Kur değişiklikleri küresel dengesizliği gidermeye yetmez
Orhan AKIŞIK
Çin'in uyguladığı döviz politikasına karşı uluslararası baskı giderek artıyor. Uluslararası Para
Fonu Başkanı Dominique Strauss-Kahn ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean Claude Trichet art arda verdikleri demeçlerde Çin yönetimine, yuana müdahaleden vazgeçmesi için çağrıda bulundu. Bu seslenişlerde, ABD'nin uzun yıllardan beri Çin'in döviz politikasına karşı kararlı duruşunun yanında, Avrupa'nın duyduğu rahatsızlığın da payı var. Dünyanın en büyük iki ekonomik gücünün resesyon sona ermesine rağmen hala istikrarlı büyüme sürecine girememesi, dikkatlerin dış ticaret fazlası veren Çin üzerine çevrilmesine neden oluyor. Fakat, ABD'nin şikayet ettiği küresel dengesizliğin sorumlusunun tekbaşına Çin'in döviz politikası olduğunu söylemek güç. Ekonomileri ihracata dayalı, sürekli olarak yüksek dış ticaret fazlaları veren Almanya, Japonya ve bazı Uzakdoğu ülkelerinin de bunda etkisi var. Özellikle, Uzakdoğu ve Latin Amerika ülkelerinin 1990'larda yaşanan krizden sonra ekonomilerini olası krizlere karşı daha dirençli hale getirmek için uyguladıkları politikaların, ABD'nin artan dış açıklarındaki etkisini ihmal etmemek lazım. İhracat artışı yoluyla döviz rezervlerini arttırmaya yönelik bu büyüme politikası, ABD'nin dış açıklarının finansmanında önemli bir araç haline dönüşmüştü.
Özellikle, ekonomik krizin ortaya çıkışından bu yana ABD tarafının Çin'in döviz politikasına
karşı baskısını önemli ölçüde arttırdığı görülüyor. Çin'in, Haziran ayında yuan'ın değerinin
serbest piyasada belirlenmesi için politika değişikliğine gideceğini açıklamasına rağmen, bu
konuda hala somut bir adım atmaması ABD yönetimini rahatsız eden en önemli konulardan biri. Bu ayın başında Temsilciler Meclisi'nde onaylanan, gerektiğinde Çin kaynaklı ürünlere vergi konulmasına ilişkin karar da bu rahatsızlığın payı büyük. Aslında, hem Çin hem de ABD kur politikasına karşı temkinli hareket ediyorlar. Şimdiye kadar ortaya koydukları yaklaşım, konunun sürtüşme olmadan çözülmesi yönünde. Çünkü, her iki ülke ekonomisi de birbirine bağlı. Çin'e genelde dünya ticaretinde, özelde ise ABD ile ticaretinde üstünlük kazandıran suni olarak düşük değerli tutulduğu ileri sürülen para biriminden çok, düşük üretim maliyetlerinin yanısıra yüksek tasarruf oranlarıyla desteklenen yatırımlar ve giderek kalitesi artan işgücü. Kaldı ki, Çin'in işinin kolay olduğu da söylenemez. Bu ülkenin döviz politikasında kontrolü elinden bırakmamasındaki en önemli etken, ekonomik büyümenin motoru olan ihracat gelirlerinde bir gerileme yaşamamak.
Şimdiki ABD yönetimi, yüksek dış ticaret ve bütçe açıklarına dayalı ekonomi politikalarından
vazgeçmeye kararlı. Zaten uluslararası konjonktürün de bu tür politikaları orta ve uzun vadede
sürdürmeye uygun olduğu söylenemez. Ancak, küresel dengesizlik tek başına kurlardaki
değişmelerle giderilebilecek bir sorun değil. Bunun temelinde döviz politikasından çok yapısal sorunlar yatıyor ve bunlar giderilmedikçe dengenin sağlanması da zor. ABD, bir zamanlar dünya lideri olduğu çelik ve otomotiv gibi sektörlerde teknolojik olarak artık geride bulunuyor. İmalat sanayiin bir çok dalında karşılaştırmalı üstünlüğü kaybetmiş durumda. Zayıflayan rekabet gücünü tekrar kazanabilmesi ve ekonomisini istikrarlı büyüme trendine sokabilmesi için dış ticaret ve kamu finansman dengesini sağlamasının dışında, katma değeri yüksek sektörlerde, bu bağlamda ihracata yönelik imalat sanayiinde istihdamı arttırması gerekiyor. ABD açısından dış ticaret dengesinin sağlanması; ekonomik büyümenin ihracata dayalı hale getirilmesi, üretim maliyetlerinin azaltılması ve ürün kalitesinin arttırılmasıyla eşanlamlı.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, küresel dengesizliğin giderilmesi yolundaki istekler son derece anlaşılır. Ülkelerin sürekli olarak açık veya fazla vermeleri kabul edilebilir bir durum değil. Dolayısıyla, fazla ve açık veren ülkelerin dış ticaretlerini daha dengeli bir yapıya kavuşturmaları zorunlu. Bunun için ise, işbirliği şart. Fakat şimdiye kadar ki gelişmeler, geçen yıl Pittsburg'daki G-20 Zirvesi'nde küresel dengesizliğin giderilmesi için ülkelerin yakın işbirliği içinde olmaları gerektiği konusunda varılan mutabakatın bir işe yaramadığını gösteriyor. Herkes, kendi ekonomik ajandasında olan politikayı uygulamakla meşgul. Bu tür yaklaşımın, küresel ekonomik düzende orta ve uzun vadede işlerliği şüpheli. Gelişmelere bakılırsa, gelecek ay Seul'da yapılacak G-20 Zirvesi'nin hararetli tartışmalara sahne olacağı görülüyor. Küresel krizin ekonomiler üzerindeki olumsuz etkilerinin bir an önce giderilmesi ülkelerarası işbirliğini ve küresel düzeyde çözümleri gerektiriyor. Ülkelerin birbirleri aleyhine uyguladıkları politikalarla dünya ekonomisinin istikrara kavuşması olanaksız.