İşler daha iyiye nasıl gider?

Güven Sak: Aklımızdaki soru başlıktaki gibi olmalı: İşler nasıl daha iyiye gider?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

GÜVEN SAK 

Türkiye çok ciddi bir şok geçirdi. Şimdi bu şokun etkisini üzerimizden atıp normalleşmeye çalışıyoruz. Aklımızdaki soru başlıktaki gibi olmalı: İşler nasıl daha iyiye gider? 

Aksine işler nasıl daha iyiye gitmez konusunu merak edenler, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Mehmet Ali Akben’e ait olduğu iddia edilen açıklamalara bakabilirler. İddiaya göre, Sayın Başkan, “Vatandaşın ve hükümetimizin gösterdiği milli duruş ve kararlılığı bankalardan da bekliyoruz” diyerek “faiz oranlarında indirim” istemiş. Ben bu açıklamayı duyduğumda şaka olduğunu düşündüm. Doğrusu, halen de fikrim değişmedi. Kraldan çok kralcılığın bu normalleşme döneminde hala en temel riskimiz olduğu kanaatindeyim. Buradan hemen bir ilk sonuç çıkarayım. Memlekette, işlerin bugün olduğundan daha iyiye doğru gitmesi, ancak ve ancak, herkesin yaptığı işi ciddiye alması ile mümkündür. Önce bu hususun altını bir çizeyim. Malum, ekonomiden bahsediyoruz. Ekonomi ile ilgilenenler, ekonominin işleyişi ile ilgilenip fedakârlık çağrılarını siyasilere bırakmalılar. Son derece gerekli olduğu halde ekonomi gündemine dönmekte bu kadar zorlandığımız bu günlerde bu çok daha önemli. Herkes öncelikle kendi işi ile ilgilenmeli. 

İsterseniz tespitimi açmaya başlayayım. Geçenlerde Amerikan New York Times gazetesinde güzel bir yazı vardı. Bakın, konu ekonomiyse Batı medyasında hala çok iyi yazılar çıkıyor. Başlık şöyleydi: “Bir darbe, teröristler ve enflasyona rağmen yatırımcılar Türkiye’ye koşuyorlar.” Başlığı okuyunca insan “sahi, neden?” diye merak ediyor. Memlekette bir darbe teşebbüsü oldu. Merkez Bankası “bir şey olmaz, bir şey olmaz” diye okuyup üflerken enflasyon rakamları kıpırdanmaya başladı. Türkiye bugünlerde terör saldırılarına açık, güvenlik açığı yüksek bir ülke olarak görülüyor. Buna rağmen, yatırımcılar Türkiye sevdalısı olmaya devam ediyorlar. Neden? 

Gayet basit bir nedenle. 10 yıllık tahvillerin getirisi açısından bakarsanız üç ülke dikkati çekiyor. Bunlar; Brezilya, Güney Afrika ve de Türkiye. Aynı tür tahvillerin Almanya, Japonya ve İsviçre’deki getiri oranları ise sıfırın altında. Amerikan 10 yıllık devlet tahvilleri yüzde 2’nin altında bir yerlerde getiri sağlıyor. Çin’inkiler deseniz yüzde 3’ün altında. Güney Afrika, Brezilya ve Türkiye’de ise 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisi yüzde 10’un etrafında. 

Yatırımcı Türkiye’ye hala neden sevdalı? İşte bundan sevdalı. İlk tespit bu. İşler nasıl daha iyiye gider diye düşünürken bu başlangıç noktasını akılda tutmalı. Hani demokrasinin kıyısına kadar geldik, aşağıya baktık ve gördüğümüzden hiç hoşlanmayıp sokağa çıktık. İşte o vakit, memleket ekonomisinin aşağıya doğru sürüklenmesini engelleyenin ne olduğunu da hiç unutmamak lazım. 

Ama faize de takılıp kalmayın. Önemli olan bu yüksek faizi bu memleket ödeyebilir mi, ödeyemez mi? 

Yandaki tabloya bir bakın lütfen. Tabloda Türkiye ile karşılaştırılan ülkeler hangileri? Türkiye, Brezilya, Güney Afrika ve bir de Rusya. New York Times’ın karşılaştırdıkları işte. Şimdi önce bu ülkeler için 10 yıllık getirileri sayayım: Brezilya için yüzde 11,8 civarı, Türkiye için yüzde 9,7, Güney Afrika için yüzde 8,5, Rusya için de yüzde 8,3. Yıllık ortalama büyüme oranlarına ise tablodan bir bakın siz. Önce bir 2002-2007 dönemine bakın. O ara bu ülkelerin tümü acayip iyi bir büyüme performansı gösteriyorlardı. Sonra bir de 2008- 2014 dönemine bakın. Bu dönemde yıllık büyüme oranları, küresel krizden olumsuz etkileniyor. Son olarak 2012-2015 dönemine odaklanın lütfen. Ne oluyor? Fed kararı beklentisinin ötesinde, Çin ekonomisinin normalleşmeye başlaması, bazı ülkeleri diğerlerinden daha kötü etkiliyor. Bu ortamda Türkiye, Çin’in yavaşlamasından olumsuz etkilenmezken; Rusya, Brezilya, Güney Afrika gibi doğal kaynak ihracatçısı ülkelerin yıllık ortalama büyüme oranları bir nevi göçüyor. Türkiye, ödeme gücünün temelini oluşturan büyüme performansı açısından baktığınızda bir nevi istikrar adası gibi duruyor. Her şeye rağmen, küresel ölçekte performansımız fena durmuyor. Bu da olsun ikinci nokta. 

Şimdi müsaadenizle bir üçüncü tespit daha yapayım. Geçenlerde TOBB sayesinde, Türkiye’ye yatırım yapmış uluslararası yatırımcılarla bir aradaydım. Hem onları hem de onları kabul eden Sayın Cumhurbaşkanımızı dinledim. Doğrusu ya, uluslararası yatırımcıların söylediklerinden normalleşme gündeminin ana başlıkları kendiliğinden çıkıyor. İşlerin nasıl bundan daha iyiye gideceğini görmek mümkün oluyor. Üç nokta öne çıkıyor. Hepsi de geçmişe değil, geleceğe odaklı. İşte ben galiba bu nedenle iş dünyasını seviyorum. 

Birincisi, Türkiye’de kamu düzeninin bir an önce yerine oturması gerekiyor. Günlük işlerin bundan sonra nasıl takip edileceğinin belli olması gerekiyor. Bürokrasideki bu zorunlu temizliğin günlük işlerde aksamaya yol açmaması önem taşıyor. 

İkincisi, kural hakimiyeti ve hukukun üstünlüğünün yeniden tesisi önem taşıyor. Mecliste oluşan demokrasi mutabakatının bir an önce silahlı kuvvetlerin demokratik denetimi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ve de demokratikleşme gibi konuları öne alan bir anayasa mutabakatına dönüştürülmesi gerekiyor. Siyasete bu normalleşme sürecinde daha çok iş düşüyor. 

Üçüncüsü, yatırım ortamını güçlendirecek adımların süratle atılması gerekiyor. Burada hazırlığı zaten bitmiş olan Sınai Mülkiyet Kanunu gibi küresel gündeme geri dönüşümüzü ispatlayacak adımlara öncelik verilmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra devam eden üretim ve ihracat paketi çalışmalarının, yatırımların niteliğini artıracak yeni teşvik unsurlarını içerecek şekilde güçlendirilmesi ve tamamlanarak bir an önce uygulamaya konması gerekiyor. Türkiye’nin yüksek teknolojili yatırımlara pozitif ayrımcılık yapan bir vergi reformuna gitmesi gerekiyor. Şimdi yatırım ortamımızı diğer ülkelerle sadece eşitleyecek değil, bir adım öne çıkaracak adımlar atmaya daha çok ihtiyacımız var. Türkiye’nin bir an önce normal gündemine geri dönmesi gerekiyor. 

Ben darbe teşebbüsü sonrası mecliste oluşan mutabakatın hala harikalar yaratabileceğini düşünüyorum. Ayrıca mutabakat alanının daha da genişletilebilmesine imkân olduğuna da inanıyorum. Kraldan çok kralcılara rağmen, bu inancımı halen koruyorum. Yeter ki Türkiye’nin iktisadi kazanımlarını nasıl elde ettiği unutulmasın.