İmaj, realite, Acemoğlu
YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Erhan Bilgin
İSTANBUL - Geçen hafta İstanbul'a gelen Türkiye'li akademisyen Daron Acemoğlu, bir grup gazeteciye Türkiye ve dünya ekonomisini değerlendirdi. Gazetecilerin, haber uğruna sık sık görüşüne başvurdukları uzun süredir ABD'de yaşayan Acemoğlu'nu 'oryantalist' bir konuma sürükleme ihtimali de var.
Türkiye üzerine derli toplu bir makalesi var mı, doğrusu bilmiyorum. Akademik makalelerinin birçoğunun matematik modeller ve ekonometrik analizlerle bezeli olduğu görülüyor. Fakat Acemoğlu gazetelere verdiği mülakatlarda Türkiye ekonomisine ilişkin matematik modellere dayalı ifadeler kullanmıyor. 'Kurumsal' unsurlardan siyasetin öneminden, açıklıktan, hukuk devletinden sözediyor daha çok.
Acemoğlu'nun görüşlerini, yalnızca gazete haberlerine dayanarak, hele hele şu son ziyaretindeki söylediklerini dikkate alarak değerlendirmek kuşkusuz, belli eksiklikler taşıyacaktır. Ama kendisi, verdiği mülakatlarda Türkiye ekonomisine ilişkin bilgi eksikliği içinde olduğunu açık biçimde belirtmediği gibi, keskin önerilerde de bulunabiliyor. Bu nedenle son iki yılda Türkiye'de bazı gazetelere verdiği mülakatlardan yola çıkarak Türkiye ekonomisi ve uluslararası ekonomiye ilişkin görüşlerini değerlendirebiliriz.
Siyaset ekonomiyi belirleyebilir mi?
Acemoğlu'nun, uluslararası ekonominin 2007-2008'de şiddetli bir depresyona dönüşen ve hala devam eden çöküşüne ilişkin teşhisi, krizin derinliğini kavramaktan uzak olduğunu gösteriyor. Acemoğlu, 3 Ağustos 2012'de Agos Gazetesi'ne verdiği mülakatta AB'deki problemleri yarı 'yapısal' 'yarı makro ekonomik' olarak tanımlıyor ve öyle anlaşılıyor ki yapısal sorunlardan kastettiği, siyasi-sosyal kurumların durumu. Aslında makalelerinin birçoğunda da siyasetin ekonomi üzerindeki rolünü (etkisini) abartan hatta belirleyici düzeyde ele alan 'kurumsalcı' bir yaklaşıma sahip. Zaten Türkiye'ye ilişkin değerlendirmelerinde de hukuk sistemi, özerk kuruluşlar ve diğer kurumların eksikliğine vurgu yapıyor. Modern kapitalist ekonominin çelişkileri, mali sermayenin aşırı birikim sorunu, ülkeler arasındaki gerilimler… Bunlara değinmiyor Acemoğlu…
Geçerken belirtelim ki Acemoğlu'nun uluslararası popülerliğinde siyaseti öne çıkartan yaklaşımı son derece etkili olmuş görünüyor. İş çevreleri, siyaset, egemen devletler ve akademi tarafından hala net olarak teşhis edilmemiş olan, dalgalanmaları, ne zaman biteceği ve nasıl biteceği öngörülemeyen modern kapitalizmin bu şiddetli krizine karşı, -her zaman olduğu gibi- en güçlü unsur siyaset. Ancak siyasi kurumların (veya daha genel olarak devletin) mevcut refleksleriyle, yetenekleriyle ve hafızasıyla krizin üstesinden gelmesi mümkün olmadı. Yani kriz, siyasetin mevcut işleyiş tarzının geçerli olmadığını ortaya koydu. Siyasetin restore edilmesi gerekiyor. Bu restorasyona ilişkin bütün ülkelerde büyük beklentiler var, yani bir bakıma bu beklenti iş çevrelerinden, küçük hisse sahiplerine, sendika yöneticilerine, bizatihi siyasetçilere vb kadar geniş bir kesimin talepleriyle kesişiyor. İşte Acemoğlu, kurumlara, kurumların işlevlerine, yenilenmelerine 'kapsayıcı' olmalarına vb dikkat çekerek siyaset-ekonomi bağını kendine göre (yeniden) tanımlayarak beklentilere uygun bir pozisyona sahip bulunuyor.
Acemoğlu, yapısal sorunların ne olduğuna ilişkin Yunanistan örneğini ele alırken şunları söylüyor: "Yunanistan en uç örnek olarak görünüyor, yapısal olarak çok geride kaldı. Bu durum iki açıdan geçerli. Birincisi, siyasi kurumlar bağlamında politika Yunanistan'da hiçbir zaman temiz bir oyun olmadı ve dar bir elit grubun elinde oldu. Aynı zamanda [ikincisi] siyasi kazanç için çok kötü politikalar uyguladılar. Örneğin vergi toplanması, devlet sektörünün külfet haline gelmesi, insanların çok çalışmadan kısa yoldan emekli olması, her tarafta sübvansiyonlar…" (Agos Gazetesi, aynı yerde) Kuşkusuz Acemoğlu, kabul etmeyecektir ama burada üstü örtük olarak siyasi demokrasinin gelişkinliğine de bir eleştiri var. Halbuki yalnızca Yunanistan değil, Güney Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde siyasi kurumlar her düzeyde bütün dünyanın en gelişkin örneklerine sahiptirler. Kuşkusuz Acemoğlu'nun siyasi kurumlardan kastının bu gelişkinlikle pek ilgisinin olmadığını belirtmeliyim.
Siyaset, ekonomi, kriz
Diğer yandan Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa'daki hemen hepsinde siyasi kurumlar gelişkin olduğu ve sosyal sınıflar çok etkin olduğu için (Hükümetlerin sosyal demokrat veya merkez sağ hükümetlerin hemen hepsi 'reformlar'da ısrar etse de) bir türlü, Acemoğlu'nun işaret ettiği 'yapısal reformları' (emeklilik yaşını artırmak, esnek istihrdam, özelleştirmeler vb) gerçekleştiremediler. Halbuki, siyasi demokratik geleneklerin daha zayıf olduğu, Güneydoğu Asya ülkeleri bu tür yapısal reformları daha kolay, engelsiz olarak gerçekleştirmiş olabilir…
Asıl meselemiz, Acemoğlu'nun işaret ettiği 'siyasetin yapması gereken düzenlemeler'in, ekonomileri krizden kurtarıp kurtaramayacağı sorusuna verilecek cevaptır. Veya başka bir soru: Siyasetin en yaratıcı, en mükemmel tasarımları (diktatörlük veya demokratik bir siyasi rejim tarafından) hayata geçirilse bile kriz önlenebilir mi?
Aslında 2007'nin son döneminden beri uluslararası bir mahiyet kazanan iktisadi krizin 6 yıldır sürmesi ve krizden çıkışın hala daha öngörülememesi, siyasetin ekonomik çöküşe karşı 'kesin bir çare' üretemediğini veya hayata geçiremediğini çok açık biçimde ortaya koymuştur. Bu sürede Batı'nın tümünde ve özellikle Avrupa'da hükümetler çok sık değişti. Pek çok reform da uygulamaya konuldu. Ama Almanya dahil bütün bunlar olsa olsa resesyonun hızını yavaşlatmak dışında pek işe yaramadı.
Siyasi düzenlemeler ile emek piyasasında, üretim sürecinde göçmen yasasında, vergi tarifelerinde, banka kredi hacminde vb vb pek çok değişiklik yapılabilir, hatta radikal kararlar alınabilir. Avrupa'da yükselen aşırı milliyetçiler iktidara gelip çok sert tedbirler bile alabilir. Ama modern kapitalist ekonominin iç çelişkilerini tamamen çözmek mümkün olmaz. Üstelik siyaset bu iç çelişkilere odaklanmadığı için, çelişkiler daha da şiddetlenebilir. Öyle görünüyor ki, krize karşı teorik olarak çok rasyonel bir siyasi tasarım mümkün değil. Sosyal güçlerin, iktisadi aktörlerin, kitlesel taleplerin ve ihtiyaçların, devletin etkisinin belirlediği bir süreç işliyor. Bizatihi siyasetin kendisi bu zaten… Üstelik 1930'ların dünyasında da değiliz ve bankalar sistemi, büyük sınai işletmeler, aşırı şişmiş kredi balonu, inşaat ve emlak spekülasyonları vb birbirleriyle çok hassas, karmaşık çok hızlı bağlarla ilişki içindeler…
Siyaset problem üretiyor!
Acemoğlu Türkiye'ye ilişkin iktisadi değerlendirmelerinde de, siyasetin problem yaratmış olduğunu ifade ediyor: "Türkiye'nin büyümesindeki en büyük engel, büyümenin sonunda çok büyük bir kriz gelmesi ve bu krizlerin büyük bir bölümünün nedeni, siyasi mantıkla yapılan uygulamaların problem yaratması…" (Agos Gazetesi, aynı yerde)
Türkiye'nin son 35 yıl içindeki ekonomik çöküşlerini yan yana dizelim:1978-79, 1994, 1999-2001 ve 2009-2010… Ve ayrıca 1983, 1988, 1998, 2005'te büyümenin hızla yavaşlaması ve resesyon yılları… Her 8 yılda tekrarlanan şiddetli ekonomik çöküşleri siyasi mantıkla açıklamak bilimsel bir izah olamayacak kadar havada kalan bir değerlendirme. Acemoğlu'nun bu görüşünün bilimsem edğer taşıması için yere indirmesi, maddi bir temel kazandırması gerekir. Siyasetin bu objektif krizler sürecinde etkisi olmamış mıdır? Olmuştur kuşkusuz ama olsa olsa hızlandırıcı veya yavaşlatıcı bir etkide bulunarak.
Eşitsizliği reformlar mı üretiyor?
Acemoğlu, geçen hafta Kadir Has Üniversitesi'nde ekonomi basını ile buluştuğunda ise Türkiye ekonomisine ilişkin şu tespitleri yapmış: "Ekonomi büyümüş ama insanlar fakir ne önemi olur? Az gelişmiş bölgeleri de kapsayan bir gelişme politikası olmalı. Ne kadar açık bir ekonomi var, fırsatlar herkese eşit şekilde açık mı? Ekonomi büyüyor ama Türkiye'nin yarısı gelişemiyorsa bu ekonomik başarı değil." (Dünya, 25 Mart 2013) Bu saptamalar, ısrarla savunduğu yapısal reformlarla tezat oluşturuyor. Çünkü, Güney Avrupa'da kısmen, Türkiye'de çok daha keskin biçimde o yapısal reformların uygulanması, (Özelleştirmelerle devletin daha yoksul bölgelerde işletmecilikten çekilmesi, asgari ücretin ortalama ücret olması, üretim sürecinin esnekleştirilmesi vb) bu eşitsizliğin ve yoksulluğun kapsamının genişlemesini hızlandırmıştır.
Diğer yandan Acemoğlu, "Teknolojiyi itmek, bazı konularda dünyanın en iyilerinden biri olmak gerekir" (Dünya Gazetesi, aynı yerde) görüşünü savunuyor. Teknolojik gelişme için en önemli unsurun sermaye birikimi olduğu ve bu birikimin eşitsizlik yaratarak sağlanabileceği dikkate alınırsa, (Eğer siyaset aracılığı ile teknolojik gelişmeye kaynak aktarılacaksa bu da eşitsizliğin artması anlamına gelir) Acemoğlu'nun bu iddiasının da maddi temelinin olmadığı anlaşılır.
Acemoğlu'na gösterilen aşırı ilginin bu resesyon ortamında anlaşılır olduğunu da kabul ediyorum.