Kriz mi yener, 2009 mu?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Hakan ÇINAR / ARC Eğitim Danışmanlık Yön. Krl. Başkanı

Hepinizin nasıl yani, böyle de soru mu olur dediğini duyar gibi oldum bir anda. Gündemin böylesine kriz ile dolu olduğunu, bu kelimenin, 2008'e damgasını vurduğunu, tüm dünyanın belki de ilk kez bu denli üzerinde hem fikir olduğu bir konu olduğunu hatırlayınca, sanıyorum biraz daha mantıklı gelmeye başladı bu soru şu anda.

Sevgili okurlar, ben öncelikle krize ilişkin olarak bir iki farklı boyut getirmeye çalışacağım konuya ve sizleri yılın bu son günlerinde çok da fazla sıkmamaya gayret edeceğim.

Ekonomik krize farklı bir anlam yükleme adına, ben "ekonomik deprem" adını vermek istedim. Birçok insanın hayatını perişan edebiliyor olması, kimilerinin bu sebeple yaşamına dahi son verebilmesi belki de böyle düşünmeye sevk etti beni. Bazı ekonomistler, krizler önceden öngörülebilse idi tedbirleri de önceden alınabilirdi diyorlar, adeta depremler gibi. Depremin önceden bilinmesi, belki birkaç saniye dışında hala mümkün değil, gelinen bu teknolojiye rağmen. Gece uykumuzda, veya belki duşun altında, belki otomobilin içerisinde bir anda yakalanıveriyoruz depreme. Peki siz, hiç bir anda; örneğin uykunuzda, veya tam merdiven çıkarken apartman boşluğunda krize yakalanan duydunuz mu veya yakalandınız mı ya da böyle bir şeyi mümkün görüyor musunuz? Sanırım hep birlikte "hayır" yanıtını verebiliriz bu soruya. O halde insanlar, en azından belli süreler öncesinde bu krizin farkına varabiliyor olmalı ve kim bilir belki de bazı tedbirleri de uygulamaya alabiliyor olmalılar. Bana bazı belirtiler ekonomik depremin işareti oldu dediğimde, umursamayanlar oldu. Ne gibi belirtileri kastettiğime bir göz atalım çok hızlı bir şekilde. Uzağa gitmeyeceğim, ve sadece ülkemizdeki manzaranın bile bu krizlere işaret olduğunu ortaya koymaya çalışacağım, vereceğim birkaç örnek ile.

Bugün günümüzde, bir süreden beri artarak gelen bir tüketim çılgınlığı var. Zenginliğimiz öylesine artmış olmalı ki, çok kısa sürede arabalarımızı değiştirip, bazen de koleksiyon yapmaya çalışıyoruz. Paramız yoksa mı? Olmasına gerek yok ki, paramız yoksa bankamız var. Bankamız varsa bol vadeli, ucuz faizli kredilerimiz var. Dolabımızda onlarca elbise veya ayakkabı varken, düşünmeksizin yenilerini alabiliyoruz ve alıyoruz da. Neredeyse her bayramı yurtiçi yurtdışı demeksizin tatillerde geçiriyoruz, o da yetmiyor, bilumum milli bayramlarda da bu adetimizi sürdürüyoruz. Elbette yaşam kalitemizi arttırmak en doğal hakkımız ve bunların hiç birisine karşı değilim, ama paramız varsa. Paramız yoksa mı, yani gelirimiz bunlara yetmezse mi? Canım bu da sorumu, paramız olmasına gerek yok ki, kredi kartlarımız ne güne yarıyor, nasıl olsa hiç olmayanın cebinde en az iki üç kredi kartı var. Limit mi? Ooo o da sorun mu, her banka, en az bir aylık gelirimizi limit olarak veriyor bizlere nasıl olsa. Daha sayayım mı? Türkiye'de durum böyle; zannetmeyin ki, Amerika'da, Avrupa'da, veya iflas ettiğini dünyaya ilan eden İzlanda'da durum farklı. Dünyada genel durum bu veya buna yakın. Üzerine bir de başta Amerika olmak üzere birçok ülkede mortgage kredilerinden doğan borçlar da eklenince doğal sonuç olarak ortaya elde edilen gelirin aşırı üstünde bir harcama tablosu çıktı.

Üzerine, dünyadaki büyük finans kuruluşlarının finansal enstrümanları abartarak kullanmaları da kaymak oldu pek tabi. Ben de bir ekonomistim, ama bu tablonun bir gün dünyada dengeleri alaşağı edeceğini görmek için ekonomist olmaya ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki, petrol fiyatlarıydı, enerjiydi, ucuz emeğin etkisiydi gibi konulara da hiç değinmiyorum; zira tüm bunlar da dünyadaki ekonomik denge ve güç paylaşımını önemli ölçüde etkileyen faktörleri teşkil etmektedir.

Bu konuda bir şeyi bilirim ve bir şeyi söylerim: Teknoloji, yenilikler, güzel hayat şartları, çağdaş yaşamın gerektirdiği her şey, ama her şey çok ama çok güzel ve insanların bunları kullanma isteği de gayet doğal. Ancak, doğal olmayan gelirimizin yettiği ölçeğin çok daha üzerinde harcamayı yaşam biçimi haline getirmiş olmamız. 2008 ekonomik krizi, tüm dünyaya belki de kocaman bir şamar olarak bu gerçeği gösterdi.

Peki, 2009 daha mı farklı geçecek, ya da biz nasıl bir farkı ortaya koyabilmeliyiz, özellikle Türk insanı olarak.

2009'un krizi yenmesini beklemek biraz iyimser bir yaklaşım olur sanki. Depremin ardını toplamak nasıl kolay değilse, burada da durum aynı. Elbette 2009 toparlanma yılı olarak tarihe damgasını vuracak tüm dünya için. Ancak, bir realite var ki, uzunca bir süre, az önce bahsettiğim tüketim çılgınlığı eski boyutu ile yaşanmayacak ve insanlar harcamalarını ister istemez daha fazla disipline etmeye çalışacaklar. Dolayısı ile üretim yapan kuruluşlar da, bunları taşıyanlar da, hizmet sektörü ile destek verenler de artık kendilerini ve tesislerini belki de yeni tüketim adetlerini göz önünde bulundurarak yeniden planlayacaklar. İşte bu süreç içerisinde, biz ülke olarak fırsatı iyi değerlendirebilir, yeniden şekillenen pazarda yerimizi daha sağlam bir şekilde alabiliriz. Çin'in maliyetlerinin ve Amerikan Doları'nın yeniden yükselişe geçmesini Avrupa'ya veya yeni bir çok ülkeye ihracatımızda bir artış fırsatı olarak görebilir, pazar payımızı yükseltebiliriz. Kalitemizi arttırabilir, AR-GE'ye önem verir, Avrupa Birliği hibelerinden daha fazla yararlanmaya odaklanabiliriz. Ancak bunların tümünü, elbette nitelikli iş gücümüzü önce muhafaza ederek, sonra geliştirerek başarabiliriz.

Krizler geçicidir

Krizlerin gelip geçici olduğunu, diğer yandan aynı depremler gibi izlerini uzunca süre bıraktıklarını unutmayalım. Ancak, nasıl depremden sonra da kayıplarımıza rağmen yaşamak durumunda olduğumuzu bilerek yola devam ediyor isek, bugün de durum farklı olmamalıdır. Hemen paniğe kapılmadan, özellikle elimizdeki yetişmiş iş gücünü kolay kolay kaybetmeden yola devam etmeyi başarmalıyız. Ülkemizin bu tarz yetişmiş insanlara her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Mutfaklarımızı temizlemeli, kalitesiz süreçlerimizi iyileştirmeli, yarına daha kuvvetli girebilecek, altyapılarımızı kuvvetlendirmeliyiz. Her zamankinden daha fazla eğitime önem vermeliyiz. Kriz olduğunda ilk kestiğimiz kol olan eğitimin, gerçekte en sağlam tutmamız gereken yer olduğunu, bilgi ve beynin uyumu ile başarılı yarınlara imza atabileceğimizi aklımızdan çıkartmamalıyız.

Gördüğünüz gibi, yazımın başlığında sormuş olduğum sorunun yanıtı aslında, yazının içerisinde yer alıyor. Kriz de yenebilir, 2009'da; bu tümüyle bizlerin ve elbette dünyadaki güçlerin bundan sonra nasıl davranacaklarına, ne denli bilinçli hareket edeceklerine, özetle yorganın içerisine ayağımızı sığdırabilecek şekilde uzatmaya gayret etmemize bağlı görünüyor. Ancak, morallerimizi bozmaksızın, her zamankinden daha fazla çalışmalı, birbirimizle daha fazla dayanışma içerisinde olmalı; bu ülke ve geleceği için katabileceklerimizi artırma çabası içerisinde olmalıyız.