Savurgan Amerikalı kavramı tarihe mi karışıyor?
Orhan AKIŞIK
The Economist'in 3 Nisan tarihli sayısında ABD ekonomisi üzerine yayınlanan rapor, ekonominin dışa açılması konusunda beklenen dönüşümlerin başladığı müjdesini veriyor; yüksek işsizlik ve gerileyen konut fiyatları sonucu harcanabilir gelirlerinde büyük düşüşler olan Amerikalılar zor olsa da yeniden tasarruf etmeyi öğreniyorlar.
Acaba bu ne derece doğru; tasarruflar gerçekten artıyor mu? Resesyon öncesinde neredeyse sıfır olan tasarruf oranının geçtiğimiz Şubat ayında %3.1 olarak gerçekleşmesi, ilk bakışta olumlu bir gelişme gibi görülse de, geçen yılın Mayıs ayındaki %6.4 oranıyla karşılaştırıldığında, önemli bir düşüş söz konusu. Bu gerilemede, devletin tüketim harcamalarını teşvik etmek için uyguladığı gelir artırıcı maliye politikalarının rolü inkar edilemez. Bununla beraber, batılı gelişmiş sanayi ülkeleri ve ekonomileri ihracata dayalı Uzakdoğu ülkelerinin tasarruf oranlarıyla karşılaştırıldığında, bu oranın oldukça düşük olduğunu söylemeye gerek yok.
ABD'de şahsi tasarrufların kullanılabilir gelire oranı olarak ifade edilen tasarruf oranının tarihsel gelişimine bakıldığında, 1970'den 1980'lerin ortalarına kadar %10'lar düzeyinde seyrettikten sonra, 1990'lı yıllarda sürekli azaldığı; 2005 yılında eksiye dönüşmeden önce, 1999 ve 2004 yılları arasındaki dönemde ortalama %2 oranında kaldığı görülüyor. Tasarruf oranının eksiye dönüşmesi, insanların gelirlerinin tamamını sarf etmelerinin ötesinde, geçmişte yapmış oldukları birikimlerini tüketmeleri ve bu yetmediğinde de borçlanmalarından başka bir şey değil. Özellikle, 90'ların ikinci yarısından başlayarak resesyon öncesi %1'ler seviyesine kadar gerileyen tasarruf oranında, menkul ve gayrimenkul kıymetlerin fiyatlarındaki artışa bağlı refah etkisinden kaynaklanan tüketim harcamalarının payı büyük. Bunun yanı sıra, verimlilik artışlarının neden olduğu gelir artışları da, bunların ileriki yıllarda da artmaya devam edeceği yönünde beklenti oluşturması nedeniyle, tasarruflar üzerinde olumsuz etki yapan diğer önemli bir faktör.
Ekonominin henüz tam istihdam gelir seviyesinin çok altında bir gelir seviyesinde dengede olduğu düşünüldüğünde, tasarruflardaki artışın orta vadede devam edip etmeyeceğini bugünden söylemek güç. Çünkü, işsizliğin hala % 9'ların üzerinde seyrettiği, borç miktarının kişi başına ortalama 45.000 dolara ulaştığı bir ekonomide insanların harcamalarında kısıntıya gitmesi, bir başka deyişle tasarrufa yönelmeleri son derece doğal bir gelişmedir. Kaldı ki, bunu, gönüllüden ziyade zorunlu tasarruf artışı şeklinde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Dolayısıyla, tasarruflarda gerçek anlamda bir artış olup olmadığını söyleyebilmek için ekonominin resesyon öncesindeki gelir seviyesinde dengeye gelmesini beklemek gerekiyor.
ABD'nin dış ticaret ve cari işlem açıklarında Amerikan toplumunun yüksek tüketim eğiliminin payı büyük. Nasıl ki, bireylerin gelirlerinin üzerinde harcamaları borç stoklarının artışına neden oluyorsa, ülkelerin de üretimlerinin üzerinde tüketmeleri dışarıya olan borçlarının artması, yani cari işlem açıkları vermeleriyle mümkün. ABD'nin kriz öncesi cari işlem açıklarının gayrisafi yurtiçi hasılasının %6.5'una ulaşmasında tüketim harcamalarındaki artışa dayalı bu büyümenin payı büyük. Şu halde, üretimin, özel tüketim, yatırım ve kamu harcamalarından oluşan toplam iç talepten fazla olması halinde aradaki fark, cari işlemler fazlası şeklinde ortaya çıkacaktır. Bir başka deyişle, net dış satım üretimin içeride tüketilmeyen kısmı, yani üretim fazlasına karşı gelmektedir.
Evet, iç tasarrufların artışına bağlı olarak tüketim harcamalarının azalması, ABD firmalarının ihracata yönelmelerine yol açacaktır. IMF tarafından yapılan tahminler, dünya ekonomisinin 2010 ve 2014 yılları arasında ortalama % 4.3, buna karşılık ABD'nin ise %2.5 oranında büyüyeceği yönünde. Fakat, bu yeni değil; ABD ekonomisi, son elli yıllık dönem göz önüne alındığında, dünya ekonomisinden daha yavaş büyüyen bir ekonomi görünümü ortaya koymakta.
Diğer yandan, yüksek büyüme hızları gerçekleştiren Uzakdoğu ülkelerine baktığımızda, bunların dış ticaret fazlaları verdiği görülmekte. Dolayısıyla, nispi olarak daha yüksek büyüme hızlarına sahip ülkelerin dış ticaret açıklarıyla karşılaşacakları görüşü de doğru olmayabiliyor. 1980'lerden günümüze kadar geçen sürede ABD'nin toplam mal ihracatı içinde gelişmiş ülkelere olanın 1988'de %65'den 2009'da %45'e gerilediği, buna karşılık gelişmekte olan ülkelere ihracatın ise, yine aynı dönemde %35'den %55'e yükseldiği görülüyor. Bu, ekonomisini ihracata yönelik yapılandırmaya hazırlanan ABD açısından önemli. Çünkü, yükselen piyasalarda büyüme hızlarının dünya ortalamasının üzerinde olduğu bir gerçek. Özellikle, aralarında Çin'in de yer aldığı Uzakdoğu ülkelerinin yüksek büyüme hızlarını orta vadede de sürdürmeleri ve iç tüketimi teşvik edici politikalara yönelmeleri, ABD ekonomisindeki dönüşüme de katkıda bulunacaktır.
Savurgan Amerikalı yerini tutumlu Amerikalıya bırakacak mı? Bunu şimdiden bilmek zor.
Ancak bilinen, eski tüketim alışkanlıklarını sürdürerek ekonominin ihracata dayalı hale getirilmesinin olanaksız olduğu. Tüketim alışkanlıklarının değişip değişmediği konusunda yargıya varmak için ise, ekonomik krizin neden olduğu olağanüstü koşulların ortadan kalkmasını beklemek gerekiyor.