”Reşadiye saldırısı açılıma yönelik provakasyon”

Başbakan Erdoğan, Reşadiye'de gerçekleştirilen hain saldırının açılım sürecine yönelik bir provakasyon olduğunu söyledi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

TBMM - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Tokat'ın Reşadiye ilçesinde 7 askerin şehit edilmesinin, "açılıma yönelik bir PKK provokasyonu' olduğunu söyledi.

Erdoğan, TBMM Genel Kurulunda, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı'nın tümü üzerindeki eleştirileri yanıtladı.

Sözlerine Bursa Mustafakemalpaşa'da hayatını yitiren 19 madenciye rahmet dileyerek başlayan Erdoğan, Tokat'ın Reşadiye ilçesinde terörist saldırı sonucu şehit olan 7 Mehmetçiği rahmetle andığını ifade ederek, tüm yakınlarına ve millete başsağlığı diledi.

İstanbul'da terör örgütünün istismar ettiği çocukların gerçekleştirdiği terör eyleminde molotoflu saldırıya maruz kalarak yaşamını yitiren Serap'a da rahmet dileyen Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:

"Sayın Baykal, Reşadiye saldırısını PKK'nın gerçekleştirdiğini söyleyemediğimizi, spekülasyon ürettiğimizi ifade etti. Devlet yönetimi bir ciddiyet gerektirir. Devlet ve Hükümet aklına estiğini konuşmaz. Tespitlerini yapmadan, delillerini bulmadan konuşmaz. Zira ülkede bir tane terör örgütü yok. Terör örgütünün farklı isimlerdeki terör örgütleriyle de iş birliği halinde uygulamış olduğu terör de var. Bunları tespit ederek, açıklamaktır aslolan.

Saldırıyı terör örgütü üstlenmiştir. Ve burada spekülasyonlara fırsat vermeden, terör örgütünün üstlendiği gibi bizler de aynı şekilde terör örgütünün reklamını, propagandasını yapar gibi sürekli ismini zikretmeyi de doğrusu hiçbir zaman kendi devlet ciddiyetimizle uyumlu bulmuyoruz. Reşadiye saldırısı bir provokasyondur. Evet, açılıma yönelik bir PKK provokasyonudur, milli birlik ve kardeşlik sürecine yönelik terör örgütünün bir sabotajıdır. Bunu bile saptıran bir anlayış, yanlış muhalefet tarzının somut bir örneğidir."

"Sorunların çözümü risk almayı gerektirir"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Çatışmalarla, terörle, gerilimle, umutsuzlukla gündemde kalan, meselelerine cesaretle el atamayan, sorunlarının çözümü için samimiyetle, kararlılıkla risk almayan, alamayan bir ülke, her alanda olduğu gibi ekonomide de geri kalmaya, yerinde saymaya mahkumdur" dedi.

Erdoğan, TBMM Genel Kurulunda, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunun Tasarısı'nın tümü üzerindeki eleştirileri yanıtladı.

Türkiye'nin meselelerinin iç içe geçmiş meseleler olduğunu ifade eden Erdoğan, on yıllar boyunca çözümsüz bırakılan, çözümsüzlüğe terk edilen ve üst üste biriken meselelerin, zaman içinde birbirini besler hale geldiğini ve girift bir yapı arz etmeye başladığını söyledi.

Erdoğan, 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında iktidarı devraldıklarında ülkenin tüm meselelerine böyle bir bütünlük içinde yaklaştıklarını vurgulayarak, şunları söyledi:

"Ekonomik kalkınma ve refahın, demokratikleşmeden ayrı olmadığını düşündük. Dış politikayı ekonomik kalkınmadan, demokratikleşmeden ayrı görmedik. Demokratikleşme alanında yaptığımız reformlar, bir yandan ekonomiyi güçlendirirken, bir yandan da dış politikada elimizi güçlendirdi.

Özetle, bütün meselelere eşit yoğunlukta, eşit ağırlıkta eğildik ve Türkiye'yi her alanda sağlıklı ve istikrarlı şekilde büyütmenin mücadelesini verdik. Eğer, demokratikleşmeyi erteleyip, bütün mesaimizi ekonomiye sarf etseydik, bugün elde ettiğimiz başarılara ulaşmamız mümkün olamazdı. Ya da dış politikaya odaklanıp, ekonomiyi, demokratikleşmeyi ihmal etseydik, erteleseydik, Türkiye'ye bugün sahip olduğu uluslararası ağırlığı ve itibarı kazandıramazdık.

Biz, Türkiye'yi topyekun ayağa kaldırmanın, her alanda bir bütünlük içinde geliştirme ve kalkındırmanın gayreti içinde olduk. İlk günden itibaren üzerinde durduğumuz iki kavram vardı: Güven ve istikrar... İşte bu iktidar istikrarı sağlamıştır, güveni sağlamıştır. İşte bunu sağladığı içindir ki küresel sermaye Türkiye'ye hiçbir dönemde görülmediği kadarıyla gelmiştir. Bu rakamlarla ortadır. Eğer Türkiye'yi dolaşıyorsanız, zaten bunları görürsünüz ama burada söyleyemezsiniz. Çünkü, işinize gelmez."

Başbakan Erdoğan, güven ve istikrar sağlanmadan hiçbir gelişmenin, kalkınmanın, ilerlemenin olmayacağını çok iyi bildiklerini, bu yüzden güven ve istikrarı tesis etmeyi, öncelikli mesele olarak gördüklerini söyledi.

"Memnuniyetle ifade etmeliyim ki güven ve istikrarı sağladığımız oranda Türkiye, gelişti, büyüdü, kalkındı çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkma yolunda emin adımlarla ilerledi" diyen Erdoğan, demokratik ve ekonomik istikrarı sağladıkları,  ekonomik ve siyasi reformları hayata geçirdikleri oranda Türkiye'nin çıtasını daha yükseklere çektiklerini vurguladı.

Türkiye'nin nereden nereye geldiğini, halkla birlikte bütün dünyanın da çok iyi gördüğünü ifade eden Erdoğan, "Tabii şimdi burada Türkiye'nin nereden nereye geldiğini konusunu söylemeyi yanlış telakki edenler de var. Bunu yapacağız ki ortaya çıksın. Bir muhasebe yapacağız. Millet sizi muhasebeye çekmeden siz kendinizi muhasebeye çekesiniz. Neredeydik, nereye geldik?" diye konuştu.

Geçmiş yıllar

Başbakan Erdoğan, 1999 yılından hatırlatmalarda bulundu konuşmasında, o yıl Türkiye'nin büyüme oranın eksi 4,7 olduğunu, 2000 yılında ise oranın 6,8'e çıktığını anlattı. 2001 yılında yine eksi 5,7 büyüme gerçekleştiğini hatırlatan Erdoğan, bu rakımın 2002'de 6,2'ye yükseldiğini söyledi. 1999-2002 ortalamasının binde 5 olduğunu ifade eden Erdoğan, "İktidarda kim var? MHP-DSP-ANAP var. Ortalama bu" dedi.

Erdoğan, 1994'te SHP'nin iktidar olduğunu, büyüme öngörüsünün artı 4,5 olduğunu, gerçekleşen oranın ise eksi 6,1 çıktığını söyledi. Erdoğan, konuşmasını sürdürürken, CHP milletvekilleri sık sık laf attı.

Türkiye'nin, içine kapanan, kendi sorunlarıyla bile baş edemeyen bir konumundan kurtularak yıldızı parlayan bir bölgesel güç olduğunun daha iyi görüldüğünü anlatan Erdoğan, şöyle devam etti:

"Türkiye, her alanda tarihinde görülmemiş gelişmelere imza atıyor, rekorlar kırıyor, küresel ve bölgesel roller üstleniyor, takdirle adından bahsedilen bir ülke konumuna geliyor. Biz burada bütün değerlendirmeleri yaparken, ebediyete intikal etmiş büyüklerimizin gerçekleştirdiği rakamlardan öte onları hedef olarak alalım ama biz kendimiz yaşıyoruz. Bu hayatı yaşayanlar olarak bu hesabı biz vereceğiz, biz... Biz ne yaptık? Siz ne yaptınız Sayın Baykal, siz ne yaptınız Sayın Bahçeli? Bunu söyleyin...

Şu noktaya özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum; Türkiye, biz geldiğimizde, 2002 yılının sonunda, TL cinsi iskontolu borçlanma senedi için, lütfen dikkat ediniz, tam yüzde 62,7 oranında faiz ödüyordu. Reel olarak Türkiye'nin ödediği faiz, 2002 yılında yüzde 28 seviyesindeydi. Bu ülkenin varlıklarının, bu ülkenin gelirlerinin, kaynaklarının, enerjisinin, kazançlarının yüzde 62,7'si, evet, ürettiğimiz her yüz liralık değerin 62,7 lirası faiz olarak uçup gidiyordu. İktidarda kim vardı? MHP-DSP-ANAP...

İşverenlerin, sanayicilerin, esnafın, çiftçi kardeşimin, işçi, memur kardeşimin kazancı, alınteri, emeği, ekmeği, sofrasındaki yemeği, faiz olarak borç verenlere aktarılıyordu. 7 yılda bu oranı kademe kademe düşürdük ve bu yıl içinde, küresel kriz ortamına rağmen yüzde 7 gibi rekor bir seviyeye kadar çektik.

En son, cuma günü itibariyle söylüyorum, bu faiz oranı son işlemde yüzde 9,12 olarak gerçekleşti. Reel faizler ise yüzde 2,5'e kadar geriledi."

Enflasyon

Bu sırada CHP sıralarından enflasyonla ilgili laf atılması üzerine Başbakan Erdoğan, "Onu da açıklarız, ne merak ediyorsun? Yüzde 30'la devraldık, şu anda enflasyon yüzde 5,5. Aradaki fark ortada" diye konuştu. Erdoğan, sözlerini, "Uzaydan birileri kulağıma söylemiyor, işte resmi rakam. Yüzde 30'la aldık, şu anda 5,5. Sizlerin de içinde bulunduğu koalisyon dönemlerine bakın, üç haneli rakamı bile bu ülke enflasyonda gördü, üç haneli..." şeklinde sürdürdü.

Reel faizi de aynı dönemde 25,3 puan indirdiklerini bildiren Erdoğan, şöyle konuştu:

"Şimdi bu para benim kimin cebinde kalıyor? Benim milletimin cebinde kalıyor. Şimdi artık bu para, kurda kuşa değil, benim milletimin sofrasına gidiyor. Bu aradaki fark, benim ülkemin kalkınmasına, ilerlemesine, büyümesine harcanıyor...

Yaklaşık 54 puanlık bu fark, Türkiye için, aziz milletimiz için okula dönüşüyor, hastaneye dönüşüyor, yola dönüşüyor, baraja, adalet saraylarına, emniyete, ücret artışlarına dönüşüyor; işe, aşa dönüşüyor.

Türkiye'nin borçlanma faizleri neden bu kadar yüksekti? Türkiye enerjisini, kaynaklarını, milletimizin alın terini neden bu kadar yüksek faiz oranlarına harcamak zorunda kaldı? Bu faizi bu kadar yüksek kılan nedir? Her ülkenin bir risk primi vardır. Her ülkenin riskine göre piyasada bir faiz oranı oluşur.

Çatışmalarla, terörle, gerilimle, umutsuzlukla gündemde kalan, meselelerine cesaretle el atamayan, sorunlarının çözümü için samimiyetle, kararlılıkla risk almayan, alamayan bir ülke, her alanda olduğu gibi ekonomide de geri kalmaya, yerinde saymaya mahkumdur...

2002 yılında milletimizin, devletimizin ödediği yüzde 63 oranındaki faizin, onun öncesinde ödenen, yüzde 5 bin, yüzde 7 bin faiz oranlarının anlamı budur, bu yüksek oranların anlattığı işte budur. Kim vardı iktidarda? MHP-DSP-ANAP...

2002 yılında Türkiye'nin risk primi yüzde 7 iken, bugün risk primimiz yüzde 2'ye indi. Tek başına şu faiz oranındaki, risk primindeki düşüş bile, Türkiye'nin sadece ekonomide değil, diplomaside, demokratikleşmede ulaştığı noktanın; elde ettiği saygınlığın, itibarın, ağırlığın en somut, en bariz göstergesidir.

Ne yazık ki bu ülke yıllar boyu ağır bedeller ödemeye mahkum bırakıldı. Bu ülke faiz yoluyla ağır bedeller ödedi. Bu ülke enflasyonla ağır bedeller ödedi. Bu ülke, çözümden çok sorun üreten siyasetçiler eliyle ağır bedeller ödedi. Bu bedeli biz ödedik, 72 milyon vatandaş ödedi. İşçi ödedi, memur ödedi, çiftçi, köylü, esnaf ödedi, ev hanımları ödedi, emekli ödedi."

Mesai saati bitikten sonra 9 banka Merkez Bankası'ndan alım yaptı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 9 bankanın 20 Şubat 2001 tarihinde Merkez Bankasından mesai saatinin bitiminden sonra 4 milyar 163 milyon dolar alım yaptığını hatırlatarak, "Bizi, ülkeyi satmakla, ihanetle, hıyanetle suçlayanlara buradan sesleniyorum: İhanet, hıyanet diyorsunuz, peki bu nedir?" diye sordu.

Erdoğan, TBMM Genel Kurulunda, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanun Tasarısı'nın tümü üzerindeki eleştirileri yanıtladı. 

Erdoğan, 20 Şubat 2001 günü iktidarda MHP-DSP-ANAP koalisyonunun bulunduğunu hatırlatarak, şunları söyledi:

"Burada isimlerini veremeyeceğim bazı bankalar, ulusal ya da uluslararası bankalar, altını çiziyorum; mesai saati dışında, Merkez Bankasından çok yüklü miktarlarda döviz alımı yapıyorlar. Bir banka 1 milyar 63 milyon dolar, bir başkası 764 milyon dolar, bir başkası 426 milyon dolar... Liste uzayıp gidiyor. Mesai saatleri dışında Merkez Bankasından alım yapılıyor. Dolar kuru, dikkat ediniz, 685 bin Türk Lirası. Bu alımların hemen ardından kriz patlıyor, dolar hızla yükseliyor ve 1 milyon 80 bin Türk Lirasına  çıkıyor.

Bu bankaların birkaç saat sonraki karları; biri 296 trilyon, bir diğeri 211 trilyon, bir diğeri 116 trilyon Türk Lirası. Bu bankaların bir gün sonraki karı; İlkininki 419 trilyon, ikincisininki 300 trilyon, sonrakinin 166 trilyon Türk Lirası.

O gece, en fazla alım yapan 9 bankanın satın aldığı döviz miktarı, 4 milyar 163 milyon dolar. Bu 9 bankanın bir saat sonraki karı, 1 katrilyon 153 trilyon Türk Lirası. Bir gün sonraki karları, 1 katrilyon 635 trilyon Türk Lirası.

Bunu benim milletime yaşattılar. Kim yaşattı? MHP-DSP-ANAP...

Sonuç; o zamanın banka başındaki Rahşan affına girdi. Teftiş kurulları da ne yazık ki bununla ilgili 'uygulamalar yasalara uygundur' dedi ve bunlar geçiştirildi. Ben o günün neticesini veriyorum sizlere. 'Kazanca el konulabilirdi' ifadesi... Buyurun herşey ortada. Belgeleriyle vs. ortada. Türkiye'ye bu reva mıydı? Bu aziz millete bu reva mıydı?

Bizi, ülkeyi satmakla, ihanetle, hıyanetle suçlayanlara buradan sesleniyorum: İhanet, hıyanet diyorsunuz, peki bu nedir?

Milliyetçiyim diyerek ortalıkta dolaşanlara sesleniyorum: Milliyetçiydiniz de, bu ülkenin böyle göz göre göre soyulmasına neden seyirci kaldınız, neden sesinizi çıkarmadınız, akşam karanlığında Merkez Bankası soyulurken, milli bankamız soyulurken, milletimin bütün imkanları soyulurken, milliyetçiliğinizi o gün neden hatırlamadınız? Milliyetçiyim diye diye bu millete bu ağır bedeli ne hakla, hangi vicdanla,hangi insafla ödettiniz?

2001 krizi işte Türkiye'nin böyle kötü yönetilmesinin bir sonucuydu, 2009'da yaşadığımız mali kriz ise dünyanın kötü yönetilmesinin bir sonucudur."

"Teğet geçiyor"

2001 krizinde ithal projelerle ülkenin kurtarılmaya çalışıldığını ifade eden Erdoğan, "Biz ise kendimiz yönetiyoruz ve yine söylüyorum teğet geçiyor, teğet..." dedi.

Başbakan Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:

"2001'de IMF'nin politikalarıyla Türkiye'yi krizden çıkarmaya çalıştınız. Kendi milli politikanızı uygulamadınız. Çünkü, yoktu. Milletimizin hassasiyetlerini koruyamadınız. 2 yıldır biz, IMF ile bu noktada evet demedik. Ve 23,5 milyar dolar borçla devraldık IMF'den ödedik, ödedik, şu anda 8,5 milyar dolar borcumuz var. Biz masaya adam gibi otururuz, adam... Muhalefet borçlandı biz ödedik. 21 banka o dönemin iktidarında maalesef fona devredildi ve batırıldı."

"Gerilim üreten, sizin hayali senaryolarınız"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Üç aydır attığımız bu adımlar neticesinde, hangi adım, açılım sürecinin hangi başlığı ülkeyi geriyor, ülkeyi bölüyor? Attığımız hangi adıma alternatif ürettiniz? Gerilim üreten, sizin hayali senaryolarınız, kara kampanyalarınız, iftira ve tahriklerinizdir" dedi.

Erdoğan, TBMM Genel Kurulunda, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanun Tasarısı'nın tümü üzerindeki eleştirilere yanıt verdi.

Cuma günü faiz oranının yüzde 9,1 olarak gerçekleştiğini, reel faizin yüzde 2,5 olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, "Evet, bu oran, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülen en düşük orandır, ancak, açık açık ifade ediyorum; hala yeterli değildir" diye konuştu.

Erdoğan'ın konuşmasının bu bölümünde Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin araya girerek, CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal'ı "Sayın Soysal, sürekli laf atıyorsunuz" diyerek uyardı.

Milli Birlik ve Kardeşlik sürecinin birçok hedefi olduğunu dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dün ödenen yüksek faizlerin içinde terör belası önemli bir risk olarak yer alıyordu. Bugün de aynı şekilde terör, Türkiye'nin riskleri hanesinde yazılıyor. Türkiye, terör belasından kurtulduğu anda Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde de çok ciddi bir sıçramanın olacağı açık ve net ortadadır. Muhalefetin, Milli Birlik ve Kardeşlik Sürecini desteklememesi, hatta karşısında durması işte bu açıdan da son derece önemlidir.

Düşünün, Milli Birlik ve Kardeşlik süreci... İnsan bu kavrama bile saygı duyar, saygı. Bak bu kavramı duyduğunuz zaman hopluyorsunuz. Kitabınızda kardeşlik yok, ne yapayım? Birlik yok, beraberlik yok, ne yapayım?

2000 ve 2001 krizlerinde bu millete çok ağır bedeller ödetenler, milletin kaynaklarını çar çur edenler, elbette bu boyutu düşünemezler, elbette bu kavramlarla bütünleşemezler. O gün Merkez Bankasının içini boşaltanlar, bugün elbette Türkiye'nin risk primini, Türkiye'nin kardeşliğini, huzurunu dert edinemezler. O gün Türkiye'nin işçisini, memurunu, hatta esnafını mağdur edenler, bugün elbette Türkiye'nin geleceğine ilişkin plan, proje ve umut taşımazlar. O gün IMF kapısında borç almak için sıra bekleyip, Türkiye'nin borcunu daha da artıranlar, bugün geldiğimiz noktayı anlayamazlar. Ama biz bunları dert ediniyoruz. Biz, Türkiye'nin geleceğini düşünüyoruz. Biz, Türkiye'ye ilişkin, geleceğe ilişkin büyük umutlar taşıyoruz. İşte onun için inadına kardeşlik, inadına demokrasi, inadına Milli Birlik ve beraberlik diyoruz."

"Her ölüm erken ölüm"

Stalin'in "bir kişinin olumu trajik, bir milyon kişinin ölümü istatistiktir" sözlerini anımsatan Başbakan Erdoğan, muhalefetten gelen tepkilere "Şaşırdın değil mi? Hakikaten ben de şaşırdım" dedi.

Başbakan Erdoğan, "Evet 40 bin kişi hayatını kaybetti dediğimiz zaman belki yeterince vurucu olmuyor ama ben haftalardır, aylardır, yıllardır, partimizi kurduğumuz andan beri diyorum ki, sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü? Sizin hiç babanız, kardeşiniz öldü mü? Siz kendinizi hiçbir şehit annesinin, bir şehit babasının, evladını yitirmiş bir ananın yerine koydunuz mu? Dersim'i bir istatistik gösterge olarak görenler, kronolojide bir cümle olarak görenler, gündelik ifadelerle aşağılayanlar, kendinizi hiç Dersimli bir ananın, babanın, evladın yerine koydunuz mu?" diye sordu.

"Her ölüm erken ölümdür. Hele gençlerin ölümü, tahammül edilemeyecek, kendi haline bırakılamayacak, görmezden gelinemeyecek kadar acıdır, trajiktir" diyen Erdoğan, şunları kaydetti:

"Bunun bu şekilde böyle sürüp gitmesine bizim tahammülümüz yok. Biz, ne ekonomiye salt bir istatistik olarak bakıyoruz, ne güvenlik meselesini sadece bir istatistik olarak görüyoruz. Biz, sofranın diliyle konuşuyoruz. Biz, anaların diliyle konuşuyoruz. Biz, hesabi değiliz, biz hasbiyiz, samimiyiz. İşte onun için Demokratik Açılım süreci dedik, işte onun için Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci dedik. Böyle büyük bir projede, böyle anlamlı bir süreçte, istedik ki muhalefet de bizimle olsun, yanımızda olsun, yanımızda olmasa bile desteğini versin, katkısını versin, yapıcı eleştiride bulunsun."

CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol'un laf atmasına, "Sayın Anadol biz senin geçmişinizi biliriz. Senin oradakilerden pek farkın yok. İyi biliriz seni, iyi" karşılığını veren Başbakan Erdoğan, "Süreci sabote etmek, provoke etmek, tahrik etmek kime ne sağlar? Diyorlar ki 'ülkeyi geriyorsunuz, ülkeyi bölüyorsunuz.' Peki üç aydır attığımız bu adımlar neticesinde, hangi adım, açılım sürecinin hangi başlığı ülkeyi geriyor, ülkeyi bölüyor? Attığımız hangi adıma alternatif ürettiniz? Gerilim üreten, sizin hayali senaryolarınız, kara kampanyalarınız, iftira ve tahriklerinizdir" dedi.

"Umarım yine bırakıp gitmezsiniz"

"Geldiğimiz noktada, sayın Baykal ve grubundan rica ediyorum. Kameraysa işte burada kamera var. Mikrofonsa burada mikrofon var. Geldiniz konuştunuz. Milletin izlemesini istiyorsa, millet zaten izliyor. Lütfen sonuna kadar dinleme tahammülünü gösterin, umarım yine buradan bırakıp gitmezsiniz" diyen Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"1990'da SHP raporu, 1996 CHP Tunceli raporu, 1999 CHP Doğu ve Güneydoğu raporu. Bunları hazırlardınız. Hatta 2008'de de bir tane hazırladınız.

Fakat enteresan gelişmeler oluyor. Öyle ki baskılar, mesela son hazırlatılan bir rapor var. Bu hazırlatılan raporda, raporu hazırlayan arkadaşlardan bir tanesi milletvekili, bir tanesi Parti Meclisi üyesi ve o raporu daha sonra da 'kabul etmedik' diye açıklamalar yaptınız. Bütün bunları yaparken kimin eli kimin cebinde belli değil. Bunu yapan partinizin yetkili kurullarında olanlar. Siz konuşurken burada, herhangi bir arkadaşımızın herhangi bir yerde yaptığı ve daha sonra farklı bir açıklama yapmak suretiyle 'ben böyle söyledim, böyle anlatıldı' dediği bir konuyu bile sizler farklı şekle hep tahvil ettiniz.

Sayın Baykal tereddüt etmeden bizi gafletle, delaletle, hıyanetle suçlayacağını biliyoruz. Ama kim söylüyor bunu; SHP'nin Doğu ve Güneydoğu Raporu, yıl 1990; 'İster güvenlik güçlerimiz ve askerlerimiz olsun ister ona silah doğrultan kandırılmış gençler olsun, hepsi bizim çocuklarımızdır. Akmakta olan kan, kardeş kanıdır. Sizin değil mi? Askerle genç karşı karşıya geliyor, asker şehit ediliyor. Hala diyorsun ki..."

Başbakan Erdoğan, itirazlar gelmesi üzerine Baykal'a yönelik, "Ben işime bakıyorum zaten işimi de gayet iyi biliyorum. Sana da görevini hatırlatıyorum, görevini" dedi. Daha sonra rapordan bölümler okumaya devam Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Terörle Mücadele Yasasının 8. maddesi, TCK'nın 312. maddeleri kapsamında olup doğrudan teröre karışmamış tüm tutuklu ve hükümlüler için kısmi genel af çıkartılarak ülkede hoşgörü ve iç barış ortamına geçişin zemini yaratılmalıdır. Bu anlayışla Kürt kökenli yurttaşlarımızda dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme, kendi ana dillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dahil her türlü medya aracılığıyla yayın yapabilme, özel okullarda kendi ana dillerinde eğitim yapabilme..."

CHP sıralarından gelen itirazlar üzerine Başbakan Erdoğan, "Nerede yok. Belge burada yanımda. Sonradan çıkartarak bunu yenilediniz. 'Kürt dil ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi haklarına kavuşmalıdırlar.' Aç Tunceli raporunu orada da gör. Bunları biz söylemiyoruz. bu ifadelerin tamamı 1996 yılında hazırlanan CHP Tunceli raporunda var" dedi.

Başbakan Erdoğan, okuduğu kitapçıkları genel kurula gösterdi.

Erdoğan, "Bak bu da aynı şekilde... Herhangi bir arkadaşın yapmış olduğu açıklamayı o zaman niçin partinin bir yetkili kurumunun yapmış olduğu açıklamaymış gibi geliyorsun da burada konuşuyorsun? Hangi hakla? Ama ben sana kitapçığı gösteriyorum. Bunları sen gönderdin bana, sen" dedi. Erdoğan, şöyle devam etti:

"Öbürleri de aynı şekilde. 1999 CHP Doğu ve Güneydoğu raporu; 'Etnik duyarlılıkla demokratik çözüm çok kültürlü toplumların, çoğulcu demokrasinin vazgeçilemez koşuludur. Ulus devlet yapısı çoğulcu demokrasi ekseninde geliştirilmelidir.' Devam ediyor CHP demokratikleşme raporu; 'Devletin ırkı olmaz. Devlet tüm alt kimliklere, farklı etnik kesimlere eşit mesafede durmalıdır. Kürt kökenli yurttaşlarımız da dahil her etnik kökenden, her alt kimlik ve kültürlerden yurttaşımıza, isterlerse ortak resmi Cumhuriyet dilimiz olan Türkçenin ekinde kendi ana dil, kültür ve folklorunu daha iyi öğrenme, koruma ve geliştirme olanakları, kendi alt kimlik, kültür, dil ve folklorunu koruma, geliştirebilme ve açıklayabilmede özgür olmaları, isteyenlerin kendi ana dillerinde Milli Eğitim Bakanlığı kuralları içinde özel eğitim görebilmeleri..."

Başbakan CHP sıralarından gelen itirazlara yönelik "İşine geldiğinde 'evet', işine gelmediğinde 'bizde bu yok'. Sayın Baykal'ı artık iyi tanıdım, akşam başka, sabah başka" diye konuştu.

"Statüko devam edemez"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "statükonun devam etmeyeceğini, gençlerin göz göre göre ölüme gönderilemeyeceğini, daha fazla ocağın sönmesine, bedelin ödenmesine tahammüllerinin olamayacağını belirterek, "Biz bu meydanı teröre, terör  yandaşlarına, terörün akıttığı kandan beslenenlere, vampirlere teslim etmeyeceğiz. İşte onun için inadına demokrasi, açılım, birlik kardeşlik diyoruz" dedi.

Erdoğan, TBMM Genel Kurulunda, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısının tümü üzerinde yaptığı konuşmada, asla umutsuz ve karamsar olmadıklarını söyledi.

Yola çıkarken nelerle karşılaşacaklarını, nasıl engeller çıkacağını, nasıl provokasyonlar, tahrikler yapılacağını göze alarak yola çıktıklarını belirten Erdoğan, "Terör piyasasından nemalananların, bu süreci akamete uğratmak için ellerinden geleni yapacağını bilerek, ama bunlara boyun eğmemek üzere yola çıktık" dedi.

Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

"Statüko devam edemez, gençler göz göre göre ölüme gönderilemez. Daha fazla ocağın sönmesine, daha fazla bedelin ödenmesine tahammülümüz olamaz. Biz bu meydanı teröre, terör yandaşlarına, terörün akıttığı kandan beslenenlere, vampirlere teslim etmeyeceğiz. İşte onun için inadına demokrasi, açılım, birlik kardeşlik diyoruz ve gür bir sada ile bunu haykırıyoruz. 

Gençlerin ve şehitlerimizin kanı üzerinden maddi ya da manevi rant devşirenler var. Biz, bu mücadeleye başlarken, tüm bu rantçıları, çıkar çevrelerini karşımıza alarak yola çıktık. Elbette kolay olmayacak. Hortumları kesilenler elbette duvar gibi bu sürecin karşısında duracaklar. Rantlarını yitirenler elbette her türlü tahrike, provokasyona başvuracaklar. Ama biz bunları kararlılıkla yok edip yolumuza devam edeceğiz."

"26. sıradan 17. sıraya"

Başbakan Erdoğan, 26. sırada devraldıkları Türk ekonomisini 17. sıraya çıkarttıklarını ifade ederek, millete hizmet yolunda kararlı bir şekilde yola devam ettiklerini kaydetti.

"Türkiye, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin üyesi olacak denildiğinde kimse buna inanmazken, Türkiye şu anda BM Güvenlik Konseyinin üyesi" diyen Erdoğan, "(Türkiye Medeniyetler İttifakı adında bir proje başlatacak) denseydi, buna kimse inanmazdı. Ama bugün biz, 100 ülkeyi aşkın üyenin bulunduğu, İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakına eşbaşkanlık yapıyoruz" dedi.

"AB ile müzakerelere başlanacak denilseydi... Sayın Baykal, uçu açık gibi ifadeler kullandı... Sayın Baykal, AB'nin üye sayısı şu anda 28 değil 27, onu da iyi takip edin" diyen Erdoğan, 1959'da Adnan Menderes'le, 1963'te de İsmet İnönü ile AB resmi sürecinin başladığını; MHP-DSP-ANAP iktidarında da 1999 Helsinki Zirvesiyle üyelikle ilgili başvurunun kabul edildiğini bildirdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iktidarları döneminde de müzakerelere ilişkin sürecin başladığını, AB sürecinde 11 faslın açıldığını, 1 faslın hem açıldığını hem de kapandığını ifade ederek, sürecin devam ettiğini belirtti.

Erdoğan, şunları kaydetti:

"Sürecin ucu açık, kapalı... Bunlar önemli değil. Şu anda Hırvatistan için de aynı durum sözkonusu. Fakat biz Türkiye olarak, AB üyesi ülkelerle ilişkilerimizin ne noktada olduğunu pekiştirmek istiyoruz. AB bu noktada bizi oyalar veya farklı bir karar verebilir. Biz ne durumdayız? Bu önemli. Türkiye olarak, her zaman söylüyorum; Kopenhag siyasi kriterleri noktasında bizim Ankara siyasi kriterlerimiz var. Maastricht kriterleri noktasında bizim İstanbul ekonomik kriterlerimiz var. Bunlarla biz yapılanmalarımızı yaptık ve yolumuza devam ediyoruz.

Bunları devamlı anlatacağız ve vurgulayacağız. Çünkü anlattığımız halde anlamamakta direnenler var. Suriye, Ürdün ve Libya ile vize kalkacak, Kıbrıs'ta somut adımlar atılacak dediğimiz zaman buna kimse inanmazdı. Buyurun, Suriye, Ürdün ve Libya ile karşılıklı olarak vizeleri kaldırdık. Şu anda aramızdaki dış ticaret hacmi süratle yükseliyor."

"Sizin göreviniz değil miydi?"

Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin bölgesel meselelerde çok önemli bir yere geldiğini belirtti.

KKTC'nin, gözlemci sıfatıyla İslam Konferansı Örgütünün üyesi olduğunu ifade eden Erdoğan, "(Orhun Anıtlarını yaptık) diyoruz, kızıyor, sinirleniyor, (tabi ki yapacaksın) diyorlar. Peki Sayın Bahçeli, sizin göreviniz değil miydi? 3,5 sene iktidarda kaldınız, Başbakan Yardımcısıydınız, niye yapmadınız? Karakurum'dan ta oraya kadar çöldü, 46 kilometrelik asfalt yolunu yaptık, niçin? Tarihimizi hatırlayalım diye. Buralardan oralara gidenler, gittiklerinde, 'bizim büyüklerimiz de bir şeyler yapmış' desinler. 3,5 yıllık iktidar döneminde vakıf eserlerine sahip çıkamadınız. Ne Osmanlının ne Selçuklunun ne cumhuriyetin eserlerine sahip çıkmadınız, çıkamadınız. Sizin göreviniz değil miydi?" diye konuştu.

Erdoğan, muhalefet sıralarından "Akdamar..." lafı atılması üzerine, "Onlar da şu anda bu ülkenin değeri durumundadır" dedi.

Avrupa'nın bir çok bölgesinde camiler ve mescitler bulunduğunu kaydeden Erdoğan, "Zaman geliyor o ülkelerin yönetimleri yaptırıyor, zaman geliyor biz yapıyoruz. Sizin devlet anlayışınız, uluslararası mantığınız, siyasetiniz yok, farkımız burada" diye konuştu.

Başbakan Erdoğan, Kazakistan, Türkmenistan, Moğolistan, Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova, Yunanistan, Filistin, Lübnan'da Türk eserleri olduğunu söyledi.

"Son derece kararlıyız"

Cesaretle, kararlılıkla, sağduyuyla sorunların üzerine gitmeye devam edeceklerini ifade eden Erdoğan, "Vazgeçtiğimiz anda kaybeden Türkiye olur. Vazgeçmeyeceğiz. Türkiye'nin kaybetmesine asla müsaade etmeyeceğiz. Son derece kararlıyız. Başladığımız andaki kadar heyecan ve coşku doluyuz" dedi.

Başbakan Erdoğan, bugün tüm dünyanın, tarihin en büyük ekonomik krizlerinden birini, 2. Dünya Savaşının ardından da en büyük küresel ekonomik krizini yaşadığını ve yaşamaya devam ettiğini söyledi.

Dünya ticaret hacminin, bu yıl yüzde 11,9 oranında küçüleceğinin tahmin edildiğini kaydeden Erdoğan, krizle birlikte sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada işsizlikte bir artış yaşandığını bildirdi.

Erdoğan, "ABD'yi, Japonya'yı, İspanya'yı, İtalya'yı, Almanya'yı hepsini görün. Doğru, bizde de bir artış var, biz geldiğimizde işsizlik 10,7 idi. Şu anda da maalesef 13,7-13,8. Onların anlattığı gibi çok büyük bir konumda değiliz. Açarsınız kitapçığı, orada detaylı rakamlar var. Büyüme oranına ve işsizliğe baktığınız zaman ABD'de de bu oranın çok daha fazla arttığını ve patladığını görürsünüz" diye konuştu.

CHP sıralarından laf atılması üzerine Başbakan Erdoğan, "Aç bak, bizim dağıttığımıza bak" dedi.

OECD ülkeleri arasındaki ortalama işsizlik artış oranının yüzde 39, Türkiye'de ise yüzde 36 olduğunu belirten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dünyada şu anda, 1,2 milyar kişinin günlük harcamasının 1,25 doların altında olduğunu söyledi. Erdoğan, "Bu rakam, dikkat ediniz, dünya nüfusunun yüzde 21,3" diye konuştu.

Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin yoksullukla mücadelede de başarılı bir grafik izlediğini belirterek, 2002'de günlük harcaması 2,15 doların altında olanların oranı yüzde 3 iken, 2008'de bu oranın binde 5'e kadar düştüğünü kaydetti.

Küresel krizin başladığı andan itibaren hassasiyetle işin üzerine gittiklerini ve bundan sonra bu krize direnen en önemli ülkelerden birisi olacaklarını ifade eden Erdoğan, "Güçlü ekonomisiyle bölgesinin ve dünyanın ilgisini üzerinde toplayan bir Türkiye var" dedi.

"Mustafa bey, sen bunları bilirsin aslında"

Erdoğan, kendisine laf atan CHP İstanbul Milletvekili ve Sözcüsü Mustafa Özyürek'e, "Mustafa bey, sen bunları bilirsin aslında. Biliyorsun da bunları söylemiyorsun, bunlara şöyle bir bak. Biz göreve geldiğimiz zaman, Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya borç oranı neydi, şimdi ne? Buna bir bakarsan o zaman gerçeği görürsün, şu anda da iyi bir konumdayız" yanıtını verdi.

Bu krize yönelik aldıkları tedbirler sayesinde eğitimde, sağlıkta başarının devam ettiğini ifade eden Erdoğan, Türkiye'nin enerjide de üs haline geldiğini bildirdi. Başbakan Erdoğan, göreve geldiklerinde 9 il doğalgaza sahipken, şimdi 65 ilde doğalgaz bulunduğunu söyledi.