Risk yönetimi ve model kullanımı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

VERGİ PORTALI / Kaan Aksel

Finansal risk yönetiminin temel taşlarından biri, risklerin öngörülmesini sağlayan modellerin kullanımıdır. Bu modellerin hemen hemen her finansal kuruluşta - ister banka olsun ister leasing şirketi veya sigorta şirketi- kullanılması genel uygulamadır. Model kullanımı risk faktörlerinin parasal olarak ne gibi bir kayıp beklentisini ifade ettiğinin anlaşılması ve raporlanması açısından büyük kolaylıklar sağlamakla birlikte; riskin tek boyuta indirgenmesinin getirdiği pek çok sorunu beraberinde getirmektedir.

Finansal verilerin modellemesinde matematiksel ve istatistiksel teorilerin kullanılmasında gelinen noktada; yalnız modellere dayanan karar alma yaklaşımında yaşanan finansal krizin sonrasında otoriteler tarafından her boyutuyla sorgulanmaktadır. Modellerin kullanımı finansal kuruluşta otomatik ve didaktik bir yaklaşımla gerçekleştirildiğinde öngörülmeyen sorunlar doğurmuştur. Bunu bir uçaktaki oto-pilota benzetebiliriz; hepimiz bir uçağın deneyimli bir pilot tarafından kullanılmasını sürekli bir oto-pilot tarafından yönetilmesine tercih ederiz. Her şart ve durum altında oto-pilot bizi sorunlardan korumayacaktır. Çok farklı hava şartı ve uçuş sorununun yaşanmasında nasıl oto-pilot yeterli olmayacak ise; tek bir model çıktısının değerlendirilmesi de finansal türbülansların yaşandığı dönemlerde bize beklendiği seviyede ışık tutmamaktadır. 

Örneğin banka alım-satım defterinde bir Hazine tahvili bulunsun, bu enstrümanın riskini bankaların kullandığı Riske Maruz Değer (RmD) modelleri ile ölçtüğümüzü düşünelim. Bu modelin gösterdiği risk ölçüm değeri ilgili faizlerdeki oynaklık ile orantılı olarak artıp azalacaktır. Bazı durumlarda piyasadaki faizlerde önemli bir faiz oynaklığı olmadığı durumlarda, aynı zamanda piyasada likiditede ortadan kalkmış olabilir. Bu durumda normal şartlarda oynaklık (volatilite) ölçümüne dayanan hesaplanan RmD modellerinin bize sağladığı öngörü sağlıklı bir öngörü olamaz. Belirli bir işlem hacminin yaşanmadığı faiz değerlerinin kullanılması gerçek risk değerlerini ifade etmez. Sorunun altının çizilmesindeki diğer bir sebep, RmD model çıktıları ile sermaye hesaplanıyor olması olarak adlandırılabilir.

Uluslararası sermaye piyasalarında RmD modellerinin sorgulanmadan kullanımı, likidite ve diğer piyasa şartlarının değerlendirilmeden modellerin çıktılarına itimat edilip karar alımı içinde bulunduğumuz krizin bu boyuta varmasında önemli rol oynamıştır. Krizde sermaye kaybı yaşayan bankaların alım-satım defterlerindeki risklerin büyük ölçüde olduğundan daha düşük olarak hesaplanmasına yol açan bu durum aynı zamanda bu defterlerdeki risklerin karşısında taşınması gerekenden çok daha düşük sermaye taşınmasına yol açmıştır. Basel Komitesi tarafından özellikle likidite riskinin geçen zaman içerisinde daha hassas ölçülmesini sağlayıcı çözüm önerileri sunulmakla birlikte, resmi denetim standardı olan Basel II standartlarının likidite konusunda revize edilmesine yol açmıştır. Bu konuda yayınlanan pek çok taslak likidite riski yönetim metni bundan sonraki dönemde bankalara ışık tutacaktır. RmD modellerin tarihsel volatilitenin düşük olduğu dönemlerden gelen veri serileri üzerinden hesaplandığı dönemlerde pek çok bankanın sistematik olarak taşımaları gereken sermayenin çok altında sermaye bulundurmalarına yol açtığı anlaşılmaktadır.

İngiliz resmi denetim otoritesinin (FSA) Başkanı Lord Turner tarafından bu senenin ilk aylarında açıklanan veriler doğrultusunda; pek çok Londra menşeli bankanın toplam varlıklarının %50 civarında kısmının alım-satıma konu olan finansal enstrümanlardan oluşmasına rağmen - bu alım-satım varlıklarının değer düşüklüğüne karşı varlık (aktif) toplam piyasa değerlerinin %0.4 ila %1.1 arasında sermaye ayrılmış olması muhakkaktır ki muhafazakar bir yaklaşım olarak nitelendirilemez. Kısa veri setleri üzerinden hesaplanan RmD büyüklükleri gerçek riskleri yansıtmaktan oldukça uzaktır.

Basel Komitesi'nin alım-satım defterindeki riskler için bulundurulması gereken sermaye miktarını artırıcı etki yaratması beklenen önlemleri hayata geçirmeyi hedeflemesi, geçen sene UBS, Merrill Lynch ve Citigroup gibi büyük bankacılık gruplarının yaşandığı kabul edilebilecek seviyenin çok üstündeki kayıplar dikkate alındığında şaşırtıcı değildir. Finansal kuruluşlar RmD modellerinin kullanımı ile alım-satım defterlerine esasen ait olmayan ve yalnızca kısa süreli elde tutulması ön görülen bu uzun vadeli tahvil benzeri yapısal ürünlerindeki işlemlerine karşın oldukça düşük sermaye tutabilmişlerdir. Bu enstrümanların alım-satım defterine mahsup edilmesi temel sorunu teşkil etmekle birlikte; RmD modelleri bu ve buna benzer uzun vadeli seküritzasyon yapılmış yapısal ürünlerin riskini mütemadiyen düşük hesaplanmasına yol açmıştır. 

Tüm diğer risklerinin yanında, yapısal ürünlerin derecelendirme kuruluşları tarafından risklerinin derecelendiriliyor olması, ve bahsi olunan finansal kuruluşların yatırım kararını alırken piyasa koşullarını dikkate almadan sadece bu finansal ürünlere derecelendirme kurumları tarafından verilmiş kredi risk derecelerini dikkate almış olması sorunun bu boyutlarda yaşanmasına yol açmıştır. Yakın zamana kadar devam eden derecelendirme kurumları hakkında ileri sürülen pek çok görüş hakkında fikrini aldığımız saygın bir Alman bankacı krizden önceki senelerde bu konu hakkında yapılan bir toplantıda dinleyicilere şöyle bir soru yöneltmişti; "Eğer Siz bankacı olarak bir şirkete kredi veriyorsanız sizin için bu şirketin derecelendirme kurumları tarafından verilmiş kredi risk derecesi yeterli midir?"  Sorunun muhatabı olan dinleyicilerin büyük kısmı, "Bizim için yeterli olur!" diye cevaplamıştı. Bunun üzerine bankacımız, "Krediyi bank veriyor, derecelendirme kurumu değil…" cevabını verirken sorumluluğun kimde olduğunu özetlemiş oluyordu. Diğer bir deyişle, derecelendirme kurumlarına gösterilen gereğinden fazla itimat sorumluluğun yeknesak olarak derecelendirme kurumlarında olduğunun düşünülmesi sorunu yaratan etmenlerdendir. Bu önemli etmenin yanında risk yöneticilerin tecrübesizliği, modellere fazlaca güvenme ve aşırı risk alımını destekleyici sermaye yeterliliği hesaplama yaklaşımları yaşanan finansal krizin oluşmasına yol açmıştır. Pek çok uzmanın teorik finans matematiği dışında birikimi olmadan risk yönetiminde çalışmaya başlaması aşılmaz tecrübe açıklarına yol açmıştır.

Seküritizasyon konusunda geçmişte Basel II çerçevesinde bankalara tanınan düşük sermaye bulundurmayı sağlayıcı tüm kuralların radikal olarak değiştirileceği açıktır. Basel Komitesi'nde şu an için hüküm süren genel kanı "Seküritizasyona konu olan enstrümanların risklerinin ölçümü konusunda RmD model kullanımının riskten korunma (hedging) ve riskin dağıtılmış olması etkisinin (diversification effects) dikkate alınabilecek düzeyde tutarlı olarak ölçümüne olanak sağlayacak düzeyde olmadığıdır."

Risk yönetimi konusunda uluslararası bankaların "yeni finansal dönemde" pek itiraz etmediği yaklaşım, "yeni risk yöneticileri"nin karar almada modelleri bir karşılaştırma aracı olarak kullanması ve esasen piyasa şartlarının yorumlanmasına dayanması düşüncesidir. Bu kendi içerisinde model kullanımını tümüyle ortadan kaldıracak bir uygulamaya yol açmayı öngörmemekte, tam tersine model sonuçların sorgusuz sualsiz kullanımına karşı bir yaklaşımdır. Diğer bir deyişle, akıl süzgecinden geçirilmemiş veya piyasa şartları ile karşılaştırıldığında hesaplandığı gibi kabul edilemeyecek olan risk tahminlerini (RmD büyüklükleri) sorgulayan bir risk yönetimi arzu edilmektedir. Bu dönemde risk yöneticilerinin piyasa koşullarından haberdar olması veya piyasa yapısal özelliklerine hakim olması arzu edilen bir tecrübe birikimi olarak ortaya çıkmaktadır.

Yakın zamana kadar kendi bölümleri dışındaki bölümlerin aldığı kararlara doğrudan müdahil olmayan veya banka içerisindeki yapılanma sonucu hesaplanan risk limitleri dışında piyasalar hakkında görüş oluşturması beklenmeyen risk yönetimi birimlerinin uzun dönemde istenen yeterliliği gösterebilmesi için diğer birimlerle ortak hareket etmesi gerekecektir. Alım-satım kararı veya kredi onay-ret kararlarının oluşumunda, risk yönetimi bir taraf olmalıdır. Burada bahsedilen fonksiyonda şimdiye kadar risk yönetimlerinin genel olarak referans alınmayan birimler olarak algılanmaması gerekir. Fakat referans olarak fikir sorulması ile alınan kararın altında risk yöneticisinin imzasının olması yaklaşımları bire bir örtüşmez. Bir kararda ortak olmak, bilgi vermenin çok ötesine giden bir sorumluluğu ifade eder. Yakın zamana kadar çok az finansal kuruluşta, risk yöneticilerinin temel stratejik kararlarda fikir vermenin ötesine karara katılımı söz konusu olduğu gözlemlenmekteydi. Bugün için bunun değişmesi gerektiği açıktır.

RmD veya diğer matematiksel modellerin kullanımının yaygınlaşmasının insan tabiatı ile ilişkilendirilebilecek diğer bir sebebi vardır. Uzman görüşünü veya bir yargısal sentezi kurum içerisinde yapılan bir yönetim toplantısında bençmark olarak kullanılabilecek nümerik ölçüm değeri ile karşılaştırıldığında kullanabilmek oldukça zordur. Aynı kârlılığın hesaplanmasında olduğu gibi nümerik eşik değerleri - RmD modellerinden elde edilen büyüklükler gibi - anlaşılması ve açıklanması kolay rakamsal kavramlar olduğundan, yıllar boyunca tercih edilmiştir. Bugün için bunun değişmesi değil, tek bir rakam indirgenmiş hesaplanan risk büyüklüğünün ne ifade ettiğinin açıklanması ve hangi durum ve şartlarda riskin tanımında yetersiz kalacağının belirlenmiş olmasının gerekliliği tartışılmaktadır.

İçinde bulunduğumuz uluslararası finansal buhranın bugünkü boyutlarda yaşanmasında model sonuçlarına gösterilen inancın önemli bir rol oynadığı açıktır. Bunun aşılması için risk yöneticilerin stratejik kararların alımında aktif rol almasını sağlayıcı bir mekanizma önerilmektedir. Bunun yanında aşırı boyutta resmi denetim ileriki dönemde tüm uluslararası finansal kuruluşların dikkate alması gereken bir oluşum olarak ortaya çıkacaktır. Umulmalıdır ki, aşırı denetim piyasaların gelişimini engelleyici etkilerini gösterebilir ve bunun sonucu olarak beklenen ekonomik büyüme engellenebilir. Uzun vadede fazla korumacı denetim bazlı yaklaşımlar ile fazla serbest uygulamaya müsaade edici yaklaşımların bir denge içerisinde ele alınacağı beklenmelidir. Fakat tüm önemli resmi denetim otoritelerinin genel görüşü tüm bir risk yönetimi kültürünün yeni baştan düzenlenmesine duyulan önemli ihtiyaçtır. Teorik risk yönetimi yaklaşımlarından çok ileriki dönemlerde piyasa bilgisine ve tecrübesine haiz, bankanın kararlarında aktif olarak taraf olan ve karara imza atan risk yöneticileri bu çerçevede aranacağı anlaşılmaktadır.