"G-7 yerini G-20'ye bırakıyor"
İSTANBUL - Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, "G-7 mekanizması eskiden çok etkindi ama artık bakıyoruz ki G-7'nin yerini hızla G-20 alıyor. G-7 grubu artık bir araya geldiğinde artık o eski temsil güçleri yok, ancak 20 ülkeyi masanın etrafında oturttuğunuzda temsil gücü yüksek bir karar mekanizması görebiliyorsunuz" dedi.
Babacan, İMKB Başkanı İbrahim Turhan'ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen "Asya Borsaları İstanbul Buluşması"nda yaptığı konuşmada, bildiği kadarıyla İstanbul'da böyle bir toplantının ilk defa yapıldığını belirterek, "Asya borsalarının temsilcileri beraberce ne yapılabilir? İş birliği ve koordinasyon nasıl arttırılabilir? bu toplantıda ele alacaksınız" dedi.
Dünya dengelerinin hızla değişmekte olduğu bir dönemden geçildiğini ifade eden Babacan, şunları kaydetti: "Dünyanın ekonomik ağırlığı bir süredir batıdan doğuya doğru kaymaktadır. Ekonomik ağırlık merkezi gelişmiş olan ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kaymaktadır. Son yaşadığımız 2008-2009 krizi, bu kayış trendini hızlandırdı. 1980'li yılların başlarında gelişmekte olan ülkelerin toplam küresel ekonomik aktivite içerisindeki payları yüzde 23 iken bugün bu oran yüzde 47'ye yükseldi. Dünyanın ilk 10 ekonomisine baktığımızda Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya gibi ülkelerin, yukarıda yer aldığını, İngiltere, Fransa, Kanada gibi ülkelerin ise listede daha aşağı sıralarda yer aldığını görüyoruz. 1980'lerde Asya ekonomilerinin dünya ekonomisindeki payı sadece yüzde 8 iken, bu oran yüzde 20'lere yükseldi. Bu ekonomik büyüklük ve aktivite açısından bakıldığında öz bilgiler veriliyor. Borsalar açısından baktığımızda 51 borsanın üyesi olduğu Dünya Borsalar Federasyonu'nun verilerine göre, 2003-2011 döneminde toplam piyasa değeri Asya Pasifik'te yüzde 20'den yüzde 31'e yükselmiş durumda bulunuyor. Asya Pasifik Borsaları'na bakıldığında aynı dönemde, 3,5 katlık bir artış görüyoruz. İMKB'ye baktığımızda aynı zaman diliminde 5,5 katlık bir artış görüyoruz. Neredeyse 200 milyar dolara yaklaşan bir değer söz konusu."
"G-7'nin yerini G-20 alıyor"
Babacan, bütün bu gelişmelerin, gelişmekte olan ülkelerin dünya eknomisindeki payının artması, Asya'nın dünya ekonomisinden aldığı payın artması ve küresel ekonomik ve finansal yönetimde kendisini aktif hissettirdiğini belirterek, "G-7 mekanizması eskiden çok etkindi ama artık bakıyoruz ki G-7'nin yerini hızla G-20 alıyor. G-7 grubu artık bir araya geldiğinde artık o eski temsil güçleri yok, ancak 20 ülkeyi masanın etrafında oturttuğunuzda temsil gücü yüksek bir karar mekanizması görebiliyorsunuz" dedi.
Geçmiş dönemlere bakıldığında doğrudan yatırımların gelişmiş ülke finansal sistemleri üzerinden gelişmekte olan ülkelere ciddi bir akışı söz konusu olduğunu ifade eden Babacan, şunları söyledi:
"Gerek gelişmiş ülkeler, gerekse gelişmekte olan ülkeler tasarruflarını gelişmiş ülke finans sistemleri ve kurumları aracılığıyla yatırımlarını kanalize etmekteydi. Artık bu tabloda değişiyor. Gelişmiş ülkelerin baskınlığı sürse de gelişmekte olan ülkelerin yaptığı sabit sermaye yatırımları da hızla artmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin birbirleriyle olan finansal ilişkilerini gelişmiş ülke sistemleri üzerinden kurma alışkanlığı da kırılmaktadır. Küresel ekonomik sistemin istikrarı açısından bu trendin artarak sürmesini bekliyoruz. Gelişmekte olan ülkelerin SPK'ları ile organize borsalarında da büyük yükümlülükler düşmektedir."
Babacan, dünyada sermaye piyasalarında özellikle gelişmekte olan ülkedekilerin önemli risklerle karşı karşıya kaldığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bir yandan organize piyasalarda yer alan likiditenin yüzde 75'i 6 büyük borsada olacak şekilde bir konsolidasyon söz konusu. Diğer yandan ülkeler arası yatırım akışları, artan bir şekilde doğrudan sabit sermaye yatırımları, girişim sermayesi, devlet yatırım fonları ve yatırım kuruluşları tarafından geliştirilen alternatif finansman yöntemleriyle gerçekleştirilmektedir. Her iki durumda gelişmekte olan ülkelerin organize borsalara yönelen kaynaklarını azaltmakta ve bu ülkelerde yer alan işletmelerin kaynaklara organize borsalar yoluyla erişimini kısıtlamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin sermaye piyasası aktörleri bir araya gelmek ve aralarındaki etkileşimi arttırmak durumdadır. Gelişmekte olan ülkeler kendi aralarındaki yatırımları arttırırken, bu yatırımı organize borsalar aracılığıyla yapabilmek amacıyla ortak hareket alanını arttırmak durumundalar. Bu şekilde küresel ve bölgesel sistemik risklerin kontrolünü kolaylaştırabilecek daha dengeli global finansal sistemin oluşumuna katkıda bulunmak mümkün olabilecek."
"Finans konusunda ihtisas mahkemeleri kuruyoruz"
"Finans konusunda ihtisas mahkemeleri kuruyoruz"
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, finans konusunda İhtisas Mahkemeleri kurduklarını belirterek, "Bu İhtisas Mahkemeleri finans sektöründe ortaya çıkabilecek sorunların çok hızlı bir şekilde çözülmesini sağlayacak bir hukuki altyapıyı da oluşturmuş olacak" dedi.
Babacan, gelecek dönemde uygulayacakları politikaların çok önemli olduğuna işaret ederek, özellikle yapısal reformların Türkiye için kilit öneme haiz olduğunu belirtti.
Tasarruf oranlarını artırıcı yapısal tedbirler, Türkiye'deki yargı sistemini daha da iyileştirmek için atılacak adımlar ile eğitim reformunun bundan sonraki dönemde en çok önem verecekleri alan olacağına değinen Babacan, yüksek katma değerin iyi yetişmiş eğitimli bir nüfusla gerçekleşebileceğini dile getirdi.
Babacan, Türkiye'nin 10 bin 500 dolar olan milli gelirinin, 2023 yılında hedeflenen 25 bin dolara ulaşmasının ancak daha iyi eğitilmiş bir nüfusla mümkün olacağını vurgulayarak, bu sebeple eğitim konusunda çok ciddi adımlar atmaya başladıklarını söyledi.
Eğitim konusunun çok önemli bir konu olduğuna işaret eden Babacan, siyasi ve sosyal sonuçlarına rağmen, eğitim reformunu Türkiye'de gerçekleştireceklerini belirtti.
Babacan, Türk bankacılık sisteminin çok geniş bir coğrafyada örnek gösterilir hale geldiğine işaret ederek, şunları söyledi:
"Krizden etkilenen hiç bir bankamız olmadı. 2008-2009 krizinden bugüne kadar baktığımızda tek bir Türk bankası sorun yaşamadı. Hiç bir bankaya devlet desteği vermek zorunda kalmadık. Bankacılık sisteminin tümü için devlet garantisi rakamlarını artırmadık. AB'nin genelinde devlet garantisi artırıldı. Bazı AB ülkelerinde yüzde 100 devlet güvencesi verilmek zorunda kalındı. Ancak biz Türkiye'de bir şeye dokunmadık. Mevcut sistem Türk bankacılık yapılarını sapasağlam bugüne getirdi.
Bankacılıkla ilgili zamanında zor düzenlemeler yaptık. 2006 yılında konut kredilerinde yüzde 25 peşin ödeme getirdik, tüketici kredilerinde yabancı para birimlerini yasakladık. Türkiye'de tüketici kredisi sadece Türk lirası. Eğer vatandaşımızın maaşı Türk Lirası ise neden başka para birimi cinsinden borçlansın. Sonra evin borcunu ödeyeceği, 10-15 yıl boyunca her gün gözü televizyonda kur ne oldu? İndi mi? Çıktı mı? Bu riske biz kendi vatandaşlarımızı sokmak istemedik. Ama tüm bunlar sonucunda gördük, krizde sağlam bir bankacılık sektörü. Takibi geçen alacaklara baktığımızda bankacılıkta yüzde 2,8'deyiz. Bu bulunduğumuz konjonktüre göre çok çok makul bir rakam."
"İstanbul'un finans merkezi olması için atılması gereken adımlar var"
"İstanbul'un finans merkezi olması için atılması gereken adımlar var"
Türkiye'nin dünyada yaşanan ekonomik krizde verdiği başarılı sınavın, İstanbul'u bir finans merkezi olarak yeniden konumlandırma konusunda kendilerine cesaret verdiğini anlatan Babacan, son zamanlarda bir çok uluslararası şirketin operasyon merkezini İstanbul'a kaydırdığını belirtti.
Babacan, İstanbul'daki bir firmanın dünyanın çok geniş coğrafyası ile iş yapabildiğine değinerek, "İstanbul'un finans merkezi olması için altyapının hazırlanmış olması lazım. Doğru adım atılması lazım. Sermaye piyasalarının teknolojik alt yapısının güçlendirilerek, ürün çeşitliliğini artırılması, ülkemizin halka arz potansiyelinin değerlendirilerek, halka açık şirketlerin artırılması ve Türkiye ve bölgedeki yatırım bilincinin yükseltilmesi gibi konularda atamamız gereken adımlar var" diye konuştu.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, yeni bir Türk Ticaret Kanunu (TTK) çıkarttıklarını ve AB kriterleri ile uyumlu modern bir kanun yaptıklarını belirtti.
"Finans ihtisas mahkemeleri kuruyoruz"
Şimdi de sermaye piyasası kanununu sıfırdan yazdıklarını, kanunun TBMM'nde olduğunu ve gelecek aylarda yasalaşarak yürürlüğe gireceğini dile getiren Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Özel sektörün kendi arasında problemleri yargıdan önce gelip çözmesi için İstanbul'da bir tahkim merkezi kuruyoruz. Bu merkezi özel sektörün ağırlıkta olduğu bir yönetim idare edecek. Yine finans konusunda ihtisas mahkemeleri kuruyoruz.
Bu sermaye piyasaları kanunun içine bunları koyduk. Adalet Bakanlığı ile çalıştık. Bu ihtisas mahkemeleri finans sektöründe ortaya çıkabilecek sorunların çok hızlı bir şekilde çözülmesini sağlayacak bir hukuki altyapıyı da oluşturmuş olacak."
Başbakan Yardımcısı Babacan, eğitimin burada çok önem teşkil ettiğini belirterek, ilköğretim dahil finans konusunun müfredata belli ölçülerde girmesini sağlayacak bir çalışmayı Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ile beraber yürüttüklerini kaydetti.
Türkiye'nin güçlü yanları
[PAGE]Türkiye'nin güçlü yanları
2008-2009'dan bu yana bakıldığında temelde iki sorun görüldüğüne işaret eden Babacan, bu sorunların, bazı ülkelerin bankacılık sistemindeki zayıflıklar ve yüksek bütçe açıkları olduğunu belirtti.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, bu her iki konunun da Türkiye'nin güçlü olduğu alanlar olduğunu vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"2008-2009 krizi gelip çattığında Türkiye'nin bankacılık sistemi reformdan geçmiş, temizlenmiş, sermaye yapısı güçlü bir sistemdi. Yine Türkiye'nin bütçe açığı ve Türkiye'nin kamu borcu makul seviyelere inmişti. Bu son krizden sınırlı bir şekilde etkilenmemizin ve krizden çıkışımızın hızlı oluşunun temelinde bu konular var.
Bir başka önemli konu Türkiye'nin kriz döneminde uyguladığı politikalar. 2009 yılında pek çok ülkede, daha fazla kamu parası harcayarak, ya da vergileri azaltarak, bütçe açıklarını çoğaltarak, ekonomiye bir canlılık getirilme çizgisi izlenirken, biz tam tersine 2009 yılının ortasından itibaren, kamu açıklarını daha da azaltıcı, kamu borç stokunu daha da aşağı çekici bir çizgi izledik."
O dönemde bunun çok tartışıldığını ifade eden Babacan, "O dönemin bir İspanya'sı, bir İtalya'sı, bir Portekiz'i, bir Yunanistan'ı bir İrlanda'sı, bütün bu ülkeler çıkıyorlardı tedbir paketleri açıklıyorlardı. 'Biz bu ekonomiyi canlandıracağız. Bu krizden çıkacağız.' Nasıl çıkacaksınız? Daha çok para harcayacağız. Peki bu parayı nasıl bulacaksınız? Biz Avrupa Birliği'yiz bizim kredibilitemiz var. İşte borçlanırız. İşte bu hesap tutmadı" diye konuştu.
Ali Babacan, kamu borç stokunun piyasalar tarafından risk olarak algılanmaya başlandıktan sonra, kamu harcaması ile ekonomiyi canlandırmak için harcanan kaynakların etkisinden çok daha büyük bir etkinin güven kaybıyla bütün birikimleri alıp götürdüğünü dile getirerek, işin özünün güven olduğunu belirtti.
Tüketicinin, halkın, ülkenin geleceğine ve ekonomi politikalarına güveninin, şirketlerin geleceğe yönelik güveninin ve finans sektörünün geleceğe olan güveninin çok önemli olduğuna işaret eden Babacan, bu üç alanda güven oluşturulmadığı takdirde devlet harcamaları ne kadar artırılırsa artırılsın, ne kadar büyük parasal genişlemeye gidilirse, gidilsin sonuç alınamadığını vurguladı.
Babacan, Türkiye'nin bütçe açığını azaltmasına, kamu borç stokunu daha aşağılara çekmesine rağmen, 2010 yılında yüzde 9,2 oranında, 2011 yılında da yüzde 8,5'luk bir büyüme elde ettiğini, bu büyümenin tamamının özel yatırım harcamaları ile özel tüketim harcamasından geldiğini, kamu harcamalarının büyümeye katkısının sıfır olduğunu söyledi.
"Biz devlet olarak güveni oluşturduk"
"Biz devlet olarak güveni oluşturduk"
"Biz devlet olarak güveni oluşturduk, zemini sağlam tuttuk, özel sektör büyümeyi gerçekleştirdi" diyen Babacan, bu büyümenin istihdam yaratan bir büyüme olduğunu, 2009'dan bugüne toplam Türkiye'de istihdamın 4 milyon arttığını söyledi.
Babacan, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, Türkiye'nin işsizliğini en hızlı aşağıya çeken ve en yüksek istihdam oluşturan ülkelerden birisi olduğunu kaydetti.
Türkiye'de aynı zamanda gelir dağılımının düzeldiğine işaret eden Babacan, şunları söyledi:
"Kriz döneminde genelde gelir dağılımı bozulur. Türkiye bu dönemde gelir dağılımını düzeltmeye devam etti. Yoksullukla mücadelede önemli adımlar attı. Bugün Türkiye kişi başına düşen milli geliri, cari kur rakamları ile 10 bin dolar civarında olmasına rağmen, satın alma paritesine baktığımızda yuvarlak söylüyorum 15 bin dolar olmasına rağmen, bizim günlük 1 doların altında geliri olan vatandaşımız kalmadı. Günlük 2 doların altında geliri olan vatandaşımız kalmadı.
Dünya Bankası'nın istatistiklerinde günde 4,3 dolarlık bir barem vardır ki o en üst baremdir. Şu anda nüfusumuzun sadece yüzde 3,5'i o 4,3 dolar bareminin altında bir gelire sahip. Bu yüzde 3,5'te bizim sosyal destek politikalarına bir şekilde ulaşamamış ya da devletin bir şekilde ulaşamadığı bir kesim, bir bakıma hata payı olarak onu görüyoruz. Yoksa onun da kalmaması lazım. Onun da kalmaması için bütün programları başlatmış durumdayız."
Babacan, Türkiye'nin iç tüketimindeki hızlı artışın ve özellikle bu iç tüketimin bankacılık sistemindeki hızlı kredi artışı ile gerçekleşmiş olması kendilerini geçen yıl kaygılandırdığını belirtti.
Geçen yıl, herkesin mutlu olduğunu, otomobil, ev ve beyaz eşya satışlarının rekor kırdığını dile getiren Babacan, geçen yıl bankacılık sektöründe ciddi bir kredi verme iştahının bulunduğunu, şirketlerin yatırım yaptığını, ancak risklerin biriktiğini gördüklerini, Türkiye'nin tasarruf oranlarının bu kadar yüksek ve hızlı bir tüketim harcamasını kaldıracak durumda olmadığını kaydetti.
Babacan, tedbirler almaya başladıklarını, özellikle kredi hacminin daha kontrollü bir şekilde artmasını sağlayacak makro ihtiyati tedbirleri almaya başladıklarını anımsattı.
"Büyüyelim ama tasarruf oranlarımızın bize imkan sağladığı oranda ve sürdürülebilir oranda" ifadesini kullanan Babacan, bu yıl Türkiye'nin büyüme oranının yüzde 4 civarında olacağını, bu oranın kendi başına Avrupa'da en yüksek büyüme oranlarının başında geldiğini anlattı.
Babacan, yüzde 4'lük büyüme oranının daha sürdürülebilir, riskleri daha kontrol altında tutan bir büyüme oranı olduğunu kaydetti.