Türk dış politikası ve Ortadoğu sorunu

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Dr. Mustafa AŞULA / Em. Büyükelçi

'Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin (TASAM ) her ay düzenlemekte olduğu 'Ankara Toplantıları'nın ikincisi, 26 Aralık günü Ankara Temsilciliği'nde yapıldı.  Akademisiyenlerin konuşmacı olarak katıldıkları toplantıda, çok sayıda basın mensubu, araştırmacı, dış politika uzmanı, öğrenci ve emekli büyükelçi yer aldı.

Ana tema şu idi : Bugünlerde Türkiye Orta Doğu'da , alışılmışın ötesinde faal gözüküyor. Dışişleri Bakanının yanında, Başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı düzeyinde sık iş  ziyaretlerine şahit oluyoruz.

Olup biteni dışarıdan izleyen katılımcı kesim adına, cevap aranan başlıca sualler şunlar oldu :

Ne yapmak istiyoruz ? Hangi temel rolleri benimsiyoruz ? Ne kadar yapabiliyoruz ?

- Çabalarımız bölgede ne gibi sonuçlar doğuruyor ?

Bölgedeki ve bölge dışındaki güçler bu faaliyetimizi nasıl karşılıyorlar ?

O bölge ki, belli başlı büyük aktörler bizden çok önce yerlerini almışlar. Amerikanın açık ve değişmeyen desteğinde İsrail ötedenberi zaten  orada.  Amerika Birleşik Devletleri 2003 de Irak'ı işgalle, bölgeye her anlamda artık iyice yerleşmiş halde. Avrupa Birliği ise, iktisadi ve ticari işbirliğinin adeta tekelini elinde bulunduruyor. Arap aleminin ananevi sözcüsü  Mısır da, tabiatiyle  aktörler arasında. Bu durumda, bizim kendimize mevcutların yanında, münasip üçüncü veya dördüncü sırada bir yer bulmamız ve bununla yetinmemiz gerekiyor.

Bizim açık sloganımız belli; bölgede barış ve istikrarı sağlamak. Ancak çevre, bizim aslında ne ile ilgilendiğimizi çok iyi biliyor. Bu da iç şüphe yok ki, güvenliktir. Özellikle Irak'taki gelişmeler, Kuzey Irak'ta özerk bir yönetime, tüm çabalarımıza rağmen, işgalci Amerikanın müsaha edegelmesi , öte yandan, içeride etnik bir grubun, etrafta olup bitenlerden de cesaret alarak, son zamanlarda iyice  ayağa kalkımış olması, bizim için doğal olarak güvenliği ön plana çıkarmıştır. Bütün çabaların arkasındaki temel motif, özetlemek gerekirse, yangının bize sirayetini olabildiğince önlemekten ibarettir. Şimdiye kadar bunun ne kadarını yapabildik ? Orta Doğu politikasına bir bilanço çıkarılacaksa, kanımca, önce bu suale cevap vermek gerekecek.

Orta Doğu denilen labirent içinde sonuç almak veya en azından yolumuzu belirleyebilmek için, hiç şüphe yok ki ' müdahil 'olmak gerekiyor. Ancak sadece bölge ülkeleri değil, fakat önceki yerleşikler acaba  buna hazır mı ? belli değil. Netekim resmi temaslar sırasında gelişmeleri, gösterilen ananevi Arap nezaketinden soyutladığımızda, bize bırakılmak istenilenin, ne müdahil ve ne de ne arabuluculuk olduğunu, olsa olsa ' kolaylaştırıcı' lıkta kaldığımızı görüyoruz. Bununla da, içeride dostlar alışverişte görsün'ün dışında, ne kadar yol alabiliriz ?

Bütün bunlar bize  şunu bir kere daha  hatırlatıyor;  Türk dış politikasının sözde durgun ve  statükocu kaderini yeni ivmelerle, kendilerine göre cesurca adımlarla değiştirmek isteyenler, yolun sonunda gelip ' realizm ' duvarına dayanacaklardır. Cumhuriyetle özdeş dış politika, kuruluş yıllarının tüm olumsuzluklarına rağmen, sadece realist olduğundan ötürü saygındı.  Türkiyemiz elbette kendini tüm olası  tehlikelerden mutlaka korumalıdır. Ancak bunu yaparken, imkan ve kabiliyetini hesapsızca harcayıp, açık ve muhatarlı denizlere yelken açarak, sonunda yorgun argın limana  geri dönmek zorunda kalmamalıdır. Ama maksat ' hüsnü şerh, gerisi bahanedir' deniliyorsa, söyleyeek fazla bir şey kalmıyor.