Stİglİtz raporu, işsizlik konusunda ne diyor?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Orhan AKIŞIK

Resesyonun üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, yüksek işsizlik gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik sorunları arasında ağırlıklı yerini koruyor. Maliye ve para politikalarının bu konuda şimdiye kadar başarılı olduğu söylenemez. İşsizliğin azaltılması için büyük umutlar bağlanan özel sektörün istihdamı arttırma konusundaki isteksizliği sürüyor. Ülke yönetimlerini endişelendiren, resesyondan kaynaklanan konjonktürel işsizliğin zaman içinde yapısal nitelik kazanması. Çünkü, uzun süreli işsizlikten ötürü bilgi ve beceri düzeyindeki gerilemeden kaynaklanan yapısal işsizliği, konjonktürel olana kıyasla azaltmak daha zor. Birçok ülkede milyonlarca işsiz, sahip oldukları bilgi ve beceri düzeylerinin gerektirdiğinden başka işlerde çalışmanın ötesinde, pazarlık gücündeki azalmanın sonucu olarak hakettikleri ücretlerin altındaki ücretlerle de çalışmaya zorlanıyorlar.

Ekonomik krizle birlikte dikkatleri üzerine çeken işsizlik ve buna bağlı olarak ücretlerdeki gerilemede küreselleşmenin de payı var. Küreselleşme sayesinde sermaye kolaylıkla ve sınır tanımaz bir biçimde yer değiştirebilirken, işgücünün dolaşımının politik ve kültürel nedenlerden dolayı sınırlı kalışı, çalışanları sermaye karşısında güçsüzleştiren etkenlerden biri. Yatırımların işgücünün daha ucuz olduğu ülkelere doğru kaydırılması sonucu ortaya çıkan işsizlik, 70'li yıllardan beri gelişmiş ülkelerin siyasilerini derinden düşündüren konuların başında geliyor.

Ancak sorun, yalnızca işsizlikle de sınırlı değil. İşsizliğin ücretlerde yol açtığı gerileme sonucu bozulan gelir dağılımı da önemli bir sorun. Bunun nedenleri arasında, biraz önce bahsettiğimiz sermayenin işgücüne nazaran daha akışkan bir üretim faktörü olmasının yanısıra, işçi sendikalarının azalan gücü, kurumsal yönetim sistemindeki zaafiyetler ve üst kademe yöneticiler ve çalışanların ücretleri arasındaki farkın genişlemesi sayılabilir. Son yirmibeş yıllık dönemde ileri derecede sanayileşmiş ülkelerde orta gelir grubunda yer alanların ücretleri gerilerken, üst gelir gruplarında yer alanların ücretlerinin artması toplam talebin gerilemesinin önemli bir nedeni.

Nobel ödülü sahibi Amerikalı iktisatçı Joseph Stiglitz, kendi adını taşıyan raporunda talepteki bu azalmanın, özellikle ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde gevşek para politikasından kaynaklanan kredi artışlarıyla telafi edilmeye çalışıldığını; öte yandan, gelirin yeniden bölüşümü sonucu geliri daha da artan yüksek gelir grubuna mensup kişilerin yüksek getiri peşinde finansal piyasalardaki köpüklenmeye katkıda bulundukları görüşlerine yer veriyor. Gelir dağılımındaki bozulma ve enflasyonun küresel talep üzerinde yarattığı gerilemenin, artan özel sektör ve kamu borçları ile giderilmesinin mümkün olmayacağının görülememesi, Stiglitz'e göre ekonomi yönetimlerinin en büyük eksiklerinden biri.

Bu görüşler ışığında, bazı OECD ülkelerinde ekonomik dengeleri alt-üst eden yüksek kamu borçlarının arkasında gelir bölüşümündeki bu bozulmanın olduğu ileri sürülebilir. Özellikle, işsizliğin yüksek olduğu gelişmiş Avrupa ülkelerinde, uzun süreli işsizlik yardımlarının bütçe açıkları ve kamu borç stokunun artışındaki etkisi yadsınamaz. Öte yandan, sosyal güvenlik sistemlerinin nispeten daha zayıf olduğu ABD ve İngiltere gibi ülkelerde ise reel ücretlerdeki azalmanın yaşam standartları ve tüketim üzerindeki olumsuz etkilerinin, hanehalklarının borçlanmalarıyla hafifletilmeye çalışıldığı bir gerçek.

Stiglitz, Irak savaşı'nın petrol fiyatlarında yol açtığı artıştan dolayı artan enflasyonun ABD dahil olmak üzere birçok ülkede gelir dağılımının bozulmasına neden olduğu görüşünde. Giderek bozulan gelir dağılımı iyileştirilmedikçe ve işsizlik kontrol altına alınmadıkça, küresel ekonomide istikrarın sağlanması zor görünüyor. Dünya genelinde nüfus sürekli artarken, ekonomilerin istihdam yaratma kapasitelerinin aynı oranda artmaması geleceğe yönelik iyimser düşüncelerin önündeki en büyük engel. Türkiye'yi bu gelişmelerden soyutlamak mümkün değil.

Yüksek işsizlik ülkemizin en önemli ekonomik ve sosyal problemi. Bunun azaltılması ekonomik büyümenin sürekliliğine olduğu kadar, nüfus artışının da kontrol altına alınmasına bağlı. İktidar kanadı, istihdamın arttırılması konusunda zaman zaman özel sektör temsilcilerine telkinde bulunsa da, nüfus artışını teşvik edici konuşmalardan da geri kalmıyor. Halbuki, popülist, ekonomik ve sosyal gerçeklerle bağdaşmayan söylemlerle Türkiye'nin çağdaş ülkeler arasında yerini alması hayal bile edilemez. Fakat, hayal dünyaları o kadar genişse söylenecek bir şey de yok.