İklim için Paris’ten önce son durak İstanbul
Dünya tarihinde ilk kez 2014 yılında küresel ekonomi büyürken sera gazı emisyonu azaldı. Bu gelişme, aralık ayında Paris’te gerçekleşecek İklim Zirvesi öncesinde umut verici. İstanbul, 2-3 Nisan’da II. Karbon Zirvesi’ne ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor
DİDEM ERYAR ÜNLÜ
2012 yılında sona eren Kyoto Protokolü tüm Birleşmiş Milletler üyelerince onaylanmaması nedeniyle, küresel ısınma ile mücadelede istenilen başarı çizgisine ulaşamadı. Aralık ayında Paris’te gerçekleşecek İklim Zirvesi öncesinde ise ülkeler çevre konusunda daha duyarlı bir yaklaşım sergiliyorlar.
Paris Anlaşması’nın 2020 yılından itibaren tüm dünya ülkeleri için geçerli olacak bir anlaşma olması hedefleniyor. 2-3 Nisan tarihlerinde düzenlenecek II. İstanbul Karbon Zirvesi de Türkiye açısından önem taşıyor.
Karbon salımını azaltmak için ülkelerin ne tür politikalar ve araçlar geliştirmesi gerektiğinden, temiz teknolojiye geçiş ve enerji tasarrufu yoluyla sektörlerde nasıl azaltım sağlayabileceğine kadar çok farklı konuların tartışılacağı zirvede, Paris Anlaşması öncesi Türkiye’nin mevcut durumu ile olası hedefl eri de uzmanlar tarafından ele alınacak.
II. İstanbul Karbon Zirvesi’nin Başkanı Prof. Dr. Etem Karakaya, “Küresel anlamda beklenti; Paris Zirvesi’nde bir anlaşmaya varılması ve Türkiye’nin de sera gazı emisyonunu azaltacak önlemleri içerecek planını hazırlaması ve bu konudaki katkısını BM’ye sunması yönünde” yorumlarını yapıyor. Karakaya, zirvenin yalnızca Türkiye’nin emisyon salınımına ilişkin tartışmalara ev sahipliği yapmakla kalmayacağını belirterek, küresel anlamda mevcut durum ve beklentilerin de işin uzmanları tarafından tüm yönleriyle ele alınacağını söylüyor.
II. İstanbul Karbon Zirvesi Başkanlığının yanı sıra Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği (SÜT-D) ile Adnan Menderes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanlığı görevlerini de sürdüren Prof. Dr. Karakaya, Kyoto Protokolü’nün ardından ilk defa küresel ölçekli anlaşma yapılmasına dair bir umudun doğduğunu belirterek, “Aralık ayında Paris’te düzenlenecek iklim zirvesinde Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında bir anlaşmaya varılabilmesine dair küresel bir beklenti var. Ülkelerin emisyon azaltım katkı planlarını (INDC) BM İklim Değişikliği Sekretaryasına mart ayının sonuna kadar sunmaları gerekiyor” diyor.
“Türkiye katkılarını BM’ye sunmalı”
“Ekonomik ve potansiyel açıdan bakıldığında Türkiye’nin çok iddialı bir azaltım yükümlülüğüne girmesi mümkün gözükmemekte” diyen Karakaya, şöyle devam ediyor: “Kendi grubundaki ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin mevcut üretim ve tüketim yapısı ile kullanılan enerji karışımının payı seragazı azaltımını yüksek maliyetli ve sınırlı kılacak şekilde gözüküyor. Ancak emisyon azaltımı için önemli çalışmalar mevcut. Türkiye’nin artan emisyonlarını azaltma, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi konularda önemli hedefl eri var. Tüm bunlar değerlendirildiğinde Türkiye’den genel beklenti önceki yılların aksine Ulusal Seragazı Azaltım planını BM’ye sunması ve küresel sorumluluk alan ülkelerin bir parçası olması yönünde.”
“Dünya tarihinde bir ilk”
2009 yılında düzenlenen Kopenhang İklim Zirvesi’nden bir anlaşma çıkmamasının büyük bir hayal kırıklığına neden olduğunu, ancak Kyoto Protokolü sonrasında dünya ülkelerinin seragazı emisyon azaltımı konusunda uluslararası bir anlaşmaya varması için çabaların halen devam ettiğini hatırlatan Prof. Dr. Karakaya, şu bilgileri veriyor: “2015 için hepimizin ümidi en üst seviyede. Bu zirvenin hemen öncesinde ülkelerin ortak bir noktaya varabilmeleri için farklı koşullar mevcut. Özellikle ABD ve Çin gibi en fazla sera gazı emisyonu sağlayan iki ülkenin seragazı azaltımı ve yenilenebilir enerjiye geçiş için yaptıkları mutabakat çok önemli. Bilindiği üzere ekonomik büyüme daha fazla mal üretimi ve daha fazla enerji kullanımı anlamına geliyor. Bu da sera gazı emisyonlarının artışını beraberinde getiriyor. Ancak, dünya tarihinde ilk kez 2014 yılında küresel ekonomi büyürken sera gazı emisyonu azaldı. Yaşanan bu gelişme, ekonomik büyüme sağlanırken sera gazı emisyonlarını belli bir seviyede tutup, azaltabilmemizin mümkün olduğunun ispatı olması açısından son derece önemli.”