İhracatçılar ve bankacı ortak paydada nasıl buluşur?

Gence KAYACIK / Kurumsal Finansman Uzmanı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı'nın ve Merkez Bankası Başkanı'nın bu yıldan itibaren, öngörülen yıllık %15'lik kredi büyüme oranının yakından takip edileceğini açıklaması sonrasında Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı ihracatçılara pozitif ayrımcılık uygulanmasını ve bankaların ihracatçılara tahsis ettikleri kredilerin bu yıl içinde bu orandan daha fazla büyümesini talep etmiştir. TİM Başkanı bu talebine ilaveten ihracat kredilerindeki karşılık oranının azaltılmasını ve ihracatçılara verilen kredilerde BSMV oranının düşük tutulmasını da talep etmiştir. Tabi ki böylesine talepler öncelikle geçtiğimiz yıllarda bankacılık sektörü tarafından ihtiyatla yaklaşılan tekstil ve hazır giyim sektöründeki ihracatçılar için dillendirilmiştir.
Bu noktada belirtmek gerekir ki; net ihracatçı yönlerini göz önüne alarak pozitif ayrımcılık talep eden tekstil ve hazır giyim ihracatçılarının da, tekstil ve hazır giyim sektörü riski alma hususunda imtina eden bankalarında haklı olduğu hususlar vardır.
Konuya bankacılık sektörü açısından yaklaştığımızda; tekstil ve hazır giyim sektörü sermaye yoğun değil emek yoğun bir sektördür. Büyük çoğunluğunu KOBİ statüsüne haiz şirketlerin oluşturduğu sektörde karşılaştırmalı olarak az sermayelerle şirketler kurulabilmekte, bu yüzden sektöre giriş - çıkışlar çok hızlı olmaktadır. Sektördeki ihracatçı şirketlerin varlığı öncelikle yabancı alıcılardan alacakları düzenli siparişlere bağlıdır. Sipariş almak için alıcıların dikte ettiği 'hedef fiyatları' tutturmak adına birbirleri ile yoğun rekabet halinde fiyat kıran sektördeki şirketler, bu zor koşullarla alınan siparişlerin yaklaşık %85'ini mal mukabili ve vadeli olarak gerçekleştirmektedir. Sektördeki şirketler artan girdi maliyetleri nedeniyle karlarının çok olumsuz etkilendiği şartlar altında birde uzayan vadelerdeki ihracatlarıyla alakalı faaliyetlerini sermaye yetersizlikleri sebebiyle finanse etmek zorunda kalmaktadırlar.
Sektördeki şirketler bankalarca sağlanan krediler için yeterli teminat yapısını oluşturacak varlıklara sahip değiller. Öte yandan finansman ihtiyaçlarını karşılamak için çok sayıda banka ile çalıştıkları için aynı kısıtlı varlık üzerine tüm bu bankalar için teminat oluşturmaktalar, böylelikle bazı bankalar pratikte teminatsız kalmaktadır. Sektörün riskinin tam olarak ölçülemeyip kontrol edilemediği ve bankaların yeterli şekilde teminatlanamadığı bir ortamda doğal olarak sektördeki şirketlerin finansman ihtiyacı tam anlamıyla ve uygun fiyatlamalarla sağlanamamaktadır. 
Konuya tekstil ve hazır giyim sektörü açısından yaklaştığımızda; sektör net ihracatçı özelliğiyle ve istihdama yaptığı önemli katkıyla diğer pek çok sektörden daha fazla ortalama kar marjı elde etmesine rağmen bankacılık sektörü tarafından ihmal edilmektedir. Yabancı alıcıların uzattıkları vadeleri finanse etmek için yetersiz kalan sermayeler kaynaklı olarak ihtiyaç duyulan işletme sermayesi ve ticaret finansmanı kredilerine ulaşmak için sektördeki şirketler pek çok banka, faktoring - leasing şirketleri ve dış ticaret şirketleri ile aynı anda çalışmak durumunda kalmaktadır. Buna rağmen özellikle ticaret finansmanı ihtiyaçları tam olarak karşılanamamaktadır, nakit açığı sorunu çözülememektedir.
Sektöre karşı geliştirilen bakış açısı kaynaklı olarak kısıtlıda olsa sağlanan krediler için diğer sektörlere sağlanan kredilere göre daha fazla teminat, daha yüksek faiz oranları ve işlem ücretleri talep edilmektedir. Böylece sektörün finansman ihtiyacı karşılanamadığı gibi faiz sarmalına girmesi sonucu ile karşılaşılmaktadır.
Konuya makroekonomik gerçekler açısından yaklaştığımızda da; cari açıktaki düzelme trendinin sağlıklı şekilde devam ettirilebilmesi için iç talebin fazlaca artmaması, üretimin iç piyasadan ziyade ihracata yönlendirilmesi ve bu çerçevede ihracatın desteklenmesi gerekiyor. Öte yandan, bilindiği üzere; 2007 Ağustos ayında başlayan global ekonomik krizle birlikte ortaya çıkan ciddi finansal riskler, Basel II'nin yeterliliğinin sorgulanmasına neden oldu ve Basel II uygulamalarına ilişkin eksikliklerin bertaraf edilmesi amacıyla Basel III kriterleri düzenlendi. Bu bağlamda, bankaların sermaye yeterliliği hesaplamalarında kullandıkları sermaye tanımı değişti, bu da bankaların riskli işlemlerine paralel olarak sermayelerini arttırmalarını gerektirecektir. Doğal olarak bu da risk algılamalarında değişiklik olmadığı sürece bankaların müşterilerine sağladığı kredilerin ortalama faizlerinin artmasına ve vadelerinin kısalmasına sebebiyet verecektir.
Diğer tarafta, en son mevduat bankası kurma izni verilen The Bank of Tokyo - Mitsubishi UFJ ile birlikte sayıları 50'ye ulaşan bankaların ilk 10'unun kredilerden ve bilanço büyüklüğünden aldığı pay %87 civarındadır. Sistemik çöküş olasılığını azaltmak için böylesine oligopolistik bir yapı yerini kesinlikle rekabetçi bir yapıya bırakmalı, küçük ve orta ölçekli bankalar paylarını arttırmalıdır.
Bu yüzden ideal çözüm; tüm bu realiteler gözetilerek her iki tarafında kaygılarını giderecek finansman yapısının dizayn edilmesi - hayata geçirilmesi ile her iki tarafında kar / fayda elde etmesinin sağlanmasıdır. Bu da sektördeki şirketlerin biri 'ana' diğeri 'yardımcı' olmak üzere en fazla 2 banka ile çalışmaları, varlıkları üzerinde sadece bu bankalar lehine teminatlar tesis etmeleri, tüm nakit akışlarını sadece bu bankalar nezdindeki mevduat hesapları aracılığıyla yönetmeleri buna mukabil bu bankalarında bu şirketlerin tüm finansal ihtiyaçlarını karşılayacak ürün ve hizmetleri riski yönetme imkânlarındaki artışı da / müşterilerinin sağladığı verimliliği de dikkate alarak uygun fiyatlamalarda sağlamaları ile gerçekleşir. Bu yolda hem sektördeki şirketlerin bankacılık ilişkilerinde öz disipline, hem de bankacılık sektörünün kredi ilişkilerinde 'bilanço analizi' - 'teminat tesisi' düzleminden kurtulup müşterilerinin 'işlerini öğrenerek' öncelikle 'ticaretlerini' ondan sonrada 'projelerini' finanse edecek hedeflere sahip olmasının önemi izahtan varestedir.