Kendi 'imge'sine Porland'la ulaştı

Gentleman'ın konuğu bu ay, "Porland"ı yaratan Süleyman Pamukçu.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

İSTANBUL - Türkiye'de son yıllarda kullanımı yaygınlaşan, daha geniş kitlelere hitap eden bir ürün porselen. Gerek ürün çeşitliliği gerekse, tasarımlarıyla Türk firmaları dünya ile yarışır durumda artık. Bu firmalardan biri Porland. Türkiye'nin önde gelen porselen markalarından "Porland"ı yaratan Süleyman Pamukçu, Bilecik'teki üretim tesislerinde Gentleman'ın sorularını yanıtladı. Gentleman'ın temmuz ayı sayısına kapak olan Pamukçu, iş hayatına atılma sürecini ve bu zamana kadar yaşadıklarını anlattı. 1956 Siirt doğumlu olan Süleyman Pamukçu, 8 çocuklu bir ailenin üyesi. Ortaokul ve liseyi Siirt'te okuyan Pamukçu, üniversite tahsilini ise Diyarbakır'da tamamladı.

Büyük ağabeyi ayaklı hava pompası üreterek küçük bir sanayi işine giren Süleyman Pamukçu'nun ticarete başlaması da bu günlere denk geliyordu. O sıralarda hala okuyan Pamukçu, o dönemde en büyük arzusunun bir araba olmak olduğunu söylüyor. Bir araba alacak kadar paranın yarısını biriktirdikten sonra ağabeyi ile İstanbul'a gelen ve ağabeyinin paraya ihtiyacı olduğu için arabanın peşinatını ona veren Pamukçu, karşılığında hava pompası alarak ticarete atıldığını belirtiyor. Ağabeyinin taksitle araç alma teklifini de kabul ediyor. Popmaları satıp arabanın taksidini ödeme hayali kuran Pamukçu, aldığı pompalar o dönemlerde fazla kaliteli olmadığı için biraz da zarar ediyor.

Pompaları sattığı yerler ise benzin istasyonları. Bazı istasyonlardan kovulduğunu bazı istasyonlarda ise pompaları alanların kendisine verdiği senetleri ödemeyince zarar ettiğini anlatıyor Pamukçu. Ancak Pamukçu, arabanın taksitlerini yine de ödüyor.

Siirt'te cıvıl cıvıl bir dükkan

Böyle sıkıntılı bir tecrübe ile ticarete alışan Pamukçu, üniversitede okuduğu dönemde Diyarbakır'da bir arkadaşından gördüğü zücaciye dükkanının benzerini Siirt'e kurduğunu belirten Pamukçu, o dönemleri şöyle anlatıyor: "Diyarbakır'da bir sınıf arkadaşım vardı. O da okula geliyordu ve bir dükkan açmıştı. Ondan imrenerek yaptım. Baktım ki çok hoş bir dükkan, bir de cıvıl cıvıl. Yapabileceğim bir iş diye düşündüm. Ben de dedim ki aynı dükkanı gidip memleketim olan Siirt'te yapayım. Derken ilk malımı da arkadaşımdan satın aldım. Belirli bir süreden sonra Paşabahçe ile tanıştım. Direkt mal almaya başladım Adana Bölge Müdürlüğü'nden. Oralarda meşrubat firmalarıyla da haşır neşir olmaya başladık. Schweppes bayiliği, Tuborg bayiliği. Ondan sonra meşrubat bayiliklerini de aldık. İlk önce bir ortaklığım vardı daha sonra tek başıma gerek Schweppes'in gerek Tuborg'un bayiliğini yapmaya başladım. Bu arada babam 'satamazsın' diyerek benimle küstü. Daha sonra babamın baskısıyla da bıraktım. Tuborg'un bayiliğini yaparken promosyonla dağıttıkları bardakların yüzde 50'sinin bizim tarafımızdan karşılanmasını istiyorlardı. Çok pahalı olduğunu veya pahalıya aldıklarını söyledim. Onlar da dediler ki, o kadar ucuz alabileceksen bize bu bardağı sen temin et. Ben de onları temin etmek üzere İstanbul'a geldim. Paşabahçe'den bardakları satın aldım, üzerine de Tuborg Yeşilim diye amblemini yaparak, Siirt'ten malı Yaşar Dış Ticaret'e sattım.

O yıllarda otellerde gerek tabaklarda, gerek cam bardaklarında amblem modası başlamıştı. Bunu yapanlar arasında bir tek ben vardım. Tek olmanın avantajını yaşayarak bir atölye kurmuştum o sıralarda.

Yaklaşık 130 metrekare. Amblem derken otele ve restoranlara kanalize olduk. Porselen, cam bardakları temin etmeye başladık. O yıllar Hisar çatal kaşıklarından alıp satıyorduk. Cam bardaklar da doğal olarak Paşabahçe ve porselen de yine Paşabahçe'ye ait bir fabrikada üretiliyordu."

İmge'den Porland'a giden yol

Firmanın ismini "İmge Ticaret" koyduklarını belirten Pamukçu, bunun hikayesini ise şöyle anlatıyor: "İmge oğlumun adıydı. Oğlum daha annesinin karnındayken adını koymuştuk firmanın. Dedik ki kız da olsa, erkek de olsa ona uyacak bir isim olsun. İmge, erişilmesi güç olan bir hayal alemi demek."

O yıllarda tek başına olmasına rağmen, şirketin günden güne büyüdüğünü söyleyen Pamukçu, "Tahtakale'de yerimiz vardı, Gaziosmanpaşa'da atölyemiz vardı. Bir başka atölyemiz Beykoz'da oldu. Hiç durmadan büyümeye başladık. Bir arazi almıştık Gebze'de, yaklaşık on dönüm, ilk aldığımız araziydi. Orada depolarımızı ve atölyeyi bir araya getirme amacındaydım. 1990'lı yıllarda İstanbul Porselen kapandı. Porselen ana kalemimizdi ürün olarak. Ya firmayı kapatacaktık veya bu işe devam edecektik. İstanbul Porselen kapandıktan sonra tüm o makineleri ve ekipmanları komple olarak satmadılar, parçalayarak aldık.

Çalışanları çıkarmışlardı işten, onları işe aldık. Ekipmanlarını aldık. Kalıplarını aldık. Makinelerini aldık ve Gebze'ye taşıdık. Sığdırabileceğimiz ve ihtiyacımız olan makineleri, fırınları çalıştırmaya başladık. Ve daha mal fırındayken satmaya başladık çünkü bir müşteri potansiyelimiz vardı bizim" diyor.

Üretime geçtikleri zaman şirketine uluslararası bir isim koymaya karar verdiğini belirten Pamukçu, "1992 yılında üretime geçtiğimiz zaman Porland Porselen Sanayi A.Ş.'yi kurduk. Uluslararası bir isim koymamız gerekiyordu, çünkü artık globalleşen bir dünyamız var, onu hissediyor ve biliyordum. Daha hızlı tanınabilmesi için markanın bir logoya ihtiyacı vardı, onu da balerin olarak seçtim. O şekilde başladık. Porland markasıyla 1992 yılında çıkan ilk ürünlerimizi de Hilton'a, Sheraton'a satmaya başladık" diyor.

Artan talepler nedeniyle Gebze'ye sığamadıklarını belirten Pamukçu, "Ucuz ve çok büyük bir araziye ihtiyacımız vardı. Arayış içerisindeyken, burada organize sanayi kurulmaya başlanmıştı. İstanbul'a yakınlığı, hammadde kaynaklarına yakınlığını görünce burayı tercih ettik. Altı bin ton civarında bir üretimle başladık. Gebze'deki tonajımız ise yaklaşık bin ile bin beş yüz ton civarındaydı. Şu anda on sekiz bin ton kapasiteye ulaştık. Bütün Avrupa ülkelerine hemen hemen ihracatımız var. Ağırlıklı olarak İngiltere'ye ihracat yapıyoruz" diyor.

'Benim gibi adamlar biraz işkolik'

Size geçelim biraz. Son zamanlarda neler yapıyorsunuz?

Bir tatile isteyerek gidiyorum ama belli bir günden sonra iş yapma arzusu başlıyor beni dürtmeye" diyen Pamlukçu, "Benim gibi adamlar öyle tahmin ediyorum ki biraz işkolik" diyor. Bir yılda mutlaka bir yurtdıyı tatili yaptıklarını belirten Pamukçu, Bulgaristan gibi yakın ülkeleri tercih ettiklerini kaydediyor. "Kayak yapmayı ailece seviyoruz. Dolayısıyla, elimizden geldiği kadar, yılda bir iki defa Uludağ'a gidiyoruz" diyen Pamukçu, "Fakat gittiğimiz zaman bile, en fazla üç-dört gün sürüyor. Sonra güle oynaya işe başlıyorum. Yapımız herhalde bu. Aynı şekilde yazın da yine Türkiye'yi tercih ediyorum. Antalya, Bodrum. Oğlum Bodrum'u daha çok seviyor. Ben genelde Antalya'yı tercih ediyorum. Çünkü Antalya'da yine bölge müdürlüğümüz var. Gitmişken bir uğramış oluyorum. İzmir ve Ankara'da bölge müdürlüğümüz var. Zaman zaman İzmirli oluyorum, zaman zaman Ankaralı oluyorum. Bir hafta, on gün, bir ay yaşayabiliyorum oralarda. Mutlaka haftanın iki günü spor yapıyorum. Bilecik'e geldiğimiz zaman da yine tenis arkadaşım var doktor, onunla zaman zaman tenis oynuyoruz. Zaman zaman da bizim çalışanlarla voleybol maçlarımız oluyor" diye konuşuyor.

'Oğlumla arkadaş gibiyim'

"Oğlumla ben arkadaş gibiyiz" diyen Pamukçu, şöyle dvam ediyor: "Hemen her şeyi konuşuyoruz onunla. Biraz da ona sormak lazım galiba. Çakıştığımız noktalar var tabii. İstanbul gibi bir yerde yaşıyor ve tabii geç geliyor. Bunu yadırgıyorsun çünkü biz buna alışmış değiliz. Özellikle bizim ailede 7.5 dedin mi, bütün herkes eve gelmek zorundaydı. Onun yerine kendimi koyduğum zaman da anlayışla karşılamak zorundayım. Çünkü onun açısından bakıldığında da haklı nedenleri var. Arkadaşları bir araya gelmiş, özellikle hafta sonlarını bu şekilde geçirmeleri doğal.

İmge Amerika'da uluslararası işletme okudu. Liseden sonra oraya gitti. Boston'da gayet iyi yetişti. Muhakeme gücü yüksek bir kişi oldu. Burada bana yardımcı oluyor, asistanlığımı yapıyor. Biraz da satışa yönelik, reklam, satış ve internet gibi konularla uğraşmaya başladı. Gayet de iyi gidiyor."

 

Bu konularda ilginizi çekebilir