Madencilik ve çevre ikilemi
PROF. DR. ALİ KAHRİMAN - Maden Y. Mühendisi Okan Üniversitesi
Madenler, yer kabuğunda milyonlarca yıllık süreçlerle oluşan, tarih boyunca yaşamımız için ürettiğimiz, kullandığımız malzemeler için gerekli olan, ekonomik yönden değer taşıyan minerallerdir. Günümüzde bir bilgisayar cipi üretmek için 60 farklı elementin kullanılmış olması bile insanlık için madenlerin önemini ifade edecek bir boyuttur. Enerji hammaddeleri başta olmak üzere doğal kaynakları ileri teknoloji ürünleri elde edecek tarzda en fazla katma değer yaratarak üretmek, ülkelerin gelişmişlik düzeylerini belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Kömür ve demirin yaygın üretimi ile birlikte, madencilik son yüz yılda, sanayi devriminin lokomotifi, uygarlıkları şekillendiren temel sektörlerden biri olmuştur. Madenler, milyonlarca yılda oluşan tüketildiğinde yenilenemeyen kaynaklardır. Bu nedenle mutlaka etkin bir planlamayla ülkenin ihtiyaçları göz önüne alınarak çevreye duyarlı bir şekilde ve kamu yararı öncelikli olarak üretilmelidir. Çevre sorunları ekseninde tartışılan global ısınma, ozon tabakasının delinmesi, nükleer radyoaktivite gibi. sorunlar sadece çevrecilerin değil, tüm insanlığın gündeminde yer alması gereken konulardır. Ancak sorunun çözümü için getirilen öneriler; ne yazık ki popülist eksende geliştirilmekte, sanayi karşıtlığını körüklemektedir. Bu kapsamda ne yazık ki, hammadde üretimi aşamasında görsel bir kirliliğin ötesine geçmeyen madencilik te nasibini almaktadır. Üstelik de bu bilinçsiz popülist tepkiler daha çok da maden varlığının belirlenmesine yönelik hiçbir çevre sorununun olmadığı arama döneminde yoğunlaşmaktadır. Maden üreticisi kamu yada özel kuruluşların, maden mi, çevre mi dilemması çıkmazına sokulmak yerine, daha işin başında halkla ilişkileri esas alan üçüncü bir yolu tercih etmemeleri de bu süreçlerin ülke yararına yönetilmesini zorlaştırmaktadır.
Genellikle hukuki ve bürokratik işlemleri yerine getirmek, üretim yöntemi olarak da çevre dostu modern teknolojiler kullanmak, her şeyin sona erdiği anlamına gelmez. Yani madencilik kuruluşları, yasal süreçlere güvenmek yerine yörenin sosyolojik, ekonomik, psikolojik ve kültürel konularını da PR çalışmaları ile dikkate almak durumundadır. Son yıllarda gündeme gelen Bergama, Kışlaköy, Kaymaz, Kazdağları, Ilıç, Cerattepe başta olmak üzere benzer meskun mahallere ve orman-tarım alanlarında bulunan madenlerin işletilmesi konusunda, ulusal çıkarlar kadar, yöre halkının en temel insan hakkı olan çevresel duyarlıkları da dikkate alınarak, ifrat ve tefrite kaçmadan çevre sorunlarını giderecek maliyetlerden kaçınmayacak yöntemlerle üretilmelidir. Ülkemizde son yıllarda çevre konusunda artan duyarlılık, yöre halkının tepkisi, direnişi ve verdiği hukuk mücadelesi sonucunda; bir çok termik santralin ve benzer maden tesislerinin, çevresel etkilerini gideren, iş sağlığı ve güvenliğini iyileştiren teknoloji ile rehabilite edilmiş olmaları oldukça önemli kazanımlardır.
Buradan çıkan sonuç, madencilik ve çevre dengesi mutlaka kurulmalıdır. Bugünkü teknoloji bu dengeyi kurmada yeterlidir. Doğal kaynakların gerçek sahibinin halk olduğu kavramından hareketle, madenlerimiz toplumsal çıkarlarımız çerçevesinde oluşturulacak politikalar doğrultusunda işletilmelidir. Bunun temini için de acil bir önlem olarak 'Maden Çevre Risk Sigortası' kurulmalıdır. Bu fonun yönetiminde Çevre Risk Yönetimi Danışmanlık Servisleri, yöre çevre örgütleri, bilim kuruluşları ile diğer ilgili denetim kurumları yer almalıdır. Ülkemizin Artvin’i kadar Hakkari’si, Sivas’ı, Tunceli’si, Konya’sı, Kastamonu’su, Muğla’sı, Edirne’si de insanı, yeşili, doğası ve madeni ile eşdeğerdedir. Ekonomi, sınırsız insan gereksinimlerini karşılamak üzere sınırlı kaynakların paylaşımı ve yönetilmesidir. Madencilik de, insanlığın konforlu yaşamını sağlayan en önemli ekonomik faaliyettir. Sadece son günlerde politik, popülist yaklaşımların gölgesinde gündemde gelmiş olan Artvin-Cerattepe’de çevre dostu üretim yöntemleri ile yaratılacak katma değer 5 milyar dolar civarındadır. Ülkemizin jeolojik yapısı maden potansiyelimizin 10 trilyon dolardan daha fazla olabileceğini göstermektedir. Bu nedenle Misak-ı Milli sınırları içinde sahip olduğumuz yeraltı ve yer üstü kaynaklarımızı, yöre, insan, bölge farkı gözetmeksizin çevre sorunu yaratmayacak teknolojilerle, “doğal kaynakların gerçek sahibinin halk” olduğu gerçeğinden hareketle büyük önderimizin deyimi ile ”önce kendimizin sonra komşularımızın, en sonunda da tüm dünya insanlığının refahı ve mutluluğu için üretmeliyiz.”