İktisat politikalarında temel hedefler
Turgay AYTEKİN
Türk ekonomisi bir önceki yılın aynı dönemine göre %13.8 küçülmüş durumda. Sözkonusu daralma 2008 yılı ilk çeyreğinde %6.2 düzeyinde idi. Sözkonusu rakamlar 2001 yılına kıyasla çok daha ciddi boyutta bir sarsıntı geçirdiğimizi ortaya koymakta.
Bu bağlamda piyasada sıklıkla tartışma konusu yapılan bir hususa vurgu yapmak faydalı olabilir. Yapılan tartışmalara ve yayınlanan yorumlara bakıldığında piyasadaki tüm oyuncular tarafından içselleştirilmiş bir kriz tanımı olmadığını görmekteyiz. Bazı akademisyenlerimiz özellikle finans sektörünün göreceli pozitif performansından hareketle içinde bulunduğumuz durumu kriz olarak nitelendirmekten ısrarla kaçınmakta, buna karşın emek piyasasının temsilcileri ise Türk ekonomisinin tarihinin en ağır bunalımını geçirdiğini ifade etmekte. Gözleyebildiğimiz kadarı ile krizin tanımı ve hatta varlığının/yokluğunun kabulu her piyasa oyuncusunun bu ortamda konuyu nasıl algıladığı ile yakından ilişkili durumda. Ekonomi yönetimi ise halen 'krizin Türk ekonomisini teğet geçtiği' hipotezini test etmekle meşgul.
Ekonomi literatüründe sadece kriz için değil resesyon ve depresyon için de birbirinden farklı tanımlar mevcut. Genelde resmi otoritelerin bu terimleri kullanma konusunda standart kriterleri bulunmakta ancak bunlar global anlamda kesin kabul görmüş tanımlar değiller. Örneğin iki çeyrek üstüste negatif büyüme resesyon olarak tanımlanırken, yıllık bazda %10'un üzerinde bir daralma depresyon olarak nitelendiriliyor, ancak bunlar kesin kabul görmüş tanımlamalar olarak yaygın biçimde kullanılmıyor. Bu bağlamda bazı iktisatçılar için krizin varlığı (diğer negatif göstergelerin yanında) ancak ve ancak mali sektörde iflasların, kredi sisteminde tıkanmanın mevcudiyeti durumunda kabul edilmekte.
Tanımlar bir yana, asıl üzerinde durulması gereken hususun bu tartışmalar arasında kaybolduğu söylenebilir. İktisat politikaları kısa vadede enflasyon, kur, cari açık, bütçe dengesi vb. sayısız konuya odaklanabilir, stratejiler geliştirebilir. Ancak uzun vadede iktisat politikalarının iki temel hedefi vardır. Bunlardan birincisi istikrarlı bir büyüme, diğeri ise gelir dağılımıdır. Daha açık bir ifade ile iktisat politikası uygulayıcıları günün sonunda iki performans kriteri ile değerlendirilmek durumundadır: Mevcut pastayı büyütmek ve pastanın paylaşımını daha adil hale getirmek. Diğer tüm kısa vadeli hedefler bu iki kriterin gerçekleştirilmesinde araç konumundadır.
Bugün elimizde bulunan güncel veriler ışığında Türk ekonomisi %13'ler düzeyinde daralmış ve işsizlik düzeyi %15'lerin üzerine çıkmış durumdadır. Bu koşulları ne şekilde tanımlarsak tanımlayalım, yukarıda bahsi geçen iki temel hedeften ciddi şekilde uzaklaşmış olduğumuz aşikardır. Ve durumun vahametini görmezden gelmek, ne iktisat politikası uygulayıcılarına ne de diğer oyunculara orta vadede bir fayda getirmeyecektir. Mevcut durumu sağlıklı bir şekilde analiz etmeden (hatta bu konuyu daha da ciddiye almadan) rasyonel kararlar almak ve uygulamak mümkün görünmemektedir.