"Sadece sevdiğim işlerle uğraşıyorum…”

25 yıl Türkiye’de ve yurt dışında yöneticilik yaptıktan sonra kurumsal hayattan ayrılmaya karar veren Cihangir Koşu’nun şimdilerdeki hayatı dopdolu...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Alaçatı sokaklarında dolaşıyorum, oğlum Kerim’le. Kalabalıktan yürünmüyor. Ancak biz baba- oğul caz müziği gelen bir sokağa sapıyoruz. Bir bakıyoruz harika bir mekân. İçeriden canlı caz müziği ve harika bir kahve kokusu geliyor. Sanki başka bir yerdeyiz. Mekân sahibi olduğunu tahmin ettiğim beyefendiye yaklaşıyorum. İsmi yabancı gelmiyor. Cihangir Koşu. Laf lafı açıyor. O anlattıkça dinliyorum. “Müthiş bir hikâye” diyorum içimden. Paylaşmasak olmazdı.

- Okuyucuların anlaması için şu an tam olarak ne yaptığınızı kısaca anlatır mısınız? 

Aslında yarı emekliyim. 25 yıl Türkiye’de ve yurt dışında yöneticilik yaptıktan sonra kurumsal hayattan ayrılmaya karar verdim. Bugün; liderlik ve strateji dersleri veriyorum, danışmanlık yapıyorum, yazıyorum. Geçen yıl “Yönetim Kurulundan Sörf Tahtasına” isimli bir kitabım yayınlandı. Yelkenle de uğraşıyorum. Hep kahveye merakım vardı. Floransa’da kahve üzerine eğitim aldım. Alaçatı’da üçüncü dalga kahve yapan bir kafe-bar açtım. Temel işimiz kahve, ama çok sevdiğim caz müziğini de işin içine kattım. Canlı performanslar oluyor. İlgi görüyor. Ekibimle birlikte keyif alarak çalışıyoruz... Özetle sadece sevdiğim işlerle uğraşıyorum. 

- Tercihlerinizde yaşadıklarınız mı etkili oldu, yoksa çocukluktan gelen bir motivasyon mu? 

Merak etkili oldu. Bazıları buna “maymun iştahlılık” diyor ama, ben öyle görmüyorum. Pek çok şeye ilgi duydum. Bazıları kalıcı oldu. Denemekten korkmam. Seversem devam ederim. Örneğin ders vermeyi seveceğimi tahmin etmezdim, ama çok keyif aldığımı fark ettim. Danışman olarak de en çok yaptığım iş profesyonel mentörlük. Paylaşmak müthiş bir duygu... 

- Anne ve babanızın, ailenizin hayattaki seçimlerinize etkisi oldu mu? Nasıl bir ailede büyüdünüz? 

Çocukken asker olmak isterdim. O yüzden Kuleli Askeri Lisesi'ne girdim. Girer girmez de pişman oldum. Annem de, babam de son derece anlayışlı, müşfik insanlardı. Şanslı çocuklardık. Askeri okula girmeme de, ayrılmama da destek oldular. Diğer kardeşlerim için de durum böyleydi. Büyüdüğümüz mahalle zaten büyük bir aile gibiydi. Babalarımız Türkiye Elektrik Kurumu'nda çalışırdı. 50- 60 çocuk aynı sitede birlikte büyüdük. 50 yıldır haberleşir-görüşürüz. 

- Profesyonel yaşam, danışmanlık ve nihayetinde müzik ve eğlence. Bundan sonra ne olabilir?

Yeni bir proje olur mu, bilmiyorum. Ama mottom değişmez. Sadece sevdiğim ve bana ilham veren işleri elimden geldiğince iyi yapmaya devam edeceğim. Kahve kavurma işine ağırlık vermeyi düşünüyorum. Yeni bir kitap üzerinde çalışıyorum. 

- Başka hangi mesleği tercih ederdiniz ya da ne yapmak istediniz ? 

Yeteneğim olsaydı iyi bir caz müzisyeni olmak isterdim. Yine de yaptığım işlerden memnunum. İlaç sektöründeki görevim nedeniyle ABD, Asya ve Avrupa’da yaşadım. Farklı kültürlerle tanışma olanağı buldum. Benim gibi meraklı biri için müthiş bir deneyimdi tabii ki. Ek olarak sosyal bilimler alanında eğitim almayı isterdim. Felsefe ve toplumbilime merakım var. “Neden?” sorusuna çok kafa yorarım. Bu yüzden düşünüyor ve yazıyorum. 

“TECRÜBE İKİ UCU KESKİN KILIÇ…” 

- Yaptığınız işlerde eğitimin, ilişkilerin ve tecrübenin payı size göre yüzde kaçtır? 

Hepsinin payı var şüphesiz. İyi bir eğitim sizi yarışa önden başlatıyor. İlişki kurabilme ve sürdürebilme becerisi de eşit derecede önemli. Tecrübe ise iki ucu keskin kılıç. Biraz kişilikle ilgili bir durum. Kendisini fazla ciddiye alan insanlar için tecrübenin olumsuz bir etkisi oluyor. “Ben denedim böyledir” diye kestirip atıyor. Herkesin deneyimi farklı olabilir. Başkalarının deneyimini de dikkate almak lâzım. Ne demiş Herakleitos: “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz; çünkü serin sular akar üzerinden.” 

- Yaptığınız işte ekmek var mı ? 

Var tabii. Ama riski de yüksek. Her şeyin hızla tüketildiği bir çağdayız. Düşünsenize “disposable fashion” diye bir kavram var. Önemli olan görüntü, kalite ikinci planda. Çünkü tüketici şöyle bakıyor; “Bu giydiğim gömleğin altı ay ömrü var, varsın çabuk bozulsun. Ben o zamana kadar yenisini almış olurum nasılsa.” Sürdürülebilir olmak zor. Tutku lâzım. Caz benim için bir tutku. Kahve de öyle. Ama heves ile tutkuyu birbirinden ayırmak gerek. Epikuros’a göre tutku statik, heves kinetiktir. Yani biriyle tüm yaşamınızı geçirebilirsiniz. Diğerinde ise hevesinizi alır, yeni şeyler aramaya başlarsınız. Kahve satacaksan kahveyi seveceksin, bileceksin ve sürekli öğrenmeye çalışacaksın. 

“ÇOCUKLAR TUTKULARININ PEŞİNDEN GİTSİN İSTERİM” 

- Yaptığınız işlerde küresel olarak öne çıkmış isimler veya kurumlar mutlaka var... Favoriniz kimler? 

Kurumsal alanda Apple, Ikea ve Zara favorilerim. Öyle bir ‘stratejik mix’ oluşturmuşlar ki taklit edilmeleri çok zor. Jack Welch’in cesaretini ve pragmatizmini, Buff et’ın odaklılığını ve tutkusunu, Man Power International’ın kurucusu Lance Secretan’ın ilham veren liderlik yaklaşımını beğenirim. Yeme- içme, eğlence alanı ise yapısı gereği butik işler. Kurumsallaşmak işin doğasına aykırı bence. 

- İleride çocuklarınız yaptığınız işleri yapsın ister misiniz ? 

Çocuğum yok, ama olsaydı tutkularının peşinden gitmelerini isterdim. Bir arkadaşımın 18 yaşındaki oğlu okula ara vermek istediğini söyledi. “Neden?” diye sordum, “Kendimi bulmak için” dedi. “Kendini bulmak için neden okula ara veriyorsun ki?” diye sordum. “Sistemin içinde kendimi bulamam ki!” diye cevap verdi. Aslında bir bakıma haklı, ama önce sistemin ne olduğunu kavramak gerekiyor ki sonra neyin dışına çıktığınızı bilin.

YARATILAN ATMOSFERİ KİMSE TAKLİT EDEMEZ

- Sosyal medya yaptığınız işte ne kadar etkili? 

Çok etkili şüphesiz. Kısa sürede daha çok insana ulaşabiliyorsunuz. Ama madalyonun bir de diğer yüzü var. Her türlü trendin, beğeninin ömrü eskiye göre daha kısa hale geldi. Bazı pazarlamacılar müşteri bağlılığının eskiye göre öneminin azaldığına inanıyor. Ben de katılıyorum doğrusu. Her şeyi taklit edebilirsiniz, ama atmosferi kopyalamak çok zor. 

- Yaptığınız işlerde dünden bugüne paradigmalar ne kadar değişti? 

Bu işte yeniyim ve daha çok bir tüketici olarak yorum yapabilirim. Değişmeyen şeyler var. Örneğin bir mekânın içinde kendinizi iyi hissetmeniz çok önemli. Başka kimlerin orada olduğu da. Hatta bu ikincisi daha da önem kazanmaya başladı gibi geliyor. İnsanların eskisinden daha da çok paylaşmaya ihtiyacı var. Sosyal medyanın yaygınlaşmasının yarattığı diyalektik bir durum bu bence. Ekranın karşısında yalnız geçirdiği süre artan birey aslında bir yandan yüz yüze sosyalleşmeyi özlüyor. Daha iştahlı sohbetler oluyor. Bir de herkes her şeyi biliyor! Ya da o havada. Google sağ olsun. Hiçbir konuda derinleşemeyen, ama her konuda fikri olan çok insan var. Sanırım bunun arkası sadeleşme ve basitleşme olacak. Az ama öz bilmek daha değerli hale gelecek.

“ENDONEZYA POLİSİ İFADEYE ÇAĞIRINCA...”

- Hiç unutamadığınız bir anı var mı? Sizi çok güldüren ya da şaşırtan, belki de kızdıran ?

Çok var. Abbott'un Endonezya'daki şirketinin tepe yöneticisiyken bir hayli uğraştıktan sonra, şirkette bayram havası estiren bir karar almıştım. Yıllar sonra Asya Pasifik Bölgesi'ni yönetirken Endonezya polisi tarafından ifadeye çağırıldım. O dönemde şirkete katılan bir çalışan daha sonra işten atılınca, şirket sözleşmesinin sahte olduğunu iddia etmiş. Tabii amaç para sızdırmak. Ben iddiayı görünce güldüm tabii ki. Ama sonra işler karıştı. Çünkü şirketim, olayın absürtlüğünden dolayı ifade için Endonezya'ya gitmeme izin vermedi. Ardından ikinci ve üçüncü çağrılar geldi. Üçüncü çağrıya cevap vermezseniz hakkınızda kırmızı bülten çıkarma ihtimalleri var. Ben o dönem Singapur’da yaşıyorum ama, vaktimin yarısı seyahatlerde geçiyor. Felaket bir durum yani! Neyse sonunda Endonezya polisi Singapur’a gelerek ifade almayı kabul etti. İfade iki dakika sürdü ve bu absürt dosya kapandı. Hem güldüm, hem de çok üzüldüm. Her toplum hak ettiği şekilde muamele görüyor. Benim şirketim işte tam da bu yüzden Endonezya gibi riskli ülkelerde daha çok sözleşmeli çalışanları tercih ediyordu. Dönem dönem kurumsal hayatta ‘insan odaklı’ olmanın zorluklarını yaşadım. Çok hikâye var. Bir kısmını kitabımda anlattım.

 

Bu konularda ilginizi çekebilir