Kim demiş, zenginler vergiye karşı diye!
Orhan AKIŞIK
Geride bıraktığımız ekonomik kriz döneminde, kamu harcamalarındaki artış ve vergi
gelirlerindeki azalmaya bağlı olarak ortaya çıkan yüksek bütçe açıkları ve kamu borç stokundaki artışlar, bir çok ülkenin ivedilikle çözmesi gereken sorunların başında geliyor. Geçen pazar günü bir araya gelen AB'ye üye ülkelerin maliye bakanları, ödeme güçlüğü içindeki Yunanistan'a krizden çıkabilmesi için 30 milyar Euro tutarında yardım yapma konusunda sonunda anlaştılar.
Üç yıl vadeli ve %5 faizli yardım paketinin, bu ülkenin sorununa çare olup olmayacağı şimdilik bilinmiyor. İstemeyerek olsa da kabul edilen bu yardım paketinin arkasında, Yunanistan'a yardımdan çok, hem krizin AB'nin borç stoku yüksek diğer iki ülkesi, İspanya ve Portekiz'e sıçramasının önüne geçmek, hem de ortak para birimi euro'nun değer kaybını önleme düşüncesi yatıyor.
Atlantik'in öteki yakasındaki görünüm, bundan pek farklı değil. 2000'li yılların başında ortaya çıkan kısa süreli resesyon, sonrasındaki Irak savaşı ve önceki Başkan Bush döneminde vergilerde yapılan indirimlerin neden olduğu bütçe açığı, geçen yıl sona eren büyük resesyonun da etkisiyle 2009'da gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) % 10'una ulaştı. Bütçe Dairesi'nin tahminlerine göre, bu yıl %10.6 olarak gerçekleşecek açığın, 2011'den itibaren azalma trendine girerek 2018'de %3.6 oranına gerilemesi öngörülüyor. Şahıs ve kurumlar vergisinde beklenen artışlara dayalı bu tahminin gerçekleşmesi, büyük ölçüde ekonominin istikrarlı büyüme sürecine girmesine bağlı.
İki yılı aşkın bir süre tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik krizden çıkılmasında, açık bütçe politikasının önemli katkısı olduğu bir gerçek. Bununla beraber, bu politikanın orta ve uzun vadede sürdürülmesi mümkün değil. Çünkü, yüksek bütçe açıkları kısa vadede talep ve üretim artışına yol açsa da, uzun vadede faizleri artırarak sermaye birikimi ve üretim üzerinde olumsuz etki yaratıyor.
ABD yönetimini asıl düşündüren, 1946-1964 yılları arasında doğan neslin emekliliğinin yaklaşması. Yaklaşık 76 milyon kişiden oluşan bu grubun, sosyal güvenlik ve sağlık giderlerinin gelecek yıllarda kamu harcamalarında yüksek artışlara neden olacağı tahmin ediliyor. 1950'lerde GSYİH'nın %0.3'nü oluşturan sosyal güvenlik ve sağlık giderleri, şu anda faiz dışı toplam bütçe giderlerinin hemen hemen yarısını oluşturmakta. Bu, başlıca iki nedenden kaynaklanıyor.
İlki, ödemelerin kapsam ve miktarının önceki hükümetlerin tercihleri doğrultusunda artırılması. İkincisi ise, bu ödemelerden yararlanan insanların sayısında zaman içinde meydana gelen artış. Farklı bir deyişle, nüfusun giderek yaşlanması. 1940'lı yıllarda 65 yaş ve üstü her bir kişiye 8.6 çalışma çağında insan düşerken, içinde bulunduğumuz yıllarda bunun yaklaşık yarı yarıya azalarak 4.7'ye gerilediği görülüyor.
Sorun, büyük resesyonun yanı sıra sürekli artan sosyal güvenlik ve sağlık harcamalarından kaynaklanan yüksek bütçe açıkları ve kamu borç stokunun nasıl kontrol altına alınacağı noktasında düğümlenmekte. Esasen, gelirleri, yani vergileri artırmak ve harcamaları kısmak dışında başka bir çözüm yolu yok. Ancak, ekonominin hala tam istihdam düzeyinin oldukça altında bir gelir seviyesinde olduğu düşünüldüğünde, bu araçların kullanımında dikkatli olmakta yarar var. Amerikan toplumunda neredeyse bir tabu olan sosyal güvenlik ve sağlık harcamalarının dışında, savunma ve eğitim giderlerinde de yönetimin kısıntıya gitmesi zor.
Geriye tek bir yol kalıyor. O da, vergileri artırmak.
Başkan Obama'nın ekonomi danışmanlarından, Merkez Bankası eski Başkanı Paul Volcker, bütçe açığının kontrol altına alınması için, Avrupa ülkelerindeki gibi tüketimin vergilendirilmesi, yani katma değer vergisinin getirilmesinden yana. ABD gibi, ekonomisi büyük ölçüde tüketime dayalı bir ekonomide, genel bütçe içinde yer alacak bir katma değer vergisinin etkili olacağına şüphe yok. Ancak bu verginin olumsuz tarafı, dolaylı bir vergi olması nedeniyle, düşük gelirli insanlar açısından adaletli olmaması. Bunun dışında, katma değer vergisi, düşük gelir grubuna
dahil olan insanların tüketim harcamaları üzerinde olumsuz bir etki de yapabilir. Bu durumda, yüksek işsizlik sonucu zaten düşük seyreden tüketim harcamalarının daha da azalarak ekonomiyi tekrar resesyona sürüklemesi mümkün.
Son günlerdeki ilginç gelişmelerden birini, yüksek gelir grubuna giren bazı kişilerin vergilerinin artırılması için kongreye verdikleri dilekçeler oluşturuyor. Bu, zenginlerin yüksek vergilere karşı olduğu şeklindeki yaygın inanışın her zaman doğru olmadığını göstermesi açısından önemli. Gelişmelere bakılırsa, bunların isteklerinin gerçekleşmemesi için hiç bir neden yok. Bush döneminde uygulamaya konulan indirimlerin bu yıl içinde sona erecek olması nedeniyle zenginler, yani yılda 250.000 dolar ve üzeri kazanç elde edenlerin vergileri zaten artacak. Bunun dışında, menkul sermaye gelirleri üzerinden alınan vergilerde de artış bekleniyor. Kim demiş zenginler vergiye karşı diye!