Kazan-kazan dengesine ‘kazan kaldırmak’ ve reel sektör
Emre CAN / İzmir Ekonomi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Doktora Öğrencisi
Şeffaflık, denetim, finansal denetim, risk iştahının kontrol altına alınması, hesap verilebilirlik ve koordinasyon. Yaşadığımız son finansal krizde çözüme dair en çok duyduğumuz kavramlar bunlar belki de. Ama daha de önemlisi bu kavramların ne kadarının pratikte "uygulanabilir" olduğu ve "uygulandığı".
Bu kavramları ele aldığımızda Türkiye'nin 2000 yılının ortasından beri bu kavramlara aşina olduğunun altına çizmemiz gerekir. Bu kavramlar ve uygulamalarını BDDK, SPK, TMSF ve özellikle Merkez Bankası gibi özerk diyebileceğimiz yönetimler doğrultusunda yaşadığımızı belirtmek de faydalı olacaktır. Türkiye'de belki de krizin göreli olarak daha az etkilediği sektörün finans olması işte bu yüzden şaşırtıcı değildir. Çünkü finans sektörü bu riskleri ve bu risklerden doğan dersleri 2001 yılında 47 milyar dolarlık bir fatura ile ödemiştir. Bu fatura beraberinde sektörün denetlenmesi ve koordine edilmesi konusunda, sermaye yeterliliğinin yükseltilmesi, kamunun aydınlatılması ve bireysel yatırımcının korunması alanlarında birçok önlemin alınmasını sağlamıştır.
Bu kadar olumlu şey söyledikten sonra bir "ama" sözcüğünü beklenir ki burada tam da zamanıdır. "Ama", Türkiye'de finans sektörü bu alt yapıyla krizle görece güçlü şekilde başa çıkabiliyorken reel sektör niye bu kadar kötü bir performans göstermiştir? Büyüme rakamları niye bu kadar sert şekilde düşmüştür? İşsizlik rakamlarında niye artış gözlemlenmiştir? Kamu açıkları nasıl bir anda bu kadar çok yükselmiştir? Cevabı basit olduğu derece karmaşık dengelere bağlıdır. Ancak en basit açıklama hükümetin finans sektörüne sağladığı özerkliğe bağlı denetim, kontrol, koordinasyon ve şeffaflığın reel sektör için sağlamamış olmasıdır. Kamunun performansı hala reel sektörün en önemli girdisidir. Buna enerji fiyatlarını, dolaysız vergilerin yüksekliğini, özelleştirme uygulamalarını, ithalat ve ihracat mevzuatlarını, teşvik yasalarını, eğitim ve araştırma ve geliştirmeye ayrılan payın bütçeye oranını ve yaklaşık 1,5 yıldır süre gelen IMF anlaşma müzakere sürecini örnek verebiliriz. Bu örneklerdeki olumsuzluklar reel sektörün performansını olumsuz etkilemektedir.
Bir önceki yazımda karar vericinin IMF ile yapılması olası antlaşma ile ilgili olarak 8 defa anlaşmaya yakın olunduğu konusundaki beyanatlarına karşın anlaşmanın henüz imzalanmamış olması konusunda, oyun teorisi çerçevesinde, "karar verici piyasayı 8 defa kandırırken piyasa bu oyundan kazan-kazan dengesi çıkartabiliyorsa, bu oyunun bir kaybedeni vardır, o da ancak oyunda olmayanlardır" demiştim. Buradan hareketle kamunun piyasa sürprizi yapabilecek olmasının sonuçlarını (zararını) toplum ödeyecektir. Ödemektedir de.
Oyun teorisi çerçevesinde düşünürsek politikacının amacı hükümette kalmaktır. Bu yüzden onun için en iyi karar yeniden hükümette kalmasını sağlayacak politikadır. Ancak finans sektöründeki düzenlemeler ve özerk kurumlar karar vericinin bu alanda politik yeniden seçilmesini sağlayacak bir seçim yapmasının önüne geçmiştir. Belki de bu yüzden reel sektörün performansı finans sektörüne göre bu denli bozuktur.
Buradaki çıkmaz, sorunların çözümlerinin belli olduğu ve çözüle geldiği finans sektöründeki uygulamaların niye reel sektörde de uygulanmadığıdır. Finans sektöründeki özerk kurumların, kontrol, denetim ve şeffaflık ilkeleri neden reel sektörde uygulanmamaktadır? Hatta karar verici reel sektördeki bu yapısal sorunu (denetim, koordinasyon ve şeffaflık) çözmediği gibi politika sürprizi yapabilme potansiyelini göstererek hem IMF anlaşması hem de bankalara getirilen harç konusu, finans sektöründe süre gelen kredibiliteyi de etkilemektedir. Belki de bu yüzden MB Başkanı enflasyon raporu ile ilgili gelen sorulardan birine "Ekonomi yönetimi sürpriz yapmamalıdır. Öngörülebilir olmalıyız ki daha fazla iş ve üretim yapılsın" diyerek karar vericinin reel sektör üzerindeki etkisinin altına çizmiştir.
Sonuçta çözümler belli olduğu halde uygulamalar ancak karar vericinin hareket edebileceği bir alanla sınırlıdır. Karar vericinin bu alanı genişletmek istemesi ve sürpriz yapma potansiyelini belli etmesi, yalnız reel sektörü değil finans sektörünü de etkileyecektir. Bu yüzden "kazanın" doğurduğuna inandıysak, vefat etmesi durumunda da şaşırmamalıyız.