Türkiye için alternatif bir kalkınma modeli önerisi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

B.Ali EŞIYOK

Finansal birikime dayalı birikim modelinin kalkınma üzerinde yarattığı tahribatlar göz önüne alınarak, yeniden reel birikime dayalı, teknolojik gelişmeleri ve yenilikleri üretime içselleştiren, kaynak tahsis sürecinde planlama ile piyasayı birlikte kullanan, geleneksel harc-ı alem sektörlerde (gıda, tekstil vs.) değil, yüksek katma değer üreten sektörlerde uzmanlaşmayı hedefleyen, sanayiinin öncelliklerini dikkate alan yeni bir kalkınma stratejisi ileri sürüyoruz. 

Başka bir ifadeyle, Türkiye gibi sanayileşmeye geç katılan (late comer), yarı-sanayileşmiş bir ekonominin, üretimde hızlı yapısal dönüşümleri sağlayarak, gelişmiş ülkeleri yakalama (convergence) sürecinde başarılı olmasının en temel koşulunun; kalkınmacı devlet ve özel kesimin işbirliği çerçevesinde, yeni bir kalkınma stratejisine ve bu stratejinin en temel bileşenini oluşturan sanayi politikalarına bağlı olduğunu özellikle belirtmek gerekiyor. Önerdiğimiz kalkınma stratejisinde, kamu sabit yatırımları ile özel kesim yatırımları, planlama ile piyasa, ithal ikamesi ile ihracata dayalı büyüme arasında karşıtlık (opposition) ilişkisi değil, tamamlayıcılık (complementarity) ilişkisinin geçerli olduğunu ileri sürüyoruz.

Kamu ve özel sabit yatırımları birbirini dışlamamaktadır (crowding-in)

1980’li yıllarla birlikte uygulamaya konan iktisat politikalarında, kamu ve özel sabit yatırımlar arasında karşıtlıklara dayalı bir yaklaşımın öne çıkarıldığı ve özel kesim sabit yatırımlarına dayalı bir yatırım politikasının kayıtsız şartsız kabül edildiği görülmektedir. Yapılan birçok ampirik çalışmada da gösterildiği üzere, kamu yatırımlarının özel yatırımları dışlamadığı, aksine özel yatırımları uyarıp, teşvik ederek tamamladığı ortaya konmuştur (crowding in). Diğer yandan kamu sabit yatırımları talep yönetimi, kapasite yaratma ve yeniden dağıtım gibi ögeler nedeniyle yoksul ve büyüme yanlısı özellikler taşımaktadır. Bu çerçevede kamu yatırımlarının kalkınmadaki işlevini dışlayan, mesnetsiz saplantılardan uzak, yeni bir yatırım politikası öneriyoruz. 

Kaynak tahsisinde, planlama, piyasa karşıtlığı yerine, karma bir model uygulanmalıdır 
XX. yüzyılda kalkınma sürecinde başarılı olmuş birçok ülke deneyimi açıkça göstermektedir ki, dünya ekonomisinin çevresinde yer alan, kısa zamanda az gelişmişlik sorununu aşmak isteyen bir ülkenin salt piyasa sinyallerine dayalı kaynak tahsisi ile bu amaca ulaşması neredeyse imkânsızdır ve bunun en tipik örnekleri arasında Güney Kore başta olmak üzere, Yeni Sanayileşen Güney Doğu Asya ülkeleri yer almaktadır. Başka bir ifadeyle, sanayileşmeye geç katılan ve sanayileşmede önemli gelişme gösteren ülkeler kaynak tahsisinde sanayinin öncellikleri doğrultusunda, piyasa yanında planlamayı da kullanmışlar, karşılaştırmalı üstünlüklerin mantığına teslim olmamışlardır. 
İthal ikamesi ve ihracata dayalı büyüme modellerinin birlikte işlediği iki paralel strateji uygulanmalıdır 
Günümüzde sanayileşme sürecinde oldukça önemli gelişmeler sağlamış uzak doğu Asya ülkelerinden Güney Kore başta olmak üzere yeni sanayileşen ülkelerin (NICs) ikili kalkınma stratejisini başarıyla uyguladıkları bilinmektedir. Örneğin G.Kore, Kore Savaşı’ndan sonra (1950-53), 1956-57’den başlayarak sistemli bir ithal ikamesi uygulamaya koymuş, kalkınmacı devletin uyguladığı sanayi politikaları ile birçok sektör dışa açılmak için teşvik edilirken, birçok sektörde de ise ithal ikamesi uygulanmıştır. Kaldı ki, ithal ikamesi sanayileşme stratejisi yoluyla sanayileşme deneyimi sadece çevre ülkelere özgü bir kalkınma modeli olarak görülmemelidir. Günümüzün gelişmiş birçok merkez ülkesi 19. yüzyıl öncesinde yoğun bir ithal ikamesi modeli uygulayarak sanayileşmede önemli gelişmeler sağlamıştır

Sonuç olarak, 1980’lerden günümüze dek uygulana gelen politikalar Türkiye’nin kalkınma sürecinde tökezlemesine neden olmuş, kalkınmanın dinamikleri önemli ölçüde aşınmıştır. Türkiye ekonomisinin geldiği bu noktada, mevcut iktisat politikalarından ve egemen kalkınma anlayışından ısrar edilmesi durumunda; teknolojide dışa bağımlılığın daha da arttığı, dış ticaret açıklarının hızlandığı (cari açık sorununun çözülemediği), orta gelir tuzağı içerisinde çırpınan, ekonomik olarak Batı ve Doğu bölgeleri olarak ikiye ayrılmış, ikili bir ekonomik yapı ile karşılaşılması supriz olmayacaktır.