Türk-Alman ilişkileri
Dr. Mustafa AŞULA / Em. Büyükelçi
E. Büyükelçi Doç. Dr. Ali Engin Oba'nın yönetimindeki Türk-Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin Ankara ofisi tarafından her ay düzenlenmekte olan Türk Dış Politikası sempozyumları kapsamında, 26 Mayıs'ta 'Türk-Alman İlişkileri' ele alındı.
E. Büyükelçi Osman Korutürk'ün moderatörlüğündeki sempozyumda akademisyen konuşmacılar olarak, Uludağ Üniversitesi'nden Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat ile, Hacettepe Üniversitesi'nden Yard. Doç. Dr. Murat Erdoğan söz konusu ilişkilerin tarih içinde geçirmiş olduğu istihaleyi, ilişkilerin değişime uğradığı dönemlerde buna amil olan etmenleri ve bu cümleden olmak üzere, 1960'lı yılların başından itibaren Türkiye'nin Almanya'ya işgücü ihraciyle başlayan yep yeni oluşumun gerek Almanya ve gerekse Türkiye'deki sonuçlarını, böylesi bir ortam içinde başlangıçta Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET ) ile, uzun vadede tam üyeliği hedefleyen Ortaklık Anlaşması yapmasını desteklemişken, 1970'lerin ortalarından sonra, Katma Protokol'de 1976-86 yılları için öngörüldüğü halde, Türk işgücünün serbest dolaşımı vecibesinin uygulamaya konulmasını engelleyen Almanya'nın bu defa günümüzde Türkiye'nin AB'ne tam üyeliğine, imtiyazlı ortaklık adı altında, mutabakat ve müzakere mevzuu olmayan bir takım formüllerle karşı çıkmasını, bununla birlikte, 1995 tarihli Gümrük Birliği'nden de yararlanmak suretiyle Almanya'nın ikili iş ve ticaret hacmini her gün biraz daha artırmaya devam etmekte olduğunu ve ilişkilerin adeta bu paradoks içinde sürdürüldüğünü etraflı bir biçimde ve vukufla irdelemiş, ortaya koymuşlardır.
Gerçekten, Türkiye'nin 1960'larda ve hatta 70'li yıllarda Almanya'ya işgücü ihracına başlamış olması, ilişkilerde çok önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Alman iktisadi kalkınmasına çok önemli katkılarda bulunan Türk işgücü ancak zaman içinde Almanya'da ekonomik sorunlar başverdikçe ikili ilişkilerde adeta acilen çözümlenmesi gereken pürüz haline gelmiştir. Denilebilir ki, Almanya 70'li yılların ortalarından itibaren bir bakıma savunmaya geçmiş, fakat Türk işgücünden de tamamen feragat edememiştir.
Bugünkü durum bu ikilemi açıkça izah etmektedir. Ancak nesiller değişmiş, birinci dalgadan sonra gelenler Almanya'da eğitim ve sair olanakları kullanmak suretiyle, Alman toplumunun siyasette, ekonomide ve sosyal yaşamda entegral bir parçası olma yoluna girmiş ve ebeveynin kaba işçiliğini geride bırakarak, özellikle iş ve ticaret aleminde yerlerini almışlardır. İfade olunduğuna nazaran halen 80 bin kadar Türk firması 350 bin kadar Alman istihdam etmekte ve yıllık 18 milyar Avro kadar ciro yapabilmektedir.
750 bin'inin Alman vatandaşı olduğu 3 milyonu aşkın bahse konu nitelikteki bir toplumu bünyesinde bulunduran Almanya acaba hala neden Türkiyenin AB üyeliği önünde engel olmaya devam ediyor ?
Kanımca, bunu doğrudan Türkiyeye karşı bir tavır olarak görmemek gerekir. Almanya'nın esas sorunu, AB içinde ötedenberi bu ülkeye yüklenen ağır yüklerdir. Almanya, başta NATO olmak üzere, AET ve daha sonra da AB'ye kabul edilmekle, herşeyden önce bu ülkenin tarihsel taşkınlıklarına set çekilmek ve bir bakıma kontrol altına alınmak ( contain edilmek ) istenmiştir. Bu yapılırken, özellikle AB içinde Almanya'nın önüne büyük faturalar konulmuştur. Hele eski Doğu bloku ülkeleri Birliğe alınırken, Almanyanın Doğu'dan ( Ost ) gelecek tehlikeler karşısındaki duyarlılığı, diğer üye ülkelerce fazlasiyle değerlendirilmiştir. Şimdi 70-80 milyonluk bir Türkiye'nin AB'ne getireceği yüklerin de önemli bir kısmı yine Almanya'ya havale edilecektir. Birlik içinde Fransa gibi Türkiye'ye karşı bazı ülkeler dolaylı olarak, Almanya üzerinden bu faktörü hep kullanmaktadırlar.
Bu koşullarda Türkiye'mizin AB içinde Almanya ve Fransa dışında, etkin başka müttefiklere ihtiyacı vardır. İngiltere ve İtalya yeterli olmamaktadırlar. Artık Alman-Fransız mihverine ötedenberi kuşku ile bakanlara yönelmeyi düşünmeliyiz. Kaldı ki bu mihverin ne kadar süreceği de belli değildir. Son Yunanistan'a yardım sürecinde Almanya'nın AB içinde resen aldığı tutum bunun işaretlerini veriyor gibidir.
İktisadiyattan öte, daha çok beşeri unsurların büyük bir yer tuttuğu Türk-Alman ilişkileri, benzeri sempozyumlarla bundan sonra da fırsat oldukça değerlendirilmeye ve irdelenmeye değerdir.