Kontrolsüz ekonomik güçler
YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Erhan BİLGİN
İSTANBUL - Teftiş, kontrol, denetim veya murakabe (inspection) bütün dünyada piyasa aktörlerinin pek hazzetmediği bir kelime. Bu sözcükler, hukuki sonuçlar üretecek şekilde resmi anlamda kullanıldığında ise piyasa aktörlerinin huzuru kaçabiliyor. Hatta gazetelerdeki yazılarına baktığımızda bir çok iktisatçının da…
Türkiye'de 'denetim' piyasa aktörlerinin katlanmak zorunda oldukları 'geçici bir uygulama' görülmeye devam ediyor. Bu algıyı daha yeni, sucuk üretimindeki kontrollerde de gördük Türk Ticaret Kanunu'na karşı şirket tepkilerinde de… Yeni Türk Ticaret Kanunu'na büyüğünden küçüğüne şirketlerin gösterdiği tepki, Türkiye'de piyasa denetiminden ne anlaşıldığını da açık biçimde ortaya koymuştu. Kanunun denetlenme zorunluluğuna ilişkin hükümleri, şirketlerden gelen ortak keskin tepkiler üzerine gevşetilip ve daraltılmıştı. Halbuki getirilen denetim hükümleri resmi devlet veya sosyal teftişi içermiyordu. 'Piyasa içinden', piyasa aktörlerinin denetimini kapsıyor, kendisi de piyasa unsuru olan 'bağımsız uzman denetçi'nin teftişi ile sınırlı bulunuyordu.
Türkiye'de piyasa aktörleri hangi biçimde olursa olsun hatta şirket içi denetimi bile zorlayıcı bir müdahale, olarak görüyor. Devletin resmi vergi denetimlerinin büyük kısmında usulsüzlük saptanması, gelirlerin gizlendiğinin ortaya çıkması, hatta ortakların birbirinden habersiz mali operasyon yaptıklarının ortaya çıkması, ücretlilerin yüzde 29'unun kayıt dışı istihdam edilmesi vb vb, kuruluşların denetimden kaçınmakta ne kadar haklı olduğunu ortaya koyuyor!
Denetimi 'kurumsal sosyal sorumluluk' veya 'Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmeler'in bir unsuru olarak gören, 'şirket imajını güçlendirici' bir unsur olarak ele alan kuruluşların sayısı son derece sınırlı.
Geçerken belirtelim ki üniversite, Türkiye'de piyasa aktörlerinin denetimi genetik biçimde reddeden anatomik yapısı ile siyasi demokrasinin düzeyi arasındaki ilişkileri araştırmaya yönelse zannediyorum son derece verimli, etkili sonuçlara ulaşacaktır.
Göstermelik denetim
Üretimin, hizmetlerin mali operasyonların hemen hemen tamamının gerçekleştirildiği piyasaların denetlenmesi aynı zamanda siyasi bir zorunluluk. Batı Demokrasisi'nde tüketici teşkilatları, dernekler, uluslararası organizasyonlar (Greenpace gibi) ve sendikalar ve hatta siyasi örgütler de piyasa aktörlerini kendi ilke ve araçlarıyla kıyısından köşesinden 'denetlemeye' gayret ediyorlar. Birleşmiş Milletler Küresel ilkeler Sözleşmesi'nin gündeme gelmesinde çocuk işçiliğin ve kansorejon girdilerin vb vb, üretim sürecinde yasaklanmasında bu 'sosyal teftiş' müdahalesinin rolü çok büyük.
Türkiye'de ise 'sosyal teftiş' şu veya bu nedenle son derece sınırlı. Piyasanın toplumun yararına sonuçlar üretecek kısmı tümüyle resmi denetimin (Belediyeler ve Bakanlıklar ile 'yasal olarak özerk' 'Üst Kurullar' ve Sayıştay'ın denetimleri) kapsamı içinde. Bu denetimlerin de etkili sonuç verdiğini, sosyal açıdan yeni imkânlar yarattığını söylemek çok güç. Resmi denetimlerde Prosedürün tamamlanması, resmi otoritenin gücünü göstermesi gibi siyasi ve bürokratik sonuçlar çok daha öne çıkıyor.
Rekabet Kurumu'na tepki
Geçtiğimiz hafta Rekabet Kurumu'nun 'Türkiye'de Faaliyet Gösteren On iki Banka Hakkındaki Soruşturması'nın bankaların piyasada ihlâl yaptığını belirten, yaklaşık 1 milyar TL cezaya hükmeden sonuçları, maalesef kamuoyunda yeterince tartışılamadı.
Basın, sorunu kapsamlı biçimde ele alamadı.
Konuyu ele alan iktisatçı köşe yazarlarının bir kısmı Rekabet Kurumu'nun kararını eleştirmekte gecikmediler. Bir kısmı ise kararı destekleyen yazılar yazdı. Kararı eleştiren Radikal köşe yazarı Uğur Gürses, adeta bankaların gönüllü savunuculuğunu yaptığı “ Bizde kayıt altındaki kurumsallaşmış kazlar yolunur” başlıklı yazısında, soruşturmayı “En kurumsallaşmış, en kayıt altındaki kuruluşların cezalandırılıyor olması dikkat çekici” diyerek eleştirirken banka kayıtlarının şeffaf olduğuna vurgu yapıyordu.
Varsayalım ki bu şeffaflık yalnızca bağımsız denetim veya resmi denetimle doğrulanmış olsun; bu mali sistemin yasal ihlal veya hak ihlalleri yapmadığı anlamına gelemez. Gürses denetimin yalnızca kayıt-kuyut işlerini işleriyle sınırlı olduğunu varsayıyor olabilir, ama gerçek bir denetim resmi denetimin de ötesinde 'sosyal teftişe' (yani kamuoyunun hak ihlalinden kaçındıklarını kabulüne) uzanacak kadar kapsamlı olmak durumundadır.
Denetlenmiş olmak 'mevzuata uygunluğun' onaylanması değildir. Milyonlarca insanın, hatta nüfusun büyük kısmının bir şekilde ilişki içinde olduğu kurumların, yani bankaların kamuoyu nezdinde hak ihlalinden kaçındıklarını kanıtlamaları gerekir. Eğer bu kanıtlama girişimi olsaydı (kamuoyunda yine yeterli ilgi göremeyen) tüketici örgütlerinin geçen hafta 'banka işlem boykotu' çağrısı gündeme gelmezdi. Tüketici örgütlerinde ifadesini bulan, kitlesel banka müşterisi tepkisi, açılan davalar, müşteri şikayetlerinin dikkate alınmaması, bankalar sisteminin yeniden, çok daha etkin ve hatta sosyal bakımdan da denetlenmesi gerektiğini ortaya koymuyorsa ne anlama geliyor?
Ekonomik boyut gözden kaçırılıyor
Gürses, meselenin ekonomik boyutlarına da değinmekten kaçınıyor. Yalnızca geçen yılın bilançolarına baktığımızda bile bankalar sisteminin sanayi ve hizmet sektörlerine göre karşılaştırılamayacak ölçüde yüksek kar elde ettiklerini, karın kaynağının önemli bir kısmının müşterilerden alınan ücret, komisyon haç vb olduğunu görüyoruz. Bu tür kazançlara odaklanan bir sistemin (bunun milli gelire katkı sağlayamayacağını, gelir transferi yaptığını, sanayi sektörünün gelişimini engelleyici etkilerini da şimdilik bir tarafa bırakalım) teftişinin çok kapsamlı ve boyutlu olması gerekmiyor mu? Müşterilerin ve tüketici örgütlerinin taleplerinin, şikayetlerinin, çok daha kısa sürede ve tek yanlı olmayan, özel sözleşmelere sıkıştırılmayan şekilde ele alınması kaçınılmaz hale gelmemiş midir?
Rekabet Kurumu'nun kararı bu konunun gündeme gelmesi ve kurumsal düzenleme yapılması bakımından son derece önemli ve anlamlıdır. Umuyoruz gerekçeli karar açıklandığında bu konuya kapı aralayan önerileri de görebiliriz.