Sıcak para (yok para!) ve doğrudan yabancı sermaye için kalıcı bir öneri
Süleyman Dilsiz / İş Geliştirme Uzmanı
Küresel köy olarak tanımlanan dünyamızı etkileyen siyasi, politik ve ekonomik olayları, Türkiye'de ki olası gelişmeleri farklı görüşteki yabancı medya organlarından, çeşitli düşünce kuruluşlarından (think tank) izlemek, gelecekle ilgili daha önceden, sağlıklı analiz yapabilme olanağı sağladığını düşünmekteyim. NY Times'da küresel ekonomiyle ilgili Nobel ödüllü iktisatçı P. Krugman'ın köşesi de düzenli takip ettiklerimden.
Krugman, ABD'de başlayan ve dünyaya yayılan küresel krizin etkilerini ve öngörülerini köşesinde 18 Ekim'de ele almış. Bankacılık sistemini kurtarmayı planlayan 700 milyar dolarlık planı doğru bularak, makalesinde; şu anda gazete başlıklarını manik-depresif borsa belirlediğini ve asıl önemli olanın "reel ekonomi" olduğunu belirtmekte. Bankaları kurtarma planı sadece başlangıç olarak görülmesi gerektiğini, finansı olmayan bir ekonominin yardıma muhtaç hale geleceğini yazmakta. Bütün göstergelerin ekonomideki yavaşlamanın uzun ve zorlu geçeceğini gösterdiğini belirten Krugman, işsizlik oranın yüzde 8'in bile üzerine çıkabileceği uyarısı dikkat çekici. Resesyonun 25 yılın en kötüsü olabileceğini, kredi piyasaları normale dönse bile emlak piyasasındaki durgunluğun devam edeceğini ön görmekte. Bugün kriz ABD'den başlayarak başta Japonya, İsviçre, Kanada ve AB ülkeleri olmak üzere tüm dünyaya sıçrayıp, kriz bizim gibi gelişmekte olan ülkelere de yansımakta.
ANKA Haber Ajansı'nın 23 Ekim tarihli araştırma haberinde "sıcak para" olarak da adlandırılan kısa vadeli yabancı finansal sermayenin ülkemizdeki portföyünün küresel mali krizin etkisiyle son haftalarda rekor hızla eriği vurgulanmakta. Yabancı sermaye miktarıyla son beş yılda politikacılarımızın her fırsatta övündüğü sıcak para şimdi yok para!.
Önceki beş yılda küresel mali sistemdeki likidite bolluğu ülkemizin sunduğu cazip getiriye bağlı olarak yabancı yatırımcıların portföyü hızla büyümüştü. '03-'07 dönemindeki büyümesi de, bu sıcak para girişlerine dayandırıldı. '02 sonunda ülkemizde 8.9 milyar dolarlık sıcak para hacmi bulunuyordu. '03 yılında tek parti hükümetinin iş başına gelmesiyle sağlanan siyasi istikrar, hükümetin '01 krizinin ardından uygulamaya konulan IMF güdümlü ekonomik programı sürdürme tercihi, ülkemize portföy yatırımları şeklinde hızlı bir kısa vadeli sermaye girişine yol açtı. Sıcak para hacmi yıllar itibariyle katlanarak arttı. '03 sonunda 16.9 milyar, '04 sonunda 32.8 milyar dolara çıkarak, '05'de 58.2 milyar, '06'da 65.4 milyar ve '07 sonunda 107.1 milyar dolara ulaştı. Bu yıl başında 107 milyar doların üzerinde bulunan sıcak para 10 Ekim itibariyle 59.5 milyar dolara kadar inmiş. Aslında, ekonomiye getirdiği kırılganlık ve riskler nedeniyle sıcak paraya (yok paraya!) bütün dünya sınır getirebiliyor.
Sıcak paraya dünyanın en çok faiz geliri sağlayan ülkemiz tabi ki krizden diğer ülkeler kadar etkilenmemesi çok doğal. Yüzde 75'ini sıcak paranın oluşturduğu, ülke KOBİ'lerinin yüzde ikisinin temsil edildiği borsasında değerin yükselmesini, en fazla faiz gelirinin verilmesi ve dünya likidite bolluğunun da etkisiyle artan endirekt yabancı sermaye artışlarını ekonomide başarı gibi göstererek, övünmek ürkütücü. Maalesef; Türkiye'nin işsizlik, gelir dağılımı eşitsizliğini, psiko-sosyal gerçeklerini görmezden gelerek, geleceği ipotek etmektir.
Geleceği ipotekten kurtarmak için üretmek, kapasite kullanımını ve doğrudan yabancı sermaye girişimlerini artırmak mutlak. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları borç yaratmayan dış finansman kaynağı olarak yatırım ülkesinde sürekli gelir, kalıcı değer yaratmakta. Türkiye'nin 2023 yılı hedefi için stratejik olarak planlanan en rekabetçi 6 sektörün yapacağı her türlü yatırım gelecek Türkiye'sinin inşasını kolaylaştıracaktır.
Geleceğin inşası için 47 yıldır AB'ye göç veren Türkiye'nin AB'deki sermaye potansiyeli çok değerli. AB'de 27 ülkede, her altı yabancıdan birisinin Türk pasaportu taşıdığı, ortalama aylık hane gelirlerinin 2,1 bin, hane başına aylık 380 Euro tasarruf yapmaktalar. AB'deki 150 milyar Euro değerinde yurtdışı işçi gelirlerinden oluşan yabancı sermaye potansiyelini bulunmakta. AB'de daralan ekonomiyle birlikte gittikçe artan maliyetlerle AB'de birçok tesisin kapanması, artan ırkçılık saldırıları, anketlerde AB'deki Türk vatandaşlarının gelecekle ilgili karamsarlığı fırsatlar barındırmakta. 47 yılda oluşan önemli sermaye ve bilgi birikimi (know-how), kapanan fabrikaların makine ekipmanın düşük maliyetli tedariki, eğitimli 3. kuşak, AB'ye göre lojistikten, işgücü maliyetine kadar bir çok ciddi rekabetçi avantajlar sunmakta.
Bu noktada kalıcı önerim;
Türkiye'nin 2023 yılı hedefi için en rekabetçi 6 sektörün yatırımını ülkemize kazandırılması, bölge ve stratejik sektör bazında teşvik edilmesidir. İllerin sanayi envanterleri kapsamında değerlendirilerek, AB'ye en çok göç veren, 15-64 yaş grubunun ve işsizliğin hali hazırda Türkiye ortalamasının üzerinde bulunan Denizli, Sivas, Uşak, Kütahya, Yozgat, Bilecik, Eskişehir, Gümüşhane, Tokat, Afyon, Ordu, Burdur, Erzurum, Elazığ, Erzincan, Kırıkkale, illerinde yatırım teşvik edilmelidir. Sayısız örnekleri bulunan Anadolu'da kurtlara yem olmamaları ve varlıklarını sürdürebilmeleri için mutlak SPK denetimi altında doğrudan sermaye yatırımları ülkemize kazandırılmalıdır. Bu konuda model geliştirilmeli ve pilot uygulama örnekleriyle toplumun gündemine taşınmalıdır.
Krugman'ın altını çizdiği gibi, şu anda gazete başlıklarını ABD'de borsa, ülkemizde ise manik-depresif spekülasyonlar ya da hükümete taraf olup olmamak belirlemekte. Ama her iki durumda asıl önemli olanın "reel ekonomi" olduğunu da çok önemli. İşsizliğin çözümü için AB'deki yabancı Türk sermayesinin know-how birikimini, 3. kuşağın vizyonuyla ülkemize kazandırılması, yerel kalkınmayı da hızlandıracak, ülkelerin rekabetçi avantajını oluşturan inovasyon kültürü için çok önemli altyapı oluşacaktır.
Denetlemenin ülkemizin en önemli sorunu olarak algılanan ortamda, palyatif ve tehlikeli kriz çözümü olarak gördüğüm kara paranın bavulla Türkiye'ye girişini teşvik eden yasa önerisi ciddi ve saygın bir devlet anlayışına yakışmakta mıdır? Yoksa doğrudan yabancı sermaye potansiyelini ateşleyecek, yerelde inovasyonu ve kalkınmayı geliştirecek önerimiz dikkate alınmalı mıdır? Yoksa derin uykuda, günü kurtaran, çözümlerle geleceği inşa edilebilecek midir?