Türkiye terazisi dengeye nasıl gelir, kentlerin rolü ne olabilir?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Sıddık ARSLAN / AB ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı & Kamu Yönetimi Doktoru ve Kent Yöneticisi

Türkiye; coğrafi konumu, jeopolitik, jeokültürel ve jeostratejik özellikleriyle 21. yüzyılın gözde ülkelerinden biridir. Bu ayrıcalıklı yapısı nedeniyle Türkiye; sadece İslam dünyasının değil, gelişmiş ve diğer gelişmemiş ülkelerin de dikkatle takip etmekte olduğu bir ülke. Yüz ölçümü, nüfusu, ekonomisi ve askeri büyüklükleri yönünden küresel bir aktör ya da süpergüç olması henüz zor görünüyor olsa da; özellikle jeokültürel yönü itibariyle Türkiye, 21 yüzyılın ortalarına doğru başat bir küresel aktör olabilecek en şanslı ülkelerden. Bu şansı kullanabilmek Türkiye halkının elinde olmakla birlikte; “stratejik düşünme” yetisi maalesef henüz yeterince devreye girdirilememiştir.

Bu noktada devlet aklı ivedilikle devreye girdirilmeli; binlerce yıllık “devlet geleneği” bütün boyutlarıyla işler hale getirilmelidir. Zira bilişim çağının yeni bir çağa gebe olduğu 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına doğru küresel güç dengelerinde köklü değişiklikler beklenirken, Türkiye’nin önündeki muhteşem fırsatlar kesinlikle kaçırılmamalıdır. Bu bağlamda; öncelikle Türkiye’nin fırsatlarını zaaf gibi gösteren temel bazı sorunları derhal masaya yatırılmalı, çözüm için gereken diğer değişimsel dönüşümler çekinilmeden işler hale getirilmelidir.

Türkiye; her şeyden önce “bölgelerarası dengesizlikler” sorununu hiç vakit geçirmeden tartışmaya açmalıdır. Bu sorun çok boyutlu olmakla birlikte; çözümü, terör sorununu çözmekten çok daha basit yöntemleri gerektiriyor. Açıkçası bölgelerarası dengesizlikleri ortadan kaldırıcı yasal, iktisadi, sosyal, siyasal, kültürel ve eğitsel politikalar bilinçli bir şekilde hızla uygulamaya koyulabilir ise Türkiye’yi köşeye sıkıştıran terör ya da ideolojik tüm sorunlar karşılıksız kalacak, ülkemizin önündeki fırsatlar her kesim tarafından rahatlıkla algılanır hale gelecektir.

Bu noktada, Avrupa Birliği’ne üye olma yolunda yarım asırdan beri büyük fedakârlıklar yapan Türkiye; Avrupa Birliği’nin en temel uygulama politikalarından biri olan Bölgelerarası Dengesizlikleri Giderme Fonu’nun anlam ve önemini kendiliğinde kavramalı, kendisine uygun olabilecek farklı bir versiyonunu acilen uygulamaya koymalıdır. Örneğin; asrın projesi olan Marmaray için merkezi bütçeden ayrılan ek kaynağın bir kaç katı parasal imkân; Erzurum, Rize, Sivas, Urfa gibi stratejik diğer kentleri de kapsayan 7.teşvik paketi tarzında çok daha cazibeli teşvik ve imkânlar bu dört kentimiz için işler hale getirilebilir. Böylece; gözünü Türkiye’nin batısına dikmiş olan milyonlara alternatif, cazibeli yayılma alanları açılmış olunabilir.

Açıkçası Marmaray ve Kanal İstanbul Projeleri Türkiye için ne kadar elzemse; Türkiye terazisinin dengeye getirilebilmesi için; Çoruh Vadisi Projesi, Erzurum Ova Deniz Projesi, Tabyalar Yeraltı Kenti Projesi, Oltu Organize Bölgeler Projesi, Karadeniz-Basra Körfezi Transit Projesi, Erzurum Üniversiteler Kenti Projesi vs. gibi onlarca prestij proje de Türkiye için kaçınılamaz derecede gereklidir. Ancak; paralelinde devlet aklı algısında köklü değişikliklere gidilmeli, bilişim çağının standartlarına uygun yönetim, yönetişim ve davranış kalıplarının inşasına ivedilikle girişilmeli, hatta genetik ya da uzay çağı koşullarına uygun öngörülü hazırlıklarda yapılmalıdır.

Bunun için de bir taraftan köreltilmiş devlet geleneklerimiz post modern anlamda yeniden inşa edilirken, diğer taraftan ise kitleler bu yeni döneme uygun hareket edecek şekilde bilinçlendirilmelidir. Açıkçası bu yeni dönemde devlet olma bilinci devreye girdirileceğinden dolayı; terör, bölgesel dengesizlikler, dengesiz gelir dağılımı, siyasi kavgalar, ideolojik kutuplaşmalar, kanun dışı yönetim girişimleri vs gibi müstemleke dayatmalar bir daha izine rastlanmayacak şekilde tarihin tozlu raflarına kaldırılacaktır.

Soğuk savaş sonrası dönem ve Bilişim Çağı koşulları Türkiye’nin önüne “küresel senaryocu ve aktör” olma fırsatını koymakla; bu ülkenin kimler tarafından yönetileceğine bağlı olarak ya sığ denizlere kapanacağına, ya da okyanuslara hakim olacağına yönelik önemli iki farklı kapı aralamıştır.

Bu noktada; Rusya Federasyonu’nda Putin’le başlayan yeniden toparlanma dönemine benzer bir biçimde, son on yılda Türkiye’deki “ölçek büyütme arayışları” kentler boyutunda da sürdürülebilirse, daha önceki dönemlerde uygulanmış olan yanlış politikaların devam eden etkisi önemli ölçüde giderilebilir. Bu noktada, ivedilikle, Türkiye terazisinin dengeye gelmesine yönelik bölgesel ekonomi politikaları öncelikle devreye girdirilmeli; özellikle İtalya, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde uygulanmış olan eski tarz bölgesel ekonomi projelerinden mutlaka kaçınılmalı ve bilişim çağı ötesine uygun alternatif modeller geliştirmeye özel önem verilmelidir.

İtalya, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde uygulamaya koyulan bu tarz projeler için ayrılmış olan yüzlerce milyar dolarlık kaynaklara rağmen başarısızlığa uğranılmış olması bizim gözümüzü korkutmamalıdır; GAP Projesi’nde olduğu gibi... Çünkü; o tarz projelerde katma değeri az olan, yüksek teknolojiden uzak, rekabetçi yaklaşımı dikkate almayan, daha çok modern rahat yaşamı kolaylaştırma vs gibi kalkınma ya da iyileştirme modelleri esas alınmıştır. Halbu ki; Türkiye’deki bölgelerarası dengesizlikleri gidermeye, ümitsizlikleri aşındırmaya, olumsuz bölgesel imajları iyileştirmeye ve”Çekirdek Ülke Türkiye” anlayışını yerleştirmeye yönelik dengeli, çok boyutlu gelişme politikalarının uygulanmasında bilişim çağı koşulları referans alınacağından dolayı başarılı olunmasından hiç bir şekilde şüphe edilmemelidir.

Türkiye’nin iç sorunları aşılmadan, her karış toprağına olan güven eşitlendirilmeden, zenginliği batı bölgelerimizde bulma hevesi terse çevirilmeden “İslam Dünyası’nın çekirdek ülkesi” konumundaki Türkiye’nin inşasında başarılı olunması mümkün değildir. Bu anlamda; küresel ölçekte “kentler arası rekabet” ilkesi çok önemli bir yere sahiptir. Aslında Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı belgesi bu konuda dikkate alınması gereken çok önemli bir modeldir; yeter ki Türkiye’nin kendi koşullarına ve temel hassasiyetlerine uygun bir yeni belge geliştirilebilsin... Bu noktada sadece sistem arayış ve geliştirme çalışmalarına takılıp kalmanın da bu sorunu çözmenin önündeki en temel engel ya da engellemelerden biri olduğu kesinlikle unutulmamalıdır. Yerel yönetim konusu özel uzmanlık gerektiren bir durumdur. Nasıl ki bir diş doktoru, avukat, esnaf, personel uzmanı, öğretmen vb. meslek mensupları kendi özgün mesleklerinde alakasız kişileri rahatlıkla sevk ve idare edebiliyorlarsa; yeni döneme uygun model kent yönetimleri de işin ehli kamu yönetimi uzmanı ve kent pratiği yapmış siyaset bilimciler eliyle inşa edilmelidir. Türkiye’nin bu tarz yeniden yapılandırılması çalışmalarında ya da iç dengelerinin çok yönlü olarak yeniden inşasında ve model kentler arası dengeli rekabetin alt yapısının oluşturulması sürecinde işin ehli kent yöneticilerinin başa getirilmesi çok mühimdir.

Özellikle köşe taşı konumunda olan Büyükşehir Belediye Başkanlıkları makamına oturtulacak olan insanların çok yönlü dünya sistemini, Avrupa Birliği modelini, Türkiye’nin tarihi bağlantılarını, iç ekonomik sistemi, kent yönetimini, kamu yönetimini çok iyi bilmeleri; farklı kesimlere eşit mesafede ve kucaklayıcı bir yaklaşımla hareket edebilme yeteneğini özümsemiş olmaları zorunludur. Yeni dönemde Türkiye ilk sıçrayışını kent yönetimleri üzerinde gerçekleştireceğinden dolayı; belediye başkanı olacak kişilerin seçilmesinde halkımızın da işin ehemmiyet, hassasiyet ve önemine uygun bir şekilde davranmasına uygun tüm algı kanalları açık tutulmalıdır.

Böylece,”aslında yerel yönetimlertarafından yapılması gerekirken” merkezi yönetimden beklenen açılım, atılım, hizmet ve vizyoner çıkışlar ehil kent yöneticileri tarafından gerçekleştirilmeye başlanacağından; merkezi yönetimin eli her yönden daha da rahatlayacaktır. Batı, Doğu, Kuzey, Güney ve iç bölgelerimiz arasındaki cazibe farklılıklarının ortadan kaldırılması yönünde ilk ciddi sistemler rahatlıkla kurulabilir.

Bu bağlamda,”21.yüzyıl Türkiye Modeli” öncelikle kentlerde gerçekleştirilecek rekabetçi değişim, dönüşüm ve yenileşmelerle sağlanacak olmakla birlikte; bu arada önce bir bölü bir milyon ölçekli ulusal plan ivedilikle yapılmalı ki, Türkiye’nin hangi parçasının ne gibi iktisadi, sosyal, kültürel, askeri, bilişimsel vs. gibi iş ya da projelere uygun olduğu devlet politikası olarak belirlenebilsin.

Bu ulusal coğrafi planlama yapıldıktan sonra; her bir büyükşehir belediyesinin (ve bu arada tüm diğer illerimizin) yüz binlik çevre düzen planı, yirmi beş ve beş binlik nazım imar planları ile ilçe belediyeleriyle koordinasyon içinde binlik uygulama planları yarışmaya dayalı olarak yapılmalıdır. Hemen arkasından da önce ulusal ölçekte, daha sonra ise yerel ölçekte beş aşamalı stratejik planlar (çok kısa vadeli, kısa vadeli, orta vadeli, uzun vadeli, çok uzun vadeli) dinamik yapılı olarak yapılarak hem ülkemizin ve hem de her bir kentimizin yaklaşık beş yüz yılı kolaylıkla öngörülebilmelidir.

Açıkçası, gelecek beş yüz yılı öngörülebilen bir ülke ve o ülkenin kentlerinin başında bilgili, bilinçli, akıllı, idealist ve iyi niyetli yöneticiler olması halinde; hem gelişigüzel uygulamalar ortadan kendiliğinden ortadan kalkacak, hem çok yönlü bilinçli hamleler sistemetik olarak başlayacak, hem asırları kapsayan gereksiz trilyon dolarlık israflar ortadan kalkacak, hem çok uluslu firmalar ile uluslararası finans kuruluşları o ülke ve kentlerini yatırım üssü haline getirecek, hem de o ülkenin yeni dönemin model ülkesi olmasının yolu açılmış olacktır.

Sonuç olarak; yukarıda bahsedilen sistem ekiksiz bir şekilde uygulanacak olursa, Türkiye; 21.yüzyılın ikinci çeyreğinde küresel ölçekte başat senaryocu ve aktör ülke olma yolunda önemli bir mesafe almış olacaktır. Bu noktada özellikle ABD’nin ciddi anlamda desteğini alacaktır. Zira bugünün başat küresel gücü ABD; stratejik gerekçelerle öncelikle Türk Dünyasının, Avrupa Birliği tarzı bir modelle bir araya getirilmesi noktasında ciddi anlamda teşvik edici bir yaklaşım içerisinde olacaktır. O halde,daha fazla zaman kaybetmeden; Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın gücü elinde bulundurduğu ya da bulundurabileceği önümüzdeki on yıl içerisinde söz konusu iç denge ve değişimsel dönüşüm ile dış çekim alanının oluşturulması noktalarında çok dikkatli, ilgili ve özenli davranılmalıdır.