Kırk satır mı, kırk katır mı?
Orhan AKIŞIK
Öyküyü hatırlayacaksınız; eski çağlarda huzura çıkarılan suçluya, hükümdar kırk satır mı, kırk katır mı? diye sorar. Suçlunun kırk katır, diye cevap vermesi de kendisini kurtarmaya yetmez. Vücudunun her bir kısmı bir katıra bağlanan adam, katırların değişik yöne gitmesiyle yaşama veda eder.
Son günlerde AB'den gelen haberler bu öyküyü çağrıştırmakta. Vergilerin artışı ve kamu harcamalarının azaltılmasından oluşan kemer sıkma politikalarını yürürlüğe koyan AB ülkelerinin önünde enflasyon ve deflasyondan oluşan iki seçenek duruyor. Ya Birliğin aşırı borçlu ülkeleri Yunanistan, İspanya, İrlanda ve Portekiz'in belki de uzun yıllar sürecek bir deflasyon sürecine girmeleri pahasına, enflasyonist eğilimleri (?) dizginleyecek sıkı para politikasına yönelecekler, ya da gelir azaltıcı kamu politikalarının, Birliğin yüksek borçlu ülkelerinin ekonomik ve sosyal yapıları üzerindeki yıkıcı etkilerini bir ölçüde de olsa hafifletmek için enflasyon artışına razı olacaklar.
Kuruluşundan bu yana, ana felsefesi enflasyonun önlenmesi şeklinde tanımlanan Avrupa Merkez Bankası (ECB), acaba bu defa beklentilerin aksine alışılagelmiş politikasından vazgeçecek mi?
ECB'den yapılan açıklamalar bunu yalanlar nitelikte. Başkan Trichet, bu ayın başlarında Banka'nın Yunanistan, Portekiz ve İspanya'dan yaptığı bono alımlarının yarattığı likidite artışının, tarih vermemekle birlikte sterilize edileceğini; bunun para arzında genişleme yaratmayacağını söylüyor. Uluslararası finans çevrelerine yönelik, Euro'nun değerinin daha fazla düşmesine izin verilmeyeceği mesajını içeren bu açıklamanın, fazla bir geçerliliği yok. Çünkü yatırımcıları şu anda düşündüren, olası bir enflasyondan ziyade, gelir azaltıcı kamu politikaları sonucu AB ekonomilerinin deflasyon sürecine girmesi olasılığı. Nisan ayında ilk defa AB'nin dördüncü büyük ekonomisi İspanya'da yiyecek ve enerji fiyatları dışındaki malların fiyatlarında bir önceki yıla göre % 0.1 oranında ortaya çıkan gerilemeye ilaveten, Portekiz ve İrlanda'da da fiyatların düşmeye devam etmesi, bu yöndeki endişeleri artırıyor. Fiyatlardaki düşüşün ileriki dönemlerde de devam edeceği beklentisi yaygınlaşırsa, bu, tüketim harcamalarında azalmaya neden olarak resesyonu daha da derinleştirecektir. Vergi gelirlerinin iyice düşmesi ve bütçe açıklarının daha da artması anlamına gelen böylesi bir tablonun sadece yüksek borçlu bu ülkeler açısından değil, AB'nin bütünü için de şimdikinden daha vahim sonuçları beraberinde getireceği açık. Fiyatlardaki düşüş borç yükünü reel olarak artıracağı için, borçların geriye ödenmesini de zorlaştıracaktır. Borçlu ülkelerin Parasal Birlikten kopmasına ve hatta Euro'nun çökmesine kadar uzanabilecek böylesine ağır senaryo gerçekleşebilir mi?
AB'nin ileri gelen ülke liderlerinin yakın geçmişteki demeçlerine bakılırsa, ECB'nin buna izin vermesi söz konusu değil. Esasen, bu kurumun enflasyon olgusuna bu kadar katı yaklaşmasının nedeni, merkez bankaları arasında nispeten yeni olması. Ayrıca bunda, Birliğin güçlü üyeleri Almanya ve Fransa'nın enflasyona karşı aşırı hassasiyetinin payı olduğu da söylenebilir. Merkez bankaları için parasal istikrarı ön planda tutan kurum oldukları imajını yerleştirmek güvenilirlik ve kredibilite için önemli. Fakat "nasıl bir istikrar ?" Hatta, soruyu, "kimin için istikrar?"
şeklinde formüle etmekte mümkün. Çünkü fiyat istikrarının tanımı ekonominin içinde bulunduğu koşullara göre değişebiliyor. Bir başka deyişle, fiyat istikrarı iki tarafı keskin kılıç. Bu, AB gibi birden çok ülkeden oluşan bir yapıda daha da belirgin olarak ortaya çıkıyor. Zengin, ekonomileri güçlü Birlik ülkeleri için enflasyonun önlenmesi fiyat istikrarı anlamına gelirken, resesyon içindeki ülkeler için deflasyonun önüne geçilmesi fiyat istikrarıyla eşanlamlı. Bu ikilemin temelinde yatan olgu ise, Parasal Birlik. Ekonomik konjonktürün farklı noktalarında bulunan ülkelerin ihtiyaçlarına aynı anda cevap verecek bir politikasının olmayışı nedeniyle, parasal birliğin etkin bir kuruluş olduğunu söylemek güç. Farklı bir deyişle, eşzamanlı olarak enflasyon ve deflasyonla karşı karşıya kalan ülkelerin bu sorunlarının giderilmesi, yeknesak para politikası nedeniyle mümkün olmamakta. Örneğin, deflasyonist açığı olan ülke, işsizliği azaltmak için genişletici bir para politikasına ihtiyaç duysa da, bu, söz konusu ülkenin bağımsız para politikasının olmayışı sebebiyle mümkün değil. Benzer şekilde, enflasyon içindeki ülke ekonomisini soğutmak için sıkı para politikası uygulamak istese de, bunu yapamaz. Bu durumu gidermenin tek yolu işgücünün yeterince seyyal olmasıdır. Yani işgücünün, işsizliğin yüksek olduğu bölgelerden düşük düzeyde olduğu bölgelere doğru yer değiştirmesi. Ancak dil başta olmak üzere farklı kültürel özelliklere sahip ulus devletlerden oluşan AB içinde buna yer yoktur.
Bu temel sorunun çözülmesi, hayal gücümüzü zorlayarak olsa da Birleşik Avrupa Devletleri gibi bir siyasi oluşum içinde de zor. Çünkü sınırların kalkması, kültürel özelliklerin yok olup gitmesi anlamına gelmiyor.
AB'nin karşı karşıya kaldığı sorunu, "ya kırk satır, ya da kırk katır" şeklinde özetlemek mümkün. Alternatifler politikalar kullanılsa da, ECB'nin kolay kolay Euro'daki düşüşün önüne geçmesi zor. Parasal Birlik, ölü doğmuş bir projeden öte giden bir görüntü çizmiyor. Bu son kriz, bunu açık bir biçimde ortaya koymuş bulunuyor. Bu yapı içinde Euro'nun güçlenerek istikrara kavuşması iyimser bir düşünce.