Libya politikası

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Mustafa AŞULA / Emekli Büyükelçi

Batı'nın gözüne kestirdiği ve halkın tabiriyle, dişine göre bulduğu Libya'ya  vaki saldırıları an be an yaşıyoruz.

Olup bitenleri izlemek ve bunların açıklanan gerekçelerini bir araya getirerek yorumlar yapmak kolaydır. Ancak bundan bir 'Libya politikası' çıkmaz ön alınamaz, beklenen somut bir icraat ortaya konulamaz.

Libya politikasının birincil koşulu, öncelikle, ülkede başlatılan hareketin gerçek boyutları içinde değerlendirilmesidir.  Bingazi ve yöresinde başlayan hareket gerçekten  Tunus ve Mısır misallerinde olduğu gibi, barışcıl bir insan hakları ve özgürlükler hareketimiydi, yoksa, bir kısım depoların ele geçirilmesiyle edinilen silahlarla Trablus'taki yönetime karşı uygulanmak istenen bir ayaklanmamı idi?

Hemen bütün unsurlariyle silahlı bir ayaklanma olan hareket karşısında, iş başındaki yönetim, egemen her ülke gibi, mukabil önlemler almak zorunda kalmıştır. Muhtemelen yönetimin bünyesinde saklı bazı kurumsal noksanlık ve katılıklar nedeniyle, alınan önlemler uygulamada  arzu edilmeyen bazı sonuçları da doğurmuş olabilir.

Bahane için adeta pusuda bekleyen Batı, bu olumsuzlukları  bulunmaz birer fırsat olarak ele alıp, yönetimi cezalandırmanın ve belli bir süreç içinde de,  görevden uzaklaştırmanın yollarını aramaya başlamıştır. Bu arada, Libya ile  kuvvetli tarihsel bağlar yanında, halen beşeri, ticari ve iktisadi ilişkileri yoğun olan bizim gibi ağırlıklı ülkelerden de, Lider Kaddafi'ye yönelik halkın sesine kulak verip, ayrılması gerektiğine dair talep ve tavsiyeler de eklenince, Batı açısından Libya etrafında konsensüsün teessüs ettiği kanaati hasıl olmuştur.

Libya'ya saldırıda momentumu kollayan Batı'da filhakika Fransa'nın  ön plana geçmesi başlangıçta yadırganmış olsa da, fitilin birileri tarafından ateşlenmiş olmasından da memnuniyet duyulmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden beş çekimsere karşı, on oyla, bir bakıma zorla çıkarılmış olan 1973 sayılı karar, usul yerini bulsun, şeklen meşruiyet hasıl olsun diye,  elde hazır tutulmuş, ancak niyet ve fiiliyat, söz konusu, tefsire  açık kararın bile sınırlarını fazlasiyle aşmıştır. Libyanın savunma alt yapısı topyekun tahrip edilmeye başlanmış ve bu yolla  sözde 'halk korunacak' yerde, doğrudan Trablus'taki yönetim  ve Albay Kaddafi hedef alınmıştır.

Başlangışta Güvenlik Konseyi kararını meşruiyet zemini olarak gören Dışişlerimiz, bu defa olayların vahameti karşısında, ölçünün kaçırıldığını telaffuz etmeye başlamıştır. Ancak bu şekilde sonradan gösterilen tepki, operasyonu yürüten koalisyonu caydırmaya yetmemiştir. Öte yandan, Libya'nın kaderini münhasıran Libya halkı tayin etmelidir gibi, klişe çıkışlar da ne Libya'da ve ne de müttefikler nezdinde yankı bulabilmiştir.  Sonuçta, bir taraftan koalisyon bildiğini okumaya devam ederken, diğer taraftan da, rejimlerden bağımsız olarak, ötedenberi Türkiyeye içtenlikle bağlı  Libya halkı beklediği desteği görememiştir.

Şimdilerde operasyonun koordinasyonu sorunu NATO Konseyi'nde konuşuluyor; gönüllü koalisyon devam etsin mi, yoksa bu görev NATO'ya  mı devredilsin?

NATO'nun görev üstlenmesine karşı çıkıyoruz, zira Libyalı kardeşlerimize silah doğrultmayız. Bu takdirde, hatıra gelen alternatif, koalisyonun fırsatçılığını ve saldırılarını önleyebilmektir. Fiiliyatta buna olanak görülemiyorsa, geriye, Libya olayını bütün yönleriyle, üyesi olduğumuz ve veto hakkımızı kullanabileceğimiz örgütün içine çekip, orada  görüşlerimizi kabul ettirmeye çalışmamız kalmıyor mu, bu, halihazır belirsiz orta yoldan daha evla olmayacak mı?