”Önergenin altında CHP'nin imzası varsa istifa edeceğim”
CHP Grup Başkanvekili Anadol, askere sivil yargı yolunu açan yasada bir tek CHP milletvekilinin imzasının bulunmadığını söyledi
ANKARA - CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, askere sivil yargı yolunu açan yasa TBMM'de görüşülürken önergenin altında bir tek CHP milletvekilinin imzası varsa milletvekilliğinden istifa edeceğini belirterek, "O da Başbakanlığı bırakmaya hazır mı?" diye sordu.
Anadol, 5918 sayılı "Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un ilgili maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açtıktan sonra gazetecilere açıklamalarda bulundu.
Kemal Anadol, yasanın "Gece yarısı operasyonuyla" TBMM'den geçirildiğini savunarak, düzenlemenin Anayasa'nın 145. maddesine açıkça aykırı olduğu sonucuna vardıklarını söyledi. Anadol, bu başvuru ile CHP'nin 23. dönemde 33. davasını açmış olduğunu belirtti.
Değişikliğin yargıyı kaosa sürüklediğini, bilgi kirliğiyle kamuoyunun yanıltıldığını öne süren Anadol, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Mutabakatımız vardı, önergenin altında imzaları var" dediğini aktardı. Kemal Anadol, "Buradan ilan ediyorum; önergenin altında bir tek CHP milletvekilinin imzası varsa ben milletvekilliğinden istifa edeceğim. O da Başbakanlığı bırakmaya hazır mı? Hazır değilse niye gerçek dışı beyanlarla kamuoyunu yanıltıyor" diye konuştu.
Başbakan Erdoğan'ın, "Baskına hazır değillerdi, uyudular" dediğini ileri süren Anadol, "Madem anlaşma vardı, orada uyuma olur mu? Orada baskın olur mu? Birbirleriyle çelişen, kendi kendini yalanlayan bir takım sözcüklerle kamuoyu bir bilgi kirlenmesinin içine sokulmak isteniyor" dedi.
"Anayasa ihlalini önlemek için bu davayı açtık"
CHP Grup Başkanvekili Anadol, Hükümetin bu değişikliği AB katılım ortaklığı belgesinin gereği olarak yapmak zorunda olduklarını söylediklerini ifade ederek, "Külliyen yanlıştır" dedi. 2008 yılı AB katılım ortaklığı belgesinden yargı sistemiyle ilgili bir bölümü okuyan Anadol, belgeye göre Adalet Bakanı ve müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan (HSYK) çekilmesi, Adalet müfettişlerinin HSYK emrinde olması gibi düzenlemeler yapılmasının gerekli olduğunu kaydetti.
Anadol, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Evvela bu demokratikleşmeyi sağlayalım, sahte demokrasi kahramanlarına söylüyorum; bu değişikliği sağlayalım. Yargıyı gerçekten bağımsız hale getirelim. Ondan sonra yapılacak düzenlemeleri, üniversitelerin, yüksek yargı organlarının baroların ve siyasi partilerinin katılımıyla Türkiye'yi ilgilendiren bu önemli konularda mutabakat sağlamaya uğraşalım.
Adalet Komisyonundan bile kaçırılan, kendi Milli Savunma bakanlıklarından kaçırılan bir gece yarısı önergesi ile iyi niyetli olmadıklarını ortaya koymuşlardır. Bu nedenle biz bu önergeden çıkan kaosu önlemek için, açık bir Anayasa ihlalini önlemek için bu davayı açtık.
Mesele, yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü meselesidir. Askeri vesayet söz konusu değildir. Vesayet vardır. Sayın Başbakan Türkiye'yi vesayeti altına almaya çalışıyor. Medyasıyla, yargısıyla her şeyiyle Türkiye'yi vesayet altına almak istiyor. Askeri yargıyı da vesayet altına almak istiyor. O nedenle Anayasa Mahkemesine gittik."
"Haluk Özdalga babasından utanıyor mu? Evvela onun hesabını versin"
Kemal Anadol, bir gazetecinin, "AK Parti Ankara Milletvekili Haluk Özdalga, sizi her zeminde bu tavrınız yüzünden teşhir edeceğini, Avrupalılar'ın gözünde aşağılatacağını söylüyor. Bunu nasıl değerlendirmek lazım" sorusuna, şu yanıtı verdi:
"Sayın Özdalga, kaçtığımız yere kadar bizi kovalayacağını söylüyordu, ben şimdi ona söylüyorum. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan darbe yaptıkları için askeri mahkemede yargılandılar ve idama mahkum oldular. İdam kararı veren babası Numan Özdalga idi. Askeri Mahkemenin duruşma yargıcı idi. Haluk Özdalga babasıyla iftihar mı ediyor, babasından utanıyor mu? Evvela onun hesabını versin."
Anayasa Mahkemesi'ne sunulan dava dilekçesi
Askere sivil yargı yolunu açan düzenlemenin iptali istemiyle açılan davanın dilekçesinde, anayasanın, askeri mahkemelerin görev alanına ilişkin yaptığı görevlendirme hükmü yürürlükte iken, yasa koyucunun bir yasa ile ve söz konusu Anayasa hükmünü değiştirmeksizin yeni bir düzenleme yapmasının, Anayasanın 145. maddesi ile bağdaşmayacağı savunuldu.
CHP'nin olağanüstü grup toplantısında oy birliğiyle aldığı karar sonrasında hazırlanan dilekçede, 5918 sayılı ''Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun''un, askerlere sivil yargı yolunu açan 7. maddesi ile değiştirilen ''halinde'' ibaresi ile geçici 1. maddedeki, 5271 sayılı Kanunun 250. maddesinde yapılan değişiklik hükümlerinin yürürlüğüyle ilgili düzenlemenin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istendi.
Dilekçede, yapılan değişiklik sonucu, ''...savaş ve sıkıyönetim hali dahil askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır'' hükmünün, ''... savaş ve sıkıyönetim halinde askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır'' olarak değiştirildiği belirtildi.
Asker kişiler tarafından askeri mahallerde işlenen veya asker kişilerce askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlenen devletin güvenliğine, anayasal düzene, milli savunmaya karşı suçlar gibi kimi suçların da (sıkıyönetim ve savaş hali hariç) artık sivil savcılar tarafından soruşturulmasına ve sivil ceza mahkemelerce yargılanmasına imkan tanıdığı hatırlatıldı.
Böyle bir düzenlemenin, anayasanın ''Askeri Yargı'' başlıklı 145. maddesine açıkça aykırı olduğu savunulan dilekçede, 145. maddede askeri mahkemelerin asker kişiler bakımından görev alanının belirtildiği vurgulandı.
Askeri mahkemelerin görevleri
Anayasanın 145. maddesinin birinci fıkrasında, asker kişilerin, asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakma görevini açıkça askeri mahkemelere verdiği belirtilen dilekçede, şu görüşlere yer verildi:
''Anayasanın tartışmasız bir kesinlikle yaptığı bu görevlendirme hükmü yürürlükte iken, yasa koyucunun bir yasa ile ve söz konusu anayasa hükmünü değiştirmeksizin, asker kişileri, asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işleyebilecekleri Türk Ceza Kanununda yer alan suçlardan dolayı soruşturma ve yargılamalarının askeri yargı organlarının görev alanı dışına çıkarılması sonucunu verecek bir düzenleme yapması, Anayasanın 145. maddesinin birinci fıkrası ile bağdaşmayacağı gibi anayasanın bizzat kendisinin düzenlediği bu nedenle yasa koyucuya bırakmadığı bir alanda, düzenleme yetkisinin Anayasanın 6. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı bir biçimde yasa koyucu tarafından kullanılması anlamına geleceği ortadadır.''
Dilekçede, Anayasa'nın 145. maddesinin 4. fıkrasında, askeri yargı organlarının kuruluşunun, işleyişinin, mahkemelerin bağımsızlığı, hakimlik teminatı gibi işlerin askerlik hizmetinin gereklerine göre kanunla düzenleneceği ilkesinin yer aldığı hatırlatıldı.
Anayasa Mahkemesi'nin 11 Aralık 1990 tarihli kararına da yer verilen dilekçede, bu kararda yüksek mahkemenin, Anayasa'nın 145. maddesinde askerlik hizmetinin gereklerine ayrıca yer verilmesini, ''askerliğe ilişkin yerleşmiş gelenek ve göreneklerin ve bu suretle kurulmuş olan düzenin bozulmadan korunması amacının bir sonucu olarak gördüğü'' belirtildi.
Dilekçede, ''İptali istenen düzenleme, bir anlamda askeri yargı alanını yeniden belirlerken Anayasanın 145. maddesinin dördüncü fıkrasında askerlik hizmetlerinin gereklerini gözeten bir ayrıma yer verdiği de söylenemez'' denildi.
"Hukukun temel ilkelerine de aykırı"
İptali istenen düzenlemenin hukukun temel ilkelerine uygun olduğunun da söylenemeyeceği ifade edilen dilekçede, ''hukukun temel ilkelerine göre, sonra çıkarılan kanun, önceki kanunla çelişkili bir hüküm taşıyorsa, önceki kanunun zımnen yürürlükten kalkmış olacağı'' hatırlatıldı. Ancak, bir konuda hem özel kanunda hem genel kanunda farklı düzenlemeler varsa, önceki, sonraki kanun ayrımına bakılmadığı ve özel kanunun uygulandığına işaret edilen dilekçede, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre özel bir kanun olduğu ifade edildi.
''Hukuk devleti adı verilen yönetim biçiminin temel niteliklerinden birisinin de hukuki güvenlik olduğu'' belirtilen dilekçede, bunun da hukuki belirlilikle sağlanabileceği kaydedildi. Dilekçede, ''Birbiriyle çelişkili hükümlerden oluşan bir hukuk düzeninin ise hukuki belirlilik ve hukuki güven yaratamayacağı ve hukuk devleti ilkesine uygun bir yönetim biçimi getiremeyeceği açıktır. Bu bağlamda, askeri ve sivil yargı organları arasında görev uyuşmazlığı yaratan veya görev belirsizliği sonucunu doğuran iptali istenen düzenlemenin de, hukuki belirlilik ve hukuki güven sağlayamayacağı ve hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmayacağı ortadadır'' denildi.
Yürürlük tarihinde devam eden soruşturmalar
Kanunun Geçici 1. maddesindeki ''...ve 250'nci'' ibaresi ile bu kanunla yapılan değişiklik hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihte devam etmekte olan soruşturma ve kovuşturmalarda da uygulanacağının hükme bağlandığı anımsatıldı.
İptali istenen bu ibarenin, ceza yargılaması hukukun vazgeçilmez bir prensibi durumunda olan ''tabii hakim (doğal yargıç)'' ilkesine aykırı olduğu ifade edilen dilekçede, Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarında da belirtildiği gibi ''doğal yargıç'' ilkesinin, ''yargılama makamlarının, suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına engel oluşturduğu, sanığın veya davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermediği'' kaydedildi.
İptali istenen bu düzenlememin, ''doğal yargıç'' kavramına aykırı bir düzenleme getirdiği ve Anayasanın 2. maddesiyle bağdaşmadığı ifade edilen dilekçede, şu görüşlere yer verildi:
''Kaldı ki, hukuk devletinde asıl olan adil, düzenli ve güvenilir yargılamadır. Yasalarda birbiri ile çelişkili görevlendirmenin olması, bu prensipleri ortadan kaldıracağı gibi yargılama makamları arasında olası yargılama sürecine ilişkin görevde ısrarcı olunması halinde birbiri ile çatışan iki yargı kararının ortaya çıkması söz konusu olabilir. Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin ihlali söz konusu olabileceğinden düzenleme bu haliyle de Anayasanın 2. maddesi ile bağdaşmamaktadır.''
Dilekçede, ''hukukun temel ilkelerine ve Anayasa hükümlerine açıkça aykırı olan iptali istenilen kuralların uygulanması durumunda, sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlar doğabileceği'' belirtilerek, bu nedenle iptali istenen düzenlemelerin yürürlüklerinin durdurulması da istendi.
Her iki durumda da yargılanan kişiler açısından ''anayasaya aykırılık nedeniyle sonradan giderilemeyecek durum ve zararlar ortaya çıkacağı'' savunulan dilekçede, toplumsal yaşam bakımından da hukuk düzeninden beklenen hukuki güven ve belirliliğin zedeleneceği öne sürüldü.