef, beş yıllık bir süre zarfında ihracat artışının iki katına çıkarılması. ABD'nin en büyük ticari ortaklarından olan biri olan Çin'in, ulusal parasının serbest piyasada dalgalanmasına rıza göstermesinden başlayarak yurtdışında faaliyet gösteren Amerikan şirketlerinin üzerindeki vergi yükünün azaltılmasına varıncaya kadar bir dizi düzenlemeyi gerektiren bu hedefin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini şimdiden kestirmek güç. Şimdilik, geriye tüketim ve özel yatırım harcamalarının artışından başka bir yol kalmadığı görünüyor.