"Başbakanla aramızda apaçık çelişki var"

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, "Başbakan'a seslenmek isterim ki, hükümet sözcüsü olarak açıklamamla kendisinin Başbakan olarak konuşması arasında apaçık bir çelişki vardır" dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

BELGRAD - Arınç, TRT Türk Kanalı'nda gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Son dönemde Erdoğan ile aralarındaki ilişkiye değinen Arınç, "Ben itibarımın yıpranmasını istemem, kişiliğimin yıpranmasını istemem. Böyle basit bir olaydan dolayı beni kum torbasına çevirecek insanlara malzeme vermek istemem" diyerek, "Dolayısıyla Sayın Başbakanımıza buradan bir dost bir arkadaş onun bir kardeşi  olarak seslenmek isterim ki hükümet sözcüsü olarak açıklamamla kendisinin Başbakan olarak konuşması arasında apaçık bir çelişki vardır" diye konuştu. Bu çelişkinin sorumlusunun kendisi olmadığının altını çizen Arınç, "Bu çelişkiyi en güzel şekliyle izah etmesi, dün, bugün ve yarın kendisinden beklenir. Ben duyduğumu gördüğümü bildiğimi bir amnbalaj haline getirerek açıklamış oldum" dedi.

Başbakan Yardımcısı Arınç, şunları kaydetti:

"Bu açıklamamdan sonra da en az dört bakanımdan teşekkür aldım. Bu meseleyi çok güzel izah ettiniz demişlerdi. En azından o arkadaşlarım adına da Sayın Başbakanımıza bu bence de çok doğru olan düşüncelerini. Çok doğru derken şu: Biz de evlat babasıyız, bizim de bir yaşantımız var. Toplumun da bir değerleri var. Bu değerlere uygun ne yaparsak ne konuşursak toplum bunu destekler ama bir de hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde bu söylediklerimizi ne kadar yapabiliriz. AB üyeliği sürecinde yaptıklarımızı da dikkate alarak bu feryatlarımızı nasıl bir hukuki düzenleme haline getirebiliriz, o kısmından ben emin değilim."

"Fikri ortaya koymak görevimse en güzel şekilde yaparım"

Arınç, "Bu konuları kendi içimizde konuşarak bir fikir haline geldikten sonra ortaya koymakta, eğer benim görevimse Hükümet Sözcüsü olarak bunu ben en güzel şekilde yaparım" diyerek, "Başkalarından daha da güzel yaparım üstelik" dedi. Arınç, Erdoğan'ın açıklamasına ilişkin olarak, şunları söyledi:

"Ordaki feryadı şudur: Bir, anneler, babalar, kız çocuklarımız ve erkek çocuklarımız yarın mahcup olacakları, utanabilecekleri, hayatlarında bir kara nokta olarak görebilecekleri bir tecrübe yaşamasınlar; iki, toplumun değer yargıları bundan zarar görmesin; üç, aynı apartmanlarda yaşıyoruz. O apartmanlardaki insanlar, böylesine belki de masumane sayılabilecek bir birliktelikte giren çıkan belli olmassa gürültü patırtı olursa hatta örgüt ilişkisi sebebiyle bir takım ihbarlar yalan yanlış konuşulursa bu sefer zarar da görürler."

Her şeyin kabahat ve suç olmayabileceğini ama toplumun değer yargları içerisinde gelenkeleri içerisinde, örf ve adetleri içerisinde yanlış görünen unsurlarda olabileciğine dikkati çeken Arınç, "Başbakanımızın, çocuklarımızın üzerine titrerken söylemek istedikleri bence bu ama bunlar için yasal düzenleme yaparız, gerekirse yaparız demesi, arkasından bir valimizin de hemen üzerine atlayıvermesi, durumdan vazife çıkarması bence çok doğru şeyler değil" diye konuştu.

[PAGE]

Arınç, geçmişte zinayı suç kapsamına alan yasal bir düzenleme yapıldığını ancak Anayasa Mahkamesi tarafından reddedildiğini anımsattı. Zina tartışmalarında her iki tarafın da kendine göre gerekçeleri bulunduğunu belirten Arınç, "Zinayı suç olma noktasına getirelim derlerse bu, hükümetin tercihi olur. Şimdi böyle bir tercihle de karşı karşıya değiliz. Altyapı hazırlığı olmadan 'biz şöyle bir yasal düzenleme yapmak istiyoruz' demek, bir Başbakanın ileriye dönük vaadi olabilir ama şu anda hükümet üyesi bir bakan olarak nasıl bir yasal düzenleme yapılması gerekli, bu konuda yeterli bilgiye sahip değilim" dedi.

Arınç, "Bu tartışmaların demokratik reform paketiyle başlayan ve başörtülü vekillerin Meclis'e girmesi süreciyle bir ilgisi var mı?" sorusu üzerine şunları söyledi: "Bence bir ilgisi yok ama zamanlama beni de düşündürüyor açıkçası. Milletin seçtiği milletvekillerinin kıyafetine karışılmaz, demokrasi bunu gerektiriyor. Bütün milletvekilleri 1999'da yaşanan olayları reddetti. Ben de hükümet adına bir konuşma yaptım, herkes birbirini alkışladı. Belki bazı danışmanlar, bazı mihraklar, bazı unsunlar, AK Parti'ye yönelik bu saygıyı, sevgiyi perdelemek istemiş olabilir ama elimde güçlü bir veri yok 'şu yaptı' diyebileyim" diye konuştu.

"Ben aktif siyasi hayattan çekilmek istiyorum"

Siyasete devam edip etmeyeceğine ilişkin bir soru üzerine Arınç, 29 Mart 2014'te çok önemli bir seçim olduğunu ve AK Parti'nin bu seçimde başarılı olmak zorunda olduğunu söyledi. AK Parti'nin kuruluşunda "3 dönem milletvekilliği" şartı koyduklarını hatırlatan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bizim önümüzde bir engel var: 3 dönem milletvekilliği yapanlar, önümüzdeki seçimde aday olmayacak. Şüphesiz mahalli seçimlerde aday olmaya engel değil bu. Ben çok önceden 'milletvekilli veya belediye başkanlığında görev almak istemiyorum' dedim. Bu kararı ailemle birlikte aldım. Ben aktif siyasi hayattan çekilmek istiyorum. En azından bir dönem, sonrasını Allah bilir. Başkası bir şey söylemiyor hatta bu yasakların kalkmasını bekliyor. Ben buna da saygı duyarım. Anadoluda sokağa çıktığınız zaman yüzlerce insan 'siz giderseniz bu partinin hali ne olur' diyorlar. Ben daha güçlüsü gelecek emin olun diyorum. 10 tane Bülent Arınç gelir diyorum ama AK Pati ile alakası olmayan insanlar bile bunu söylediği zaman düşünmeye başladım. Bunu Tayyip Bey bilir çünkü Tayyip Bey 'ben, genel başkan olduğu sürece sözüme sadık kalacağım' diyor, ben de onu alkışlıyorum. 'Yaptığın çok doğrudur' diyorum. Dolayısıyla Sayın Başbakan izin verirse ben hiçbir şekilde aday değilim. Ben mesele 2011 seçimlerinde Manisa'dan adaylığımı koymuştum, 'burada siyasete başladım burada bitireceğim' dedim. Ne kadar büyük konuşmuşum."

"Yanlış yaptığımı düşünmüyorum"

Hükümet Sözcüsü olarak açıklama yaparken Başbakanı korumak zorunda olduğunu ifade eden Arınç, "Başbakanımın da bütün sözlerini de olması gereken şekilde, madem bu vazife bana verilmiş, tutanak katibi de olmadığıma göre, satır satır söylemek zorunda değilim. O kadar sıkılıyor ve yoruluyorum ki Hükümet Sözcüsü olarak bir yerde konuşurken. Neden, yanlış yapmayım diye. O gün soru soruldu, içerde bu konularda konuşulmuş değil ama dışarıdan haber geldi, o gün zaten birkaç gazetede böyle bir konuşma yapmışım.  Ben sadece bulunduğum yerde hem Bakanlar Kurulu'nda hem de Kızılcahamam'da ne duymuşsam onu dışarıda söyledim, duymadıklarımdan sorumlu değilim. Bunu böyle söylesek daha iyi olur diye bir tartışma bile olmadı. Bunu ambalaj haline getirmek, bunu faydalı bir unsur haline getirmek benim görevimdir. Duyduklarımı ve bildiklerimi dışarda söylediğim neyse odur. Bundan dolayı üzülmüyorum, bir eksiklik hissetmiyorum. Bundan dolayı bir yanlış yaptığımı da düşünmüyorum" dedi.

Ertesi gün grup toplantısında başbakanın konuşmasına başlarken, kendisinin sözlerini aksetmeden, farklı bir yönüyle, kendi düşündüklerini ifade ettiğini belirten Arınç şunları söyledi:

"O da nedir, 'böyle böyle şeyler de duyuyoruz, biz buna da karşıyız. Muhafazakar demokrat kimlik içinde bekar genç kızların ve erkeklerin aynı evde birlikte kalmaları, hem kendileri açısından mahsurlu hem de apartmanlarda oturuyorlarsa orada bulunanların da şikayetleri olabilir. Bunları biz takip edeceğiz, vatandaşlarımızın şikayetlerine göre de hareket edeceğiz' gibi bir söz söyledi. Şimdi bunun üzerine benim bir gün önce söylediklerimle, Sayın Başbakanın bir gün sonra söyledikleri, gerçekten tezat teşkil etti. Bana göre şöyle: Ben farklı bir mecrada bildiklerimi söylerken yanlış yapmadım. Sayın Başbakan da 'sen yanlış yaptın' demedi ama farklı bir şey söyledi, 'Ben böyle bir siyasetçiyim, nerede ne konuşursam, onu aynen tekrarlarım' dedi ve arkasından gelen sözlerle benim açıklamalarımla kendi sözleri arasında ilişki olduğunu, belki farkında olmadan ortaya koydu. Ben bunları teeyyül edecek bir noktada değilim. Çünkü öyle şeyler vardır ki teeyyül götürmez.

"Başbakanın sözlerinden kendisi sorumludur"

Siyasetçi olsun, gazeteciler olsun veya toplumdaki pek çok kesim, benim sözlerimle Başbakanı korumak istediğimi, aslında farklı şeyler söylediğimi, Başbakanın da bizi hiçe sayarak, kendi düşüncelerini açıkça ifade ettiğini söyledi. Başbakanın sözlerinden dolayı sorumlu ben değilim, kendisi sorumludur. Bunun getirisi ya da götürüsünü kendisi karşılar. Ben onun bunları bilerek söylediğini, bunu nasıl karşılayacağını da düşündüğünü, bu sözlerinin toplumda nasıl etki bırakacağını da peşinen düşünen bir insanım. O, her zaman yaptığı gibi, sözleriyle de toplumda takdir göreceğini, aslında bir sosyal yaraya parmak bastığını da düşünüyor olabilir. Bunu farklı bir zamanda, farklı bir biçimde dile getirseydi, benim konuşmamla kendi konuşması arasındaki çelişkiye kimse dikkat etmezdi. 'Bu, onun görüşüdür' derdi. Oysa belki aradan 12 saat bile geçmeden benim akşam saatlerinde yaptığım açıklamayı Başbakan, sabah saatlerinde farklı bir açıdan çelişki içerisinde göstermiş oldu. Bunu itiraf etmem lazım, dolayısıyla bu çelişkiye dikkat çeken pek çok yazar, siyasetçi bizi eleştirdi. Bu eleştirilerin bir kısmı haklıdır, saygı duyuyorum. Bir kısmı da haddini aşmaktır, yani 'nasıl olsa bir fırsat geçti elimize, Başbakan’a da Arınç'a da vuralım, bundan bir rant elde edelim' diye, bundan çok terbiyesizce, çok ahlak dışı ve bizi adeta yok etmeye çalışan eleştiri dışında da bir takım gayretleri oldu. Ona üzüldüğümü itiraf etmeliyim."

"Biz dava arkadaşıyız, kader birlikteliği yapıyoruz"

Arınç, "Çok uzun yıllardır siyasi bilrlikteliğiniz var, bu artık birliktelik değil, kader ortaklığı. Az önce hiçe saymak gibi bir ifade kullandınız, bu söylediklerinizin aslında toplumda çok fazla bir şey ifade ediyor mu" sorusuna ise "Öyle bir şey olsa zaten birlikteliğimiz devam etmezdi" ifadeleriyle cevap verdi.

Çok zor günler geçirdikleri dönemler içinde bazı olaylar karşısında farklı tavırlar takındıklarını belirten Arınç,  bu tavırları kendi aralarında da zaman zaman münakaşa ettiklerini olduğunu kaydetti. "Ben bu konularda bir yanlış yapmışsam, sonuçlarına katlanırım" diyen Arınç, bu konuda benim dikkati çekmek istediği noktayı şu sözlerle aktardı:

"Biz dava arkadaşıyız, kader birliği yapıyoruz, hükümetteki sorumluluğum sadece bir bakan olarak bulunduğum anlamına gelmez, güzel bir kitap var, futbol sadece futbol değildir, ben de sadece bakan değilim. Aynı zamanda bir özgül ağırlığım ve bu özgül ağırlığım başkalarından farklıdır. Ben bir yerde bulunuyorsam, sadece bir makam işgal eden bir bakan değilim ben. Ben partinin görüşlerini, geçmişini, bugünü ve geleceğini temsil eden bir insanım. Herkes beni böyle değerlendiriyor. Meclis başkanlığı yapmışım, demokrasİ, özgürlükler noktasında kendimi, ailemi siper etmişim, gençliğimi, aşkımı, hayatımı bu yola vermişim. Ben sadece bir bakan değilim. 'Kırmızı plaka meraklısı, koltuğa oturduğuna herşey bitti diyen' bir insan değilim. Ben çok şeyi temsil ediyorum. Dolayısıyla herkesin bana böyle baktığı bir noktada benim yıpranmamam lazım, benim hiçe sayılmamam lazım. Sayın başbakan buna dikkat eder, bu en azından kul hakkıdır, kul hakkı noktasında da onun ne kadar dirayetli olduğuna ben inanırım. Özel hayatında bunu ne kadar önemsediğini hatırlatırım ama zaman zaman hepimiz hata yapabiliyoruz."

Hükümet etmenin  çok önemli birşey olduğunu ve bir bakanın işinde, davranışlarında, özel hayatında yanlış yapabileceğini ifade eden Arınç, ancak bunun tartışalacağı yerin ekranların önü olmadığını vurguladı. Arınç, şöyle devam etti:

"Başbakan, o arkadaşımızı, bensem beni, değilsem bir başkasını çağırır, ona der ki, şu konuda yanlış yapıyorsun hesabını ver. Hesabını verir ya da vermez. Bu hesap, bir mahkeme bir yargı kurup da gel bakalım demek değildir. Siyasi hesap verirsin. Eğer o davranışımız, o sözümüz hükümetimize partimize zarar vermişse yapılacak şey çok basittir, başbakan gereğini yapar, 'hizmetten ayrıl' der, esasen onu beklemeden de bakan, 'bana müsade der' ve ayrılır. Böyle bir noktaya gelmemek lazım, hiçbir şekilde dünkü açıklamalarınız yanlıştı, aslında biz böyleydik demedikten ve bunu bir ima yoluyla bile söylemedikten sonra, sabah gelip de bundan çok farklı birşeyi, kendi düşüncesi, adeta de facto yani kendiliğinden ortaya koymuş olması, onun bir hakkıdır ama bana karşı malesef bu toplumda yanlış anlaşılmıştır. Dolayısıyla yanlış anlaşmalara meydan vermeyecek bir davranışı beklemek de benim hakkımdır.

Bir özen göstermemiz gerekir çünkü ben akşam konuşmuşum. Benim görevim nedir biliyor musunuz, bu saçlarımı ağırtan, bıyıklarımı beyazlatan, belimi büken şey, bir yanlış yapmamak. Ben başbakanımızın günlük programlarını sabah alırım, bu programları takip ederim. Bazen günde dört yerde konuştuğu olur. Onları takip etmeye çalışırım, fiilen mümkün olmaz, hemen Anadolu Ajansı'ndan konuşmalarının dökümünü alırım. Arkadaşlarla belki görüşmem gerekir. Benim görevim 24 saat başbakanı bu açıdan takip etmek ve onun söylediklerini olumlu olarak topluma yansıtmaktır. Onun da böyle bir görevi olmalı ki hükümet sözcüsü ne konuşuyorsa onu tekzip edecek, onu yalanlayacak, onu açığa düşüerecek bir davranış içinde olmamalıdır. Bunu beklemek de benim bir bakan olarak hakkım. Yani hesaplaşmayı, 'yanlıştı, doğruydu, eksikti, fazlaydı' demeyi ekran önünde değil, bunu özel olarak yapmamız gerekir. Ben şahsen böyle davranıyorum; Başbakanımız da çoğu zaman böyle davranıyor ama buradaki konuşmasıyla biz eleştirilerin hedefi olduk."

"Özel hayat mahremdir"-

Özel hayat tartışmalarına da değinen Arınç, özel hayatın mahrem olduğunu ve mahrem kalması gerektiğini, başkalarının ilgi alanı içine girmemesi gerektiğini belirtti. Bunun kişilik hakları ile birlikte düşünüldüğünde, kişilik haklarının zedelenmemesi gerektiğine dikkati çeken Arınç, "Kanunların suç saydığı fiiller dışında 11 senedir, iktidarımızın 11. yılını kutladık. 3 Kasım 2002'den bu yana çok şükür 11 yıl geçti. Hiçbir şekilde özel hayata, kişilik haklarına saygısızlık anlamına veya müdehale anlamına gelebilecek, isterseniz telefon dinlemelerden tutunuz bizim emrimizle veya bizim gayretimizle yapılmış şeyler değildir bunlar. Birincisi kötü niyetli insanların teknolojik imkanlardan istifade ederek yaptıkları suç fiilleridir. İkincisi de yargı kararlarıyla yapılan dinlemeler varsa bunlar hukukun gereği olarak yapılmaktadır. Şimdi özel hayata müdehale etmekle ilgili kimse bizi suçlamamalı. Neyle suçlarlar. Zaman zaman gelir içki satışlarındaki bazı yasaklamalar sebebiyle. Zaman zaman gelir, işte biz dindar nesil arzu ediyor istiyoruz. Bunlar hepsi hukuk sistemi içerisinde karşılığı vardır. Yani alkole ulaşma noktasında birtakım engeller çıkarmanın ve özellikle genç yaştaki insanların her elini uzattığında alkol alamamasını temin etmek, Belgrad'da da vardır, Münih'te de vardır, Londra'da da vardır, İspanya'da da vardır. Hatta biz bazı noktalarda onlardan daha da gerideyiz. Şimdi bütün bunları ben size bir saat anlatabilirim" ifadelerini kullandı.

Hükümette Meclis Başkanı olarak daha önce, şimdi bakan olarak yaptıkları düzenlemelerin AB normlarına uygun olduğunu vurgulayan Arınç, şöyle devam etti:

"Birilerinin içine siner veya sinmeyebilir. Biz, AB'nin iki standardını yakalamak istedik; hukuk ve demokrasi anlamında Kopenhag kriterleri, mali anlamda Maasstricth kriteri. Şu anda biz AB'ye girmiş pekçok ülkeden en az on misli daha bu kriterleri yakaladık ama AB'ye alınmayışımızın başka sebepleri var. Dolayısıyla AB normlarında ne varsa Türkiye'de o da var. Şimdi mesela kızlı-erkekli grupların aynı evlerde kalmaları. Eskiden ev sahipleri kiraya bile vermezlerdi. Ben yedek subaylığımı Kırıkkalede yaptım. Buradan hemşerilerime selam göndereyim. Benden önce bazı Asteğmenler ev kiralamışlar. Hoş olmayan şeyler duyulmuş. Doğru veya yanlış Kırıkkaleliler karar almışlar. Bundan sonra bekara ev verilmeyecek. Hele hele asteğmenlere hiç verilmeyecek. Fakat bizi görüp tanıyan bazı insanlar siz güzel insanlarsınız isterseniz size ev kiralayalım dediler ve ben asteğmenliğimi yaparken 1 sene Kırıkkalede 4 arkadaşımla aynı evi paylaştım. Şimdi ev sahibi kiraya vermişse tutacak insanlarda gelmiş tutmuşsa bunu önlüyücek bir engel yok AB normlarında.

Eskiden şu lokantalarda bile aileye mahsus yerler olurdu başka yerler olurdu. Şimdi onlar da kalmadı. Şimdi artık ben yazane Başaran Oteli'nin yanındaydım Manisada. Başaran Oteli'nde gelen müşterilerden evlilik cüzdanı istenirdi. Siz karı-kocamısınız hakkaten? Evlilik cüzdanı olmayanları otele bile kabul etmezlerdi. Şimdi öyle bir şey var mı? Yok. İyi veya kötü, doğru veya yanlış şimdi bizim standardımız artık bu noktaya galdi. Bu noktadan geriye dönüşü uygun görüyor muyuz? Herhalde görmüyoruz. Yani görebileceksek te bunu hukuk içerisinde yapacağız. Bütün bu konularda biz çok ileri bir noktaya geldik. Bundan muhafazakar anlayış zarar görmüş olabilir. Mazbut aile yapısı zarar görmüş olabilir. Mahremiyet, bekaret, şu-bu yani bunlar bizim değerlerimizdir. Bunlar zarar görmüş olabilir. TCK'da zina fiili suç olmaktan çıkarıldı. Ne zaman? Işılay Saygın'ın Devlet Bakanlığı yaptığı zamanda. Işılay Hanım da çok muhafazakar, çok mazbut, çok aile değerlerine bağlı bir hanımefendiydi. Çok iyi bir dostluğumuz var ama ne yapalım ki Anayasa Mahkemesi önce erkeğin zinasını sonra kadının zinasını iptal etmişti. O zaman bile TCK 441-442'dir.

Eski bir avukat olarak hatırımda kalanı söyleyeyim. O zaman bile yerine yeni düzenleme yapılamadığı için zannediyorum 95-96'lı yıllarda zina suç olmaktan çıktı.Şimdi de hala böyle devam ediyor. "Ne kadar kötü. Zina hala suç olsun" diyene saygı duyarım; Bu sistem devam etsin diyene de mecburen sistem böyle hukuk sistemi böyle. Ona karşı da bir şey diyecek noktada değilim ancak Hükümet olarak siyasi bir kararla 'toplum yapısında bozulma var, erozyon var, şu var, bu var, yine zinayı suç olma noktasına getirelim' denirse bu, hükümetin tercihi olur."

[PAGE]

Arınç, özel hayata müdahale tartışmaları konusundaki soruya  "Son yaşadığımız olayla ilgili, ben grup toplantsının arkasından hemen hemen buraya geldim. Burada da bu konu üzerinde görüşmelerimi ifade etmedim. Bu konuda da görüşmelerimi açık bir biçimde ifade etmek istiyorum. Kendisinden hep açıklık beklenen dürüst olması beklenen insan olarak düşüncelerimi ifade etmek isterim. Salı akşamı Plan ve Bütçe Komisyonunda hesap verdim, kendi bütçelerimi takdim ettim gece bir buçuğa kadar da bu bütçeler üzerine tartışmalar oldu. Orada bu konuya temas edenler oldu, ben onlara kısmen bir cevap verdim ama beni memnun eden asıl mesele şudur: Bütün muhalefet milletvekileri, CHP'li ,MHP'li olsun BDP'li olsun birkaç tanesi en azından, belki 3-5 taneydi konuşmaları sırasından biz size güveniyoruz, siz dürüst bir siyasetçisiniz, siz vicdan sahibi bir insansınız ve siz doğruyu söylersiniz. Cümlerlerde böyle başlayarak bana soru yönelttiler bu beni mutlu ediyor" yanıtını verdi.

20 senelik Parlamanto hayatında en sonunda sözüne güvenilen, yaptığı işinden emin olunan ve vicdan sahibi bir insan olarak nitelendirildiğini kaydeden Arınç, "Muhalefetteki arkadaşlarım beni acımasızca eleştirebilirler bunu ama başından söylüyorlarsa bu benim için bir şeref madalyasıdır" ifadelerini kullandı. Necmettin Erbakan'ın, "en kuvvetli şehadet hasmın şehadetidir" sözüne atıfta bulunan Arınç, başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın şüphesiz çok önemli meziyetlere sahip bir insan ve çok güçlü bir siyasetçi olduğunu belirterek, seçim üstüne seçim kazandığını ve büyük bir halk kahramanı olduğunu ifade etti.

Erdoğan'ı gören insanların gözyaşlarını tutamadığını, Başbakanın çok büyük bir aile reisi, çok dindar, inancını çok iyi yaşayan, arkadaşlarına karşı çok vefalı, siyasette görevinin eri bir insan olduğunu dile getiren Arınç, şöyle devam etti:

 "Onu benim tarif etmeme, ayrıca onun için övücü sözler söylememe gerek yok ama her siyasetçi açısından meseleye böyle bakmamız lazım. Parlamentoda öyleleri var ki onlar için aynı şeyler söylenmiyor. Mesela birileri kürsüye çıktığı zaman veya bir yaramazlık yaptığı zaman, dayansın ehli kubur cinsinden beyitler söyleyen arkadaşlarımız da var. 'Ne kendi etti rahat, ne aleme verdi huzur, yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehli kubur' sözünü içinden dışından konuşan pek çok insana rastlayabiliriz ama güvenilir olmak, emin olmak, 'sözünün arkasında mutlaka gerçeklik vardır' diyebilmek, benim avukatlık hayatımında siyaset hayatımında en büyük madalyasıdır, bundan dolayı Allah'a hamd ederim."

Arınç, geçmişte girdiği grift davaları anımsatırken, "Böyle grift davalara girerdim ki ağır ceza mahkemelerinde, ben ceza davası takip ederdim. Ağır ceza reisi hakimler, 'sen söylüyorsan mutlaka doğrudur' diyecek noktaya gelmişlerdi. Bana davalar gelirdi, 'bunu kim gönderdi' derdim, cezaevinden benim hasmım olan insanlar gönderirdi. 'Ona giderim, o adam satılmaz, hiçbir şeyin karşısında eğilip bükülmez' derlerdi. Hayatımı böyle yaşadım, böyle de devam ettirmek isterim" ifadelerini kullandı.

"Hükümet Sözcsü olmak o kadar ağır bir sorumluluk ki..."-

Siyaseti noktalayacağında bu şekilde noktalamak istediğini kaydeden Arınç, bunları hükümet sözcüsü olduğu için söylediğini, hükümet sözcüsü olmanın ağır bir sorumluluk getirdiğini vurguladı. Kürsüye çıkıp konuştuğunda söylediği her sözün mutlaka yerini bulması gerektiğini ifade eden Arınç, şöyle devam etti:

"Siyaseti noktalıyacaksam, siyaseti de bu şekilde noktalamak isterim. Bunları niçin söylüyorum, ben şimdi hükümet sözcüsüyüm. Hükümet Sözcsü olmak o kadar ağır bir sorumluluk ki sizinle konuştuğum kadar rahat konuşamıyorum orada. Kürsüye çıktıp da arkadaşlarıma bilgi veririken söylediğim. Ben dışarıda tutanak katibi değilim, bakanlar kurulunda ama notlarımı alıyorum, konuşulanlar neyse, bakan arkadaşlarımız hangi bilgileri vermişse onları özetlemeye çalışıyorum. O özetin de doğru olmasına gayret ediyorum. Ama içerde konuşulan her şeyi konuşmak doğru bir şey değil çünkü bunları içinde özel şeyler de var. Bunların içersinde fevkelade dışarıda duyulması halinde, belki zararlı olabilecek unsurlarda var. Biz onları esasen Bakanlar Kurulu gündeminin dışında da farklı yerlerde zaman zaman görüşüğümüz de oluyor.

Ben açıklama yaparken hükümet sözcüsü olarak bir; hükümetimi düşünmek zorundayım, söylediklerim hükümetimi zor durumda bırkmamalı, işin sivil boyutu, emniyet, güvenlik siyaset boyutu var. Öylesine onları ambalaj haline getirmeliyim ki, hükümetim bundan  herhangi bir yara almamalı. İkincisi, Başbakanımı korumak zorundayım. Başbakanımın da bütün sözlerini de olması gerek şekilde, madem bu vazife bana verilmiş, tutanak katibi de olmadığıma göre, satır satır söylemek zorunda değilim. O kadar sıkılıyor ve yoruluyorum ki Hükümet Sözcüsü olarak bir yerde konuşurken. Neden, yanlış yapmayım diye. O gün soru soruldu, içerde bu konularda konuşulmuş değil ama dışarıdan haber geldi, o gün zaten birkaç gazetede böyle bir konuşma yapmışım  ben sadece bulunduğum yerde hem Bakanlar Kurulu'nda hem de Kızılcahamam'da ne duymuşsam onu dışarıda söyledim, duymadıklarımdan sorumlu değilim."

"Başbakan'a tutmayın dedim"

[PAGE]

"Başbakan'a tutmayın dedim"

Yeni dönemde aday olup olmayacağına ilişkin soruyu yanıtlayan Arınç, "Burada (Manisa'da) siyasete başladım 'burada bitireceğim' demiştim. Ne kadar büyük laf etmişim" şeklinde konuştu. Arınç, bir önceki seçimlerde adaylık sürecinden bahsederek, "11 Nisan'da listeler açıklanacak. Sayın Başbakan 7 veya 8 Nisan'da bana ulaştı. O tarihte de Amerika'daydı. 'Biz böyle bir karar verdik' dedi. 'Etmeyin, tutmayın' dedim. Benim böyle bir sözüm de var üstelik. 'Gelince konuşalım' dedim" ifadelerini kullandı.

"Başbakan cumartesi günü geldi, pazar günü listeler yapıldı, pazartesi ilan edildi" diyen Arınç, "Sayın Başbakan bana çok haklı, çok yerinde bazı gerekçeler söyledi. Ben de kabul ettim memnuniyetle. Bu bir görevdir. İyi ki oradan (Bursa) seçildim çünkü Bursa büyük bir zenginliğe sahip. Beni çok mutlu ediyor Bursa'dan milletvekili olmak" diye konuştu.

"2007'de Meclis Başkanlığını bıraktığım gün siyasete elveda etmeyi düşündüm"

Bu dönemin kendisi için son olduğunu ifade eden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Eşyanın da tabiatın da bir sınırı var. Doğal hayatımızın da bir sınırı var. 19 yaşında başladığım siyaseti 65 yaşına gelmişim 'hala sürdüreceğim' diye bir iddiam yok. Ben başka siyasetçilere benzemem. Birileri hala 75 yaşında 'tekrar seçilebilecek miyim' diye bekliyor. Ben 80-90 yaşlarında insan bilirim parlamentoda olmak için can atar. Ben böyle değilim. Aslında bir tüyo vereyim size. 2007'de Meclis Başkanlığını bıraktığım gün siyasete de elveda etmeyi düşündüm. Yani insan en zirve noktada bu işi bırakmalı."

Arınç, çok iyi bir meclis başkanlığı dönemi geçirdiğini ifade ederek, "Beş yıl boyunca davasını, inancını her noktada gösteren bir meclis başkanlığı yaptım. Ama o zaman şunu düşündüm. Benim başkanlığım döneminde cumhurbaşkanı seçtirmemişlerdi" dedi. Arınç, şöyle devam etti:

"Bu milletin kendi içerisinde hiçbir zorbalık olmadan, benim inancımı, benim davamı, benim özel hayatımı, benim arkadaşlığımı ve millete layık bir ismi Cumhurbaşkanı yapmak istedim. Meclis Başkanlığım sırasında buna fırsat bulamadım. Dedim ki 'ben tekrar böyle bir meclis başkanı seçilmesine en azından bir oyumla katkı sağlamalıyım'."

Arınç, 2007'deki adaylığının bu şekilde gerçekleştiğini ifade ederek, "2011 Bursa şartı oldu, onu da kabul ettim. Bütün sözlerimi yerine getirdim. Bundan sonra kimse bana güvenip siyasete yön vermesin" dedi.

Anayasa çalışmaları

Yeni anayasa çalışmaları hakkında bir soruyu cevaplandıran Arınç, anayasanın dört partinin uzlaşmasıyla yapılmasının çok önemli olduğunu aktardı. "Biz buna çok büyük katkı sağladık ve gönülden inandık" diyen Arınç, eşit ve adaletli olmak için çalıştıklarını ama bugüne kadarki çabalardan sonuç alamadıklarını söyledi.

Arınç, Başbakan Erdoğan'ın "Mutabık kaldıklarınızı gelin beraber çıkaralım" dediğini hatırlatarak, "CHP buna 'evet' dedi sonra görüşmeler sonunda şimdi 'hayır' diyor. Yine dört partinin birlikte olmasını gösteriyor. Bundan sonra bu işin olamayacağını şahsen ben düşünüyorum" ifadelerini kullandı.

Arınç, "Çünkü CHP, kısmen MHP, kısmen BDP bu uzlaşmaz tavırlarında devam ederlerse, diğerlerinin hakkını yemeyeyim daha çok CHP'nin uzlaşmaz tavrı devam ederse, o da üyelerinden kaynaklanıyor" dedi ve "Bizim önünde seçim olan bir dönemde yeni anayasayı yapmamız parlamento içerisinde bunu görüşmemiz mümkün değil" şeklinde konuştu.

Arınç, CHP'nin çalışmaları bir ay içerisinde sonuçlandıracağına söz vermesi halinde buna inanacağını ifade ederek, "Ama Ocak'a kadar bitmediği takdirde Ocak'tan sonra meclis başkanı, ki bu inisiyatifin sahibi odur, bence dükkanı kapatması lazım. Artık bu iş olmayacak kendimizi de aldatmayalım" diye konuştu.

Zamanında AK Parti'nin bunu yapabileceğini söylediğini belirten Arınç, sözlerine şöyle devam etti:

"Bir, dört parti uzlaşır anayasa yapar. İki, böyle bir şey yapılmazsa, bu masa devrilirse biz partilere gideriz, 'gel seninle birlikte bunu yapalım' deriz. Onu da gerçekleştirdik. CHP'ye gittik önce 'evet' şimdi 'hayır' dedi. Son seçenek 2015 seçimlerine giderken milletimize 'ben gayret ettim, çalıştım, elimden geleni yaptım, iyi niyetliydim ama beni yeni bir anayasa yapma fırsatı vermediler. Ey Millet! sen darbe anayasasından kurtulup yeni bir anayasa istiyorsan bunu ben tek başıma yapacağım. Sen bana şu kadar milletvekili verirsen ben sana 3 ay içerisinde yeni anayasayı yapacağım' diyeceğiz. Millet inanırsa ne ala, inanmazsa ne ala. Seçime böyle gideceğiz."

Muharrem ayı 

Muharrem ayı ile ilgili düşüncelerini paylaşan Arınç, "Hükümet sözcüsü olarak da bir açıklama yaptım. Plan Bütçe Komisyonu'nda da Muharrem ayından tebriklerimi ve şüphesiz yaşanmış olaylara ait üzüntülerimizi ifade ettim" diyerek, şunları kaydetti:

"Muharrem ayı Sünni, Alevi bütün Müslümanların ortak aylarıdır, günleridir. Sadece on Muharrem orucuyla veya aşuresiyle değil, tarihte, geçmişte yaşanan o hepimizin yüreğini dağlayan olayları tekrar hatırlamak ve Müslümanlar içerisindeki fitnenin tekrar yeşermemesi için neler yapılması gerektiğini düşünmek ve birbirimizi ve birbirimizin ortak değerlerini daha çok tahkim etmek ve güçlendirmek noktasından neler yapabileceğimizi düşünmemiz lazım. Ben daha önce Meclis Başkanıyken de sonra bir ara fırsat bulduğumda tekrar bu Halkalı'daki Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin şehadetiyle ilgili yapılan toplantılara katılırım."

Arınç, "Alevi, Bektaşilerin, dostlarımızın, kardeşlerimizin aşure ve Muharrem ayı iftarlarına katılırım. Onlardan bilgi almaya çalışırım, onlardan eksikliklerimi gidermeye gayret ederim. Bu müşterek duygularımızı en güzel şekliyle yaşamaya çalışırım" dedi ve "Tabii Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu konudaki gayretleri var. Biz TRT olarak Muharrem ayı içerisinde çok güzel etkinlikler yapıyoruz" ifadelerini kullandı.

TRT Türk ve diğer kanalların Muharrem ayıyla ilgili çok güzel anma programları yaptığına dikkati çeken Arınç, "Bazılarına geçmişte katılmıştım. Buradan da Sayın Genel Müdürümüze tekrar rica ediyorum, mutlaka Muharrem ayı içerisinde aşureye, Muharrem'i, Ehl-i Beyt'i, Hazreti Ali'yi, Hazreti Ali'nin çocuklarını Hazreti Fatıma'yı, hepimizin ciğerparesi olan, hepimizin onlara inanmakla iman etmek zorunda olduğumuz mübarek kişilere karşı görevlerimizi hatırlamamız lazım" diye konuştu.

Alevilerin talepleri

Arınç, "Alevi dostlarımız, kardeşimiz noktasında hükümetimizden bazı şeylerin yapılması isteniyor ve bekleniyor. Buna gönülden 'evet' diyoruz" diyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ancak bazı talepler var ki, bu talepler Alevilerin taleplerinin ötesinde siyasallaşmış veya Aleviliği gerçek mecrasından çıkartabilecek talepler. Bunlar üzerinde ısrarlar olduğunda zorlandığımızı ifade etmem lazım ama masumane ve hepimizin ortak kabul edeceği bazı konuları inşallah çok vakit geçmeden de halkımıza açıklayacağız. Aleviler bu ülkenin çok önemli bir parçası, bizim can ciğer dostlarımız ve kardeşlerimiz. Hazreti Ali'yi sevmek noktasında da, onların farklı inançlarının farklı tezahürlerini icra etmesi noktasında da, cemevlerine bağlılıkları noktasında da, onları sorgulama noktasında değiliz. Onların yaptıklarının çok masum, çok doğru şeyler olduğuna inanıyoruz. Ancak oralara verilebilecek isimler konusunda endişelerimizi bizimle paylaşırlarsa, biz de çok daha rahat ve daha kolay hareket ederiz."

Yüzyıllar ötesinden Alevilerle acıların müşterek olduğuna inandığının altını çizen Arınç, "Türkiye'de de çok acılar yaşandı. Geçmişte 70 öncesi, 80 öncesi Çorum'u ile Maraş'ı ile başka yerleriyle Sivas'ı ile, isim isim saymak istemiyorum, ben inanıyorum ki o olaylar siyasi olaylardı ve içimize fitne sokmak isteyenlerin tezgahıydı" diye konuştu. Arınç, "Hangi kesimden gelirse gelsin, o olaylarda devletin ve hükümetin zaafları olabilir" diyerek şu ifadeleri kullandı:

"Biz o zaaflar noktasında, biz o zamanlar olmasak bile devlet adına, hükümet adına, güvenlik güçlerinin bu olaylarda kullanılması adına bir eksiklik varsa, o olaylarda canlarını kaybedenlerden zarar görenlere herkese karşı bir özür dilemek borcumuzun olduğuna da inanıyorum. Biz sorumlusu değiliz ama bizden önceki hükümetlerin de devamlılığı olduğunu düşünürsek, ülkemizde yaşanan bu acı olaylar konusuda da inşallah aynı hatalara tekrar düşmemek için çok daha dikkatli olmalıyız."

"Türkiye Neo-Osmancılık peşinde değil"

[PAGE]

"Türkiye Neo-Osmancılık peşinde değil"

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkiye'nin Balkan ülkelerine karşı hiçbir zaman ayrımcılık yapmadığını belirterek, "Bazılarının korkusu Neo-Osmanlıcık. Buralarda bunu bir korku unsuru haline getirmişler. Türkiye, böyle bir sevdanın peşinde değil" dedi.

Avrupa'nın en önemli şehirlerinden biri olan Belgrad'da bulunmaktan büyük memnuniyet duyduğunu belirten Arınç, konferansa çok sayıda katılım olduğunu ve verimli bir toplantı gerçekleştirildiğini söyledi.

Cuma namazını Bayraklık Camii'nde kıldığını aktaran Arınç, bölgedeki türbeleri de gezdiklerini ifade etti. Balkan halkları ile Türkiye arasında 400 yıla yakın beraberlik bulunduğunu hatırlatan Arınç, bunu sokaklarda gezerken açık bir şekilde fark edildiğini söyledi.

Balkanları "müşterek kültür ve tarihin cereyan ettiği topraklar" olarak bildiklerini kaydeden Arınç, Sırbistan ile ilişkilerin de hem halk hem de hükümet düzeyinde çok iyi olduğunu söyledi. Sırbistanlı parlamento üyeleri ve diğer yetkililerle görüştüklerini ifade eden Arınç, "Türkiye ile Sırbistan arasında çok önemli dostluk köprüleri var" dedi.

Arınç, Balkan ülkelerinin çoğunun NATO ve AB ile ilişki kurmak istediklerini belirterek, Türkiye'nin bu ülkeleri her zaman desteklediğini vurguladı.

Türkiye'nin Balkan ülkelerine karşı hiçbir zaman ayrımcılık yapmadığını belirten Arınç, "Bazılarının korkusu Neo-Osmanlıcık. Buralarda bunu bir korku unsuru haline getirmişler. Türkiye, böyle bir sevdanın peşinde değil. Türkiye, Türkiye cumhuriyetidir. Geçimişiyle bağını koparmaz, geçmişinden iftihar eder. Ama ne yayılmacıdır, ne hegemonya gibi başka ülkeleri etki altına alacak herhangi bir perspektif veya projenin de sahibi değildir. Biz bugün her yerde şunu söylüyoruz, bunda da samimiyiz: Sırbistan'ın toprak bütünlüğüne saygılıyız. Buna saygılı olmanın ötesinde elbette bir devlet olarak karşılık gösteriyoruz" dedi.

"Sırbistan'ın toprak bütünlüğü bizim için önemlidir"

Türkiye'nin Sırbistan'ın rejiminin ne olduğu ile ilgilenmediğini vurgulayan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Buna karşı da önyargılı değiliz. Egemenlik hakkına ve toprak bütünlüğüne saygılıyız. Bunu Bosna Hersek'te de söylemeliyiz, Sırbistan'da da söylemeliyiz, diğer ülkelerde de söylemeliyiz. Çünkü kendi içinde Türkiye'nin yakın ilgi alanı topraklar veya topluluklar varsa Türkiye'nin amacı bunlarla bütünleşmektir diye düşünmesinler. Biz onları seviyoruz. Onların kalkınması için elbette çalışacağız ama Sırbistan söz konusu olduğunda Sırbistan'ın toprak bütünlüğü bizim için önemlidir, egemenlik haklarına saygı gösteririz."

[PAGE]

Türkiye'nin basın özgürlüğü konusunda kendini anlatmasıyla ilgili bir sorunu olup olmadığı yönündeki soruyu yanıtlayan Arınç, Türkiye'nin kamu diplomasisi noktasında ve gücünü yeterince ortaya koyacak çalışmalar konusunda eksikliklerinin olabileceğini belirterek, "Yani bu bizim eksikliğimiz, itiraf etmek zorundayız ki yeterli değiliz bu konuda. Keşke yeterli olabilseydik" dedi.

Arınç şöyle devam etti:

"Ama ikinci ve daha baskın bir unsur var, bizi olduğumuz gibi görmek istemeyen bazı çevreler var. Türkiye'nin gücünden rahatsız olan, Türkiye'nin kazandığı prestijden rahatsız olan, Türkiye'yi hala sorunlu bir ülke olarak göstermek isteyen, Türkiye'nin demokrasisinin hala yeterince güçlü olmadığını söylemek isteyen veya bu yolda projeler, raporlar hazırlamaya çalışan odaklar da var. Onların çalışmaları itiraf edeyim ki bizden daha güçlü."

Konferansta Türkiye'de basın özgürlüğü olmadığı noktasında yapılan konuşmaya da hazırlıklı olduklarını belirten Arınç, konuyla ilgili şunları aktardı:

"Anayasamızdan, hem basın özgürlüğüyle ilgili hükümlerden, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarındaki örneklerden bahsederek, rakamlar vermek suretiyle hatta hiç hoşuma gitmez ama bazı isimler vermek suretiyle zikri geçen basın mensuplarının veya gazetecilerin hangi suçlarla suçlandıklarını, hangi suçlardan dolayı tutuklu ve hükümlü bulunduklarını söylemek zorunda kaldım ve sonra ilave ettim: Bizim anayasamızın 10. maddesi aslında uluslararası bir hukuk prensibini ortaya koyuyor. Diyor ki: Hiç kimseye isminden dolayı, görevinden dolayı, renginden dolayı, milliyetinden, dininden, dilinden, ırkından dolayı ayrımcılık yapılamaz. Kanun önünde eşitlik vardır. Bu ne demektir dedim, bu şu demektir: Yani bağımsız mahkemeler ve yargı, yargılama yaparken kişinin gazeteci olup olmadığına göre değil, kendisine yüklenen suça göre yargılama yapıyorlar. Yani gazetecilerin suç işleme imtiyazı olmadığına göre sıfatı gazeteciyse her şeyi yapabilir, ondan hesap sorulamaz diye bir kural da olmadığına göre yargıya güvenmek zorundayız. Yargı bizde de uluslararası hukuk kurallarına bağlıdır ve verdiği kararlar orada kalmaz, arkasından yüksek yargı dediğimiz temyiz vardır, arkasından bireysel anayasa mahkemesine başvuru vardır ve sonunda da isterlerse ve giderlerse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vardır. Yani içeride gazeteciler varsa, tutuklu veya hükümlü olarak onları suçlayan ve bu noktaya getiren yürütme olarak biz değiliz, NGO'lar değil, STK'lar değil, halk grupları değil, yargı. Sizde de yargı yok mu? Sizde yargı hükümetler ne derse onu mu yapıyor yoksa bağımsız mı? Bağımsız. Bizde de öyle. Yani bu kararları biz vermedik, sorumlusu da biz değiliz. Kaldı ki, bugün cezaevlerinde 120 bin kişi varsa bunlar içerisinde siz 60 kişiden bahsediyorsunuz ve bu 60 kişiden kimisi adi suç işlemiş, kimisi de terörle mücadele suçları kapsamında yargılanıyor. Dileriz ki hepsi beraat etsin ama böyle bir hukuk varsa ve bu hukukun karşılığında da bir ceza öngörülmüşse bunu verdikleri takdirde bizi basın özgürlüğü olmayan bir ülke olarak tavsif ederseniz siz yanlış yaparsınız, biz de bundan üzülürüz.'"

Konuşmasının dinleyiciler tarafından da olumlu karşılandığını ifade eden Arınç sözlerine şöyle devam etti:

"İnanın çok büyük alkış aldım. Herhalde gerçekleri söylediğim için. Bunu her yerde ifade etmeye de çalışacağım ama onlar böylesine çarpıtılarak veya etki altında bırakılarak, Türkiye'den de birilerinin onları bu noktada brife ettiklerini, onlara yalan veya yanlı raporlar göndererek Türkiye'yi mahkum etmeye çalıştıklarını biliyorum. Bunlar birkaç kuruluştur. Türkiye'den dünyanın her yerine servis ediyorlar. Onların bu yaptığına karşı bizim mutlaka daha aktif olmamız ve daha çok bilgilendirmemiz gerekiyor."

Gazeteciliğe yönelen tehditlerle ilgili önerilerinin de ilgiyle karşılandığını dile getiren Arınç, online nefret söylemi ile ilgili de internet ortamından insanların kişisel haklarına saygısızlık yapıldığı ve suç işlendiğini belirterek, "Nefret söylemleri başını alıp gidiyor ve bu dünyadaki toplumlar arası çatışmaları ve kavgaları daha da artırıyor" dedi. Bu eylemlerin insanların aile ve özel hayatını da etkilediğini kaydeden Arınç, insanların bundan rahatsız olduklarını, kendilerini savunamadıkları gibi karşılık da veremediklerini söyledi.

Mevcut haliyle sanal dünyanın güvenli bir ortam olmadığını dile getiren Arınç şunları söyledi:

 "İnternete ulaşmak nasıl bir anayasal haksa, bilgilenme noktasında. Bunu yapanların da, bu mesajları yayanların da, bu medyada bunu kullananların da kimliğine ulaşmamız lazım, yani bir sorumluluk olup olmaması açısından. İkincisi de bilgiyi ortaya çıkaranlara bizim ulaşmamız lazım. Bu konudaki eksiklikler de gündeme geldi. Ben, bunları tabii Avrupa Konseyi'nin basın referanslarından alacağım, RTÜK'de aynı şeyi yapacak ve bunlar üzerinde çalışmalar yapacağız. Biz Türkiye'de aslında bilişim suçlarıyla ilgili zannediyorum 7 sene evvel çıkarılmış bir kanunumuz var, buna yeni ilaveler yapmayı düşünmüyoruz. Yani internette bu olup bitenlerle ilgili cezai yaptırım getiren yeni bir yasal düzenleme yapacak noktada değiliz ancak mevcut düzenlemeleri daha netice alıcı bir noktaya getirmemiz ve caydırıcılık noktasında da yeni bazı unsurlar eklememiz gerekiyor. Bir taraftan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanımız Binali Yıldırım, bir taraftan Adalet Bakanlığımızın özellikle son yaşadığımız olaylar içerisindeki tahrikleri, yönlendirmeleri, suç işlemeye teşvikleri gördükten sonra herhalde bir şeyler yapmamız gerektiğine inanıyorum."