İş (sizlik) krizi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Orhan AKIŞIK

Adına ister iş, isterse işsizlik krizi deyin, sona eren ABD resesyonunun işgücü piyasası ve ekonomi üzerindeki olumsuz etkisi kendisini belirgin bir şekilde hissettiriyor. Bundan önceki, bu ülkenin resesyondan çıkışını ele aldığımız yazıda resesyonun genel kabul gören tanımıyla sona ermiş olmasına rağmen milyonlarca Amerikalı için hâlâ varlığını koruduğuna işaret etmiştik. Bu düşüncemizi destekleyen en önemli olgu, işgücü piyasasındaki gerilemenin devam etmekte oluşu. Çalışma İstatistikleri Dairesi'nin ekim ayında yayınladığı bülten, işsizliğin % 10.2'lik oranla 1983 yılından bu yana en yüksek seviyesine ulaştığını ortaya koyuyor. Ancak, bu rakamın tam zamanlı iş bulamamaktan ötürü yarı zamanlı işlerde çalışmak zorunda kalan gizli işsizlerle, uzun süre işsiz kalmaktan dolayı iş bulamayacakları inancıyla iş aramaktan tamamen vazgeçen, bir başka deyişle potansiyel işgücü olma özelliğini yitiren kişileri içermediğini belirtmeliyiz. Bu

durumdaki kişiler de hesaba katıldığında, işsizlik oranı neredeyse %18'lere ulaşıyor.

Ekim ayının sonunda, Ekonomik Analizler Dairesi tarafından açıklanan rapor, resesyonun sona ermesinde devlet harcamaları ve konut satışlarındaki artışın yanısıra, az da olsa tüketim harcamalarındaki artışın da etkili olduğunu gösterdi. Fakat, bunun sağlıklı olduğunu söylemek güç. Zira, yılın üçüncü çeyreği itibariyle sabit fiyatlarla tüketim harcamaları artmış olmasına rağmen, tüketimin en önemli belirleyicisi olan kullanılabilir gelirde %3.4 oranında bir azalma var. İlk bakışta, gelir azalırken tüketimin artması çelişkili bir durum olmakla birlikte, bunda yönetimin tüketimi desteklemek amacıyla halka verdiği finansal desteğin payı büyük.

Bir yandan, henüz istikrardan uzak ekonominin tekrar resesyona girmesini önlemek amacıyla kamu harcamalarına devam etmek zorunda oluşu, öte yandan artan harcamalar sonucu bütçe açığının kontrol edilebilirliğinin giderek zorlaşması nedeniyle yönetim, tam bir açmaz içinde. Daha önce, ekonomi politikasından sorumlu olanlar tarafından resesyon sona erer ermez gevşek maliye ve para politikalarına son verileceği defalarca söylenmiş olmasına rağmen, bunun uygulanabilirliği daha uzunca bir süre söz konusu değil. The Wall Street Journal'in 2 Kasım tarihli sayısında çıkan haber bu yönden çarpıcı. Habere göre, resesyon bitmiş görünse de, gayri safi yurtiçi hasıla şu anda tam istihdam düzeyindekinin % 6.3 altında. 1929 Büyük Depresyonu'nu saymazsak, daha sonra meydana gelen resesyonlarda gerçekleşen gelirin hiç bu derece düşük olduğu görülmüyor. Olması gereken ile gerçekleşen gelir düzeyi arasındaki bu büyük fark, yüksek işsizliğin bir başka açıklaması.

Yüksek işsizlik, özellikle ABD gibi, gayri safi yurtiçi hasılası içinde tüketim harcamalarının % 70 gibi bir paya sahip olduğu bir ekonomide, ekonomik istikrarın sürekliliğini tehdit eden en büyük unsur. Farklı bir deyişle, işsizlik sorunu çözülmedikçe, büyümenin de sürdürülebilirliği zor. İşsizliğin normal seviyesi olan yaklaşık %6.0 düzeyine gerilemesinde, toplam talebin uyarılması yoluyla gayri safi yurtiçi hasılada meydana gelen artışın, sonuçta istihdamı artıracağı düşüncesine dayalı konvansiyonel politikanın yakın bir gelecekte etkili olması uzak bir olasılık.

Nedenine gelince, şimdiki ile kıyaslanmayacak derecede hafif atlatılan 2001 resesyonunda bile ekonomi genişleme sürecine girdikten sonra bile işsizlik yaklaşık iki yıl boyunca artmış, istihdamın resesyon öncesi seviyesine ulaşması için ise dört yılın geçmesi gerekmişti. Yakın geçmişte yaşanan bu olumsuzluğun şimdi daha ağır biçimde tekrarının ekonomik kayıpların dışında, sosyal tahribatlara da yol açması kaçınılmaz. Amerika'nın, resesyonun istihdam üzerindeki olumsuz etkisini başarılı bir biçimde kontrol eden Avrupa ülkelerinin uyguladığı istihdam politikasından çıkaracağı dersler var.

Krizin ortaya koyduğu önemli sonuçlardan biri, Avrupa ülkelerinden daha esnek işgücü piyasasına sahip olmasına rağmen ABD'nin işsizliğin en çok arttığı ülkelerden biri olması. Avrupa ülkelerinin, özellikle Almanya'nın resesyon döneminde işçi çıkarılması yerine haftalık çalışma saatlerini azaltan, işçi çıkarılmasını zorlaştıran ve istihdamı artıran işletmelere vergisel avantajlar sağlayan politikalarının, işsizliğin ABD'deki kadar artmamasında etkisinin olduğu yadsınamaz.

ABD'de arz yanlısı teşvikler arasında istihdam yaratan işletmelere vergi iadesi, üzerinde en çok durulanlar arasında. Serbest piyasa ekonomisini destekleyen ekonomistler ise, özellikle profesyonel yaşama adım atma hazırlığı içindeki genç kuşakların istihdamını kolaylaştırmak amacıyla asgari ücret koşulunun kaldırılmasının doğru olacağını söylemekteler. Gerçekten de, işsizlikten en çok etkilenen kesimin başında gençler geliyor. Yapılan çalışmalar, uzun süren bir işsizlik devresinin, bilgi ve yeteneklerinin altındaki işleri kabul etmek zorunda kalan genç neslin gelirinin yaşam boyu olumsuz etkilenme olasılığını ortaya koyuyor.

Henüz düşünce safhasında olan bu önerilerin uygulamaya konulmasının işsizliğin azaltılmasında ne ölçüde başarılı olacağını şimdiden bilmek zor. Ancak, bilinen bir şey var ki, o da, önümüzdeki yılların emeği ile geçinenler için zor bir dönem olacağı.