Krizin adı ne olmalı: Küresel finansal kriz mi, yoksa küresel sosyo-ekonomik kriz mi?
Kemal Uyanık / Yeminli Mali Müşavir
Etkileri hâlâ derinden devam eden krizin adı dünyada çok kolay kondu ve fazla tartışılmaksızın genel kabul gördü: "Global finansal kriz". Sonuçları ve yaydığı görüntüler itibariyle doğru gibi gözükmekteyse de tarihsel süreç itibariyle bakıldığında alt katmanlarda oluşan büyük dönüşümleri, değişimleri ve dünyadaki büyük kaymaları tam açıklayamamaktadır.
Finansal (parasal) olaylar altta reel (fiziksel) ekonomide oluşan ve gelişen değişimlerin kısa veya uzun vadede rakamlara yansımasıdır. Kriz, bize, ABD'de konut finansmanında aşırılığa kaçmanın ve/veya finans mühendisliğinin geliştirdiği çeşitli sentetik ürünlerin büyük hacimlere ulaşmış olması ve artık sürdürülemez hale geldiği için bu balonların birer birer patlamasının sonucu gibi gösterilmektedir. Evet, böyle bir durum vardır ama bu "neden" değil, "sonuç"tur. Yani anlatılan bu kriz senaryosu sadece nihai görüntüyü yansıtmakta, fakat arka planda ve derinlerde uzun yıllardır oluşa gelen önemli yapısal değişimleri anlatamamaktadır.
Geçirilen evrelere bakıldığında, gelişmiş Batılı toplumların bu gün sahip oldukları zenginliklere, doğal olarak, bilim ve teknolojiyi de arkalarına alarak üretim güçlerini artırmaları ve fakat asıl olarak yayılmacı zoralımcı (emperyalist) politikalarla doğal kaynaklara el koymak şeklinde ulaştıkları bilinmektedir. Doğal kaynakların bu ülkelerce istimali şu veya bu şekilde hâlâ devam ediyor olmakla birlikte, toplumların bilinçlenme seviyesi arttıkça karşı duruşlar da sergilenebilmiş ve bu kesitte çember giderek daralmıştır. Sahip oldukları eğitimli, nitelikli işgücünün sayesinde geliştirdikleri üretim teknolojileri (bilgisayar, elektrikli aletler üretimi, software vs.) ile zenginliklerini düne kadar sürdürebilmişlerdir. Fakat bu son 20 yıllık kesitte başka bir şeyler de olmaya başlamıştır.
Neler oldu
Küresel plandaki değişim ve dönüşüm sürecinin önünü açan temel faktörlerden biri gümrük duvarlarının kaldırılması olmuştur. Olanakları ölçüsünde, insanlarının eğitimine önem vermiş bir grup fakir ülkeler (Çin, Hindistan gibi çevre ülkeler), sahip oldukları yoğun nüfusları ile zengin Batılı girişimcilerin ilgilerini çekmiştir. Kendi ülkelerinde yüksek ücretli işgücü yerine ucuz işgücü deposu olarak gördükleri bu ülkelere yönelen Batılı girişimciler, bazen doğrudan bazen yerli girişimcilerle ortaklıklar kurarak yatırımlarını bu ülkelere kaydırdılar. Bu sırada sermaye ile birlikte üretim teknolojilerini de taşıdılar. Kaldırılan gümrük duvarları ile üretim tesislerini bu ülkelere şu veya bu şekilde kaydırarak bu ülkelerde ucuz fiyatlarla ürettirdikleri mallarını (kaldırılan gümrük duvarları sayesinde) tüm dünyaya satmaya başladılar. Ucuz işgücü deposu olarak görülen fakir ülke insanları da bu süreçten memnun kaldılar; çünkü düne kadar tümden işsiz, güçsüz iken düşük ücretle de olsa bir işleri olmuştu. Alan ve satanın memnun olduğu dünyada üretim ve tüketimin arttığı ve pek de sanal olmayan bir saadet dönemi yaşandı. Söz konusu çevre ülkelerin (insanlarının zenginlikleri tartışılsa da) üretimleri, kesinkes, arttı. Bu üretimler çok düşük fiyatlarla dünya pazarlarına yayılmaya başladı. Her şey, hatta ileri teknoloji konusundaki ürünler bile bol miktarda ucuz fiyatlarla bu çevre ülkeler vasıtasıyla üretilmeye ve dünya pazarlarına sunulmaya başladı.
Kendi kişisel ve/veya kurumsal kârlarının peşinde koşan zengin ülkelerin girişimcileri (bilerek veya bilmeyerek) bir şeyi gözden kaçırdılar: kendi ülkelerinde faaliyet gösteren girişimlerin giderek rekabet güçlerini kaybederek kârlarının ve diğer üretim faktörlerinin (ücret, faiz vs) gelirlerinin azalmasına ve kısaca kendi yurttaşlarının giderek fakirleşmesine yol açtılar. Diğer bir anlatımla, çevre ülkelerin ucuz emekleriyle üretilmiş ürünler dalga dalga küresel pazarlara yayılırken beraberlerinde fakirliklerini de taşıdılar; gittikleri zengin ülkelerin çalışanlarının da rekabet nedeniyle ücretlerinin düşmesine ve bir süre sonra işsiz kalmasına yol açtılar. Yani zengin Batılı girişimciler bir anlamda kendi ülkelerine (bilerek veya bilmeyerek) ihanet etmiş oldular.
Bu toplumsal değişim süreci devam etmektedir. ABD ve Batılı ekonomilerde bu gün yaşanmakta olan sarsıntıların temel nedeni budur. Bu süreç tüm ağırlığıyla devam etmektedir. Gelişmiş batılı ülkelerin çalışanları ücret seviyelerinde radikal düşüşlere rıza gösterene kadar (başka yayılmacı ve zor alımcı politikalar olmazsa) kriz devam edecektir. Rekabet gücünü kaybeden tesisler kapanmaya devam edecek ve işsizler ordusu giderek büyüyecektir.
Balonlar önce finansal kuruluşlarda patlamış, ancak asıl olarak arka planda duran reel ekonomideki zafiyetler yavaş yavaş sahnenin önüne çıkmaya başlamıştır. Altyapıda oluşan ekonomik ve sosyal değişimin finansal krize dönüşüm süreci ise (zaten herkesin rahatlıkla açıkladığı gibi) şöyle olmuştur: Çevre ülkelerin yüksek üretim ve satışlarından oluşan kârlarından ve petrol gibi doğal kaynak ihracatçısı ülkelerin dış ticaret fazlalarından oluşan fonlar, yeniden yüksek tüketim alışkanlığından vazgeçememiş zengin ülkelerin kullanımına sunuldu. Ancak, bir süredir göreceli olarak fakirleşme sürecinde kalmış bu ülkelerin insanlarına bu fon fazlalarını kullandırtabilmek için formüller bulunmalıydı. Bu konuda finans matematikçileri ve mühendislerine iş düştü. Onlar çok karmaşık ve herkesin anlayamayacağı formüller icat ettiler. Çok karmaşık olan bu sözleşme reçetelerini çoğu kimse (ve yatırımcı kurum) zaten anlamamıştı veya tüm dünyaya not veren bu ülkelere ve kurumlarına olan aşırı güvenden ötürü zaten kimsenin sorgulamak dahi aklına gelmemişti. Yaşanan likidite bolluğu içinde bu ülkelerde ödeme gücü zayıf insanlar bile konutlarını değiştirdiler; lüks konutlar rezidanslar, beş yıldızlı tatil köylerinde tatiller yapmaya başladılar; inşaat ve turizm yatırımları en üst seviyelere çıktı. (ABD gibi büyük dış açık sorunu olan Türkiye'de de böyle bir hovardaca yaşama tanık olduk). Dünyada fon arz eden ülkelerin paraları bu alanlara yatırıldı. Kısaca, dünyanın uzun süre bir daha hiç göremeyeceği bir sanal zenginlik ve saadet dönemi yaşandı. Bu gün faturaların ödenme zamanı geldi.
Krizin nedeni, aşırı ısınmış ekonomilerin doğal olarak girdikleri "durgunluk" olarak gösteriliyor ise de bu görüş yanlıştır. Bu görüşe uygun çözüm reçeteleri de doğru değildir. Gelişmiş ülkelerin devletleri ekonomilerini canlandırmak adına birikimlerini piyasaya sürmekle kısa sürede varlıklarını kaybetme riski altındadırlar. Aslında, yapılması gereken, toplumsal fakirleşme sürecini vatandaşlarına yudum yudum tattırmaktır. Krizi öbür türlü yöntemlerle aşmaları mümkün değildir. İnsanlarının eğitimine önem veren kalabalık çevre ülkeler kendi teknolojilerini geliştirdikçe kalitelerini artırarak markalarını tüm dünyaya kabul ettirmeleri kaydıyla gelişmiş ülkeler aleyhine bu süreç tüm acımasızlığıyla devam edecektir.
Ancak bu noktada bir başka sarmal ortaya çıkmaya başlayacaktır: Üretim kimin için yapılacaktır? Tüketim alışkanlığı yüksek Batılı toplumların talepleri kısılacaksa bu arz fazlası nereye gidecektir? İşte, krizin çevre ekonomilere ve reel sektöre sirayet etmesi de bu noktada ortaya çıkmaya başlamıştır. Batılı hükümetler, krizi aşabilmek için tüketimi teşvik edici politikaları uygulamaya sokmak istemektedirler. Bu uygulamalar, kendi temel sorunlarını çözmede etkili olamayacaktır. Olsa olsa, küresel durgunluğu ve işsizliği geçici olarak azaltabilir. Bu sorunun kısa vadede çözümü de anlatılan nedenlerden ötürü çok zor gözükmektedir.