İthalat daha ucuz, üretime gerek yok!

Kenan YAVUZ / Petkim Genel Müdürü

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

İçinde bulunduğumuz ve hangi aşamasında olduğumuzu hiç kimsenin kestiremediği evrensel krizin bırakacağı etkilerin ışığında, yeni bir dünya düzeni kurulacağını iddia etmek sanırım geleceği görme kabiliyetine sahip olmaksızın, herkesin rahatlıkla görebileceği bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

Uzun yıllardan beri temel bir stratejik hata yaptık. Ucuz ithalata dayalı enflasyon düşürmek ve ucuz ara malı ithalatına dayalı rekabet gücü elde etmek. Bu temel yanılgı; ülkemizi giderek ithalata bağımlı bir ekonomi haline dönüştürdü ve artan ihracat tutarları istihdam ve katma değer yaratmak yerine ithalatı büyüttü ve ekonomimiz tatmin edici düzeyde bir istihdam ve yeterli katma değer yaratamadan olağanüstü bir büyüme trendi yaşadı. Ulaşılan nokta geçmişte hayal bile edemeyeceğimiz büyüklüğe ulaşmakla birlikte, eğer ithalata dayalı büyüme metodolojisi yerine, yerli üretime dayalı bir büyüme modeli uygulasa idik, bugün ülkemizi çok daha ileri noktalara taşımamız mümkün olabilecekti..

Küresel düzeyde rekabet gücümüzü artırmak ve ihracatı desteklemek adına kurulmuş mekanizmalar zaman içinde ithalatı tetikleyen unsurlar haline dönüştü. Dahilde işleme rejimi, ihraç edilmek üzere ithal edilen ara mallarını gümrüksüz olarak üretime sokma imkanı veren bir rejim olarak düşünüldü, ancak zaman içinde hem haksız rekabetin ve hem de ithalatı cazip hale getiren temel bir argüman haline dönüştü. Serbest bölgeler ise vadeli ithalatın önünü açan adeta birer antrepo haline geldi. Ne yazık ki ülkemizdeki hiçbir sivil toplum örgütü veya üniversite bu konuda bilimsel bir araştırma yapma ihtiyacı dahi duymadılar.Yapılan uygulamaların pratik sonuçları ne olmuştur? ne bilen var nede düşünen… Peki DİR rejimi, serbest bölgeler bu durumda, yapılan serbest ticaret anlaşmalarının durumu nedir? Hangi serbest ticaret anlaşmasının sonuçları izlenmiş, ülkemiz ekonomisinin bu anlaşmalardan nasıl etkilendiğinin ölçümü yapılmış mıdır? yetmiş milyon nüfusumuz ve büyük tüketim potansiyelimiz ile bizden yirmi kat daha küçük bir ülke ile hangi mantık ile serbest ticaret anlaşması yapılmıştır? Bu anlaşmanın sonuçları ne olmuştur, ne alınmış ve ne satılmıştır? tüm bu soruların cevapları bilimsel olarak cevaplandırılması gereken sorulardır.

Ülkemiz ekonomisi; üreten, kendi ayakları üzerinde durabilen, refah yaratan, istihdam yaratan, katma değer yaratan bir ekonomi olmak yerine, giderek taşeron bir ekonomi haline dönüşmektedir. Kaderini; ucuz döviz, ucuz ithalat ve ne pahasına olursa olsun gelmesi gerektiği düşünülen sıcak paraya bağlamış bir ekonomik yapı ile bu topraklarda ne milletimizi refaha ve ne de ülkemizi dik duracak bir özgüvene kavuşturabiliriz. Neden daha çok üretmiyoruz? çok mu zor? neden kendi ayaklarımıza kurşun sıkmayı çok seviyoruz? Bu soruların cevabını düşünmek insanın sağlığını bozacak noktalara ulaşan bir manevi iklim yaratıyor.Bu noktadan uzak olmak için insanın kendisini frenlemesi ve ''bana ne'' deme melekesini kazanması gerekiyor.

İthalat ve faiz lobilerinin bu ülkeye dayattığı paradigmalar ve düşünsel zehirlenmelerden kendimizi kurtarmalıyız. Unuttuğumuz birçok kavramı yeniden hatırlamak ve sanayileşme, yerlileşme, yerli üretim, yan sanayi gibi kavramlar ile yeniden buluşmak zorundayız. Liberal ekonomi; korumacılık kuyusuna düşmeden dünya ile yarışmak için sahip çıkmamız gereken bir modeldir, ancak ülkemizi yağmalatma sanatı değildir ve olmamalıdır. Hem dünyadan kopmadan yarışmalı ve hem de ülkemizin üretimini gözetecek mekanizmaları geliştirmeliyiz. Kağıt üstünde ultra liberal gözüküp, her türlü korumacılığı uygulayan başta Avrupa Birliği ve ABD gibi, bizde kendi yerli üretimimizi gözetmek zorundayız. Bu ülkeler tarafından uygulanan tarife dışı engeller, kotalar ve masa altı korumacılık uygulamaları sayısız örnekleri ile mevcuttur.

Yaşanan küresel kriz, dünya ekonomisindeki tüm dengeleri değiştirecektir. Ülkeler zaten var olan korumacılık mekanizmalarını hızla geliştirmektedirler. AB'nin REACH uygulaması, ABD'nin demir-çelik için yaptığı uygulama ve daha sayısız örnek mevcuttur. Bizim de proaktif olup, yeni dünya düzenine ülkemizde zaten çok az olan üretimimizi kurban vermeden harekete geçmemiz gerekiyor. Bu ülkede artık üretilmeyen, üretilemeyecek hiçbir şey yoktur. Dertlerimizin,problemlerimizin tek bir çıkış yolu vardır; üretmek, üretmek ve daha çok üretmektir. Mevcut bürokratik yapılanmamız bu ülkeyi geleceğe taşıyamaz… Bu gerçeği hepimiz kabul etmemiz gerekiyor. Eksikliklerimizi ve yanlışlıklarımızı birbirimizin üzerine atmak ve suçlu aramak yerine, suçu sahiplenme erdemine sahip olmalıyız.

Küresel krizden ülkemiz lehine fırsat yaratabilmemiz için, yeniden yüksek faiz düşük kur tuzağına düşmememiz gerekiyor. Merkez Bankamız'ın geçmişte yaşattığı ve bugün isabetli bir şekilde terk ettiği politikalarına geri dönmemesi gerekir. Çünkü yüksek faiz düşük kur tuzağının üretim üzerindeki etkisini, ithalatı nasıl cazip kıldığını ve bankaları bankacılık dışında sadece yurt dışından para getirip, devlete satan birer para simsarı yaptığını yaşadık. Bu kara tabloya yeniden ülkemizi geri döndürmekten imtina etmeliyiz. Yüksek faiz düşük kur maalesef ülkemizin ürettiği her kuruş değeri yurtdışına transfer eden en önemli mekanizma idi. Faiz lobisinin teorilerine inansaydı Merkez Bankamız, şimdi faizler nerelerde olurdu.Faiz indirimlerini yüksek bulup Merkez Bankası'nı eleştirenler şimdi neden sustular, neden sesleri çıkmıyor… Hani yanlıştı bu kadar yüksek faiz indirimleri… Merkez Bankamız'ı ve onun çok kıymetli başkanını gönülden kutluyorum ve diyorum ki; lütfen ülkemizi yeniden düşük kur yüksek faiz tuzağına düşürmesinler, TL'nin değerlenmesine engel olsunlar. Üretimi artırmak dışında hiçbir çaremiz yoktur. Türkiye artık üretim odaklı olmalıdır, üretimin üzerindeki yükler kaldırılmalı, hantal bürokratik yapı radikal bir şekilde çağdaşlaştırılmalıdır. İthalata dayalı ekonomik yapılanmadan vazgeçilmelidir. Yerli üretim ve yerli tüketim bilinci harekete geçirilmelidir. IMF gelecek dertler bitecek paradigması artık bitmelidir. Aylardır gündemde olan kredi garanti garanti fonu, alacak sigorta fonuna dönüştürülerek acilen uygulamaya alınmalıdır, böylece piyasadaki güven ortamının olmamasından kaynaklanan sorunlar aşılacaktır. Kredi Garanti Fonu veya Alacak Sigorta Fonu şeklinde yapılanacak bu fondan sadece yerli üretime konu mal ve hizmetler faydalandırılmalıdır.