Türkiye'nin bölgedeki duruşu

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Aydın Öncel / İktisatçı

Türkiye jeopolitik konumu açısından önemini daha ilkokul yıllarımızdan itibaren öğrenmişizdir. Binlerce yıl geriye dönüldüğünde dahi, üzerinde yaşamış olduğumuz bu coğrafyanın birçok

medeniyeti barındırdığını ve dolayısı ile dünya tarihinde çok önemli bir konumda olduğunu rahatlıkla görebilmekteyiz. Coğrafi konumunun yanında, dünya için çok önemli olan, başta petrol olmak üzere birçok yeraltı zenginliklerini içinde barındıran bölge, emperyalist ülkeler için adeta bir cazibe merkezi oluşturmaktadır. Bırakın binlerce yıl geriye dönmeyi, tanıklık ettiğimiz zaman diliminde bile, bölge üzerinde yaşanan gelişmeler birçok şeyi açıkça anlamamıza yeterli olabilecek niteliktedir.

Balkanlardaki soykırımdan, Filistin-İsrail sorununa, Afganistan ve Pakistan'daki dalgalanmalardan, İran'ın nükleer silahlanmaya soyunmasına, Irak'ta yaşanan Türkmen-Kürt gerginliğinden ve son olarak Gürcistan ile Rusya arasında yaşanan çatışmalara kadar yaşanan tüm gelişmeler, Avrupa ve Ortadoğunun önemli bir parçası olan Türkiye'ye dikkatlerin çevrilmesine neden olmaktadır. Bu durum şu an Türkiye'nin bakışlarının Kafkaslar'a yönelmesini zorunlu hale getirmektedir.

Kafkaslar'da neler oluyor?

Kafkaslar karmaşık yapısı içinde yaşanan iktidar mücadeleleri ve bağımsızlık hareketleri nedeniyle, dünya barışının güvenliği gerekçe gösterilerek, emperyalist güçlerin kanlı oyunlarının vazgeçilmez sahnelerinden birini oluşturmaktadır. Son olarak komşumuzda yaşanan kanlı çatışmalar, bunlardan sadece yenisi ve bir tanesidir.

Kafkas sıradağlarının kuzey ve güney yamaçlarına yayılmış dağlık bir bölge olan Osetya, büyük Kafkaslar'ın böldüğü iki parçadan oluşur; Kuzey ve Güney Osetya. Kuzey Osetya, Rusya Federasyonu'na bağlı özerk bir cumhuriyettir. Güney ise Gürcistan'dan bağımsızlığını ilan etmiş fakat statüsü henüz dünya kamuoyu tarafından netleştirilmemiş, tanınmamıştır. Güney Osetya'nın yaklaşık 70 bin kişi olan nüfusunun yüzde 90'ı Rus pasaportu taşımaktadır.

Çok daha eski tarihlere dayanan gerginliklerin yaşandığı bölgede, 1921 tarihinde Kızıl Ordu'nun Gürcistan'a girmesiyle Gürcü hakimiyetinden çıkan Güney Osetya'nın, Sovyetler Birliği tarafından, 1922 yılında "Güney Osetya Özerk Bölgesi" olarak tekrar Gürcistan'a bağlanmasıyla uzunca bir süre huzur ortamı sağlanmıştır. Ancak, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla bölge birçok bağımsızlık hareketine sahne olurken, Rusya Federasyonu'na bağlanan Kuzey Osetya ile birleşmek isteyen Güney Osetya'nın Gürcistan ile olan ilişkileri 1989 yılından itibaren tekrar bozulmaya başlamıştır. 

Yakın tarihimizdeki gelişmeler

1990 yılında kendisini "Demokratik Güney Osetya Sovyet Cumhuriyeti" ilan etmesinin ardından başlayan çatışmalar, 1991 yılında Gürcü birliklerinin Güney Osetya'nın başkenti Tskinvali'ye girmesiyle devam ederken, 1992 yılının Temmuz ayında Rus, Gürcü, Güney ve Kuzey Osetlerden oluşan 4 bin kişilik Barış Gücü birliklerinin bölgede konuşlanmasıyla son bulmuştur.

2001 yılında düzenlenen halkoylamasıyla bölgede yeni anayasa kabul edilmiş, Osetçe'nin yanı sıra Rusça resmi dil olarak kabul görmüştü. 2006 tarihinde düzenlenen bağımsızlık referandumunda yüzde 99,88 oranında evet oyu kullanılırken Eduard Kokoiti devlet başkanlığına seçilmişti. Fakat Tiflis tarafından desteklenen diğer seçimlerde Sanakoev devlet başkanı olarak gösterilmişti.

Gürcistan Devlet Başkanı Mikheil Saakaşvili, 19 Mart 2007 tarihinde bölgeye giderek, Sanakoev'e bölgede bir idari birim kurulması yönünde bir talimat vermişti. Bu çerçevede hazırlanan yasa taslağına göre; Kokoiti ve Sanakoev bir araya gelerek içişleri, maliye, eğitim, kültür, tarım, sağlık vb. alanlarda geçici bir idari yapı kuracaklar ve bu yapıya Sanakoev başkanlık edecekti.

Son kıvılcımlar

17 Şubat 2008 tarihinde Kosova'nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Güney Osetya Parlementosu, bağımsızlığının tanınması için 3 Mart 2008 tarihinde Rusya Federasyonu, Bağımsız Devletler Topluluğu, BM, AB'ye çağrıda bulunmuştu. Osetler bu çağrıda, Kosova örneğinden hareketle "egemen devletlerin toprak bütünlüğü" argümanının anlamını yitirdiğini vurgulamışlardı.

Gürcistan kanadında ise, 2-4 Nisan 2008 tarihinde gerçekleşen NATO zirvesinde Abhazya ve Güney Osetya sorunlarından kaynaklandığı varsayılan kapıdan dönüşün hayal kırıklığı yaşanmaktaydı.

Sonuç: Rusya Kafkasları, ABD ise Ortadoğu'yu kanlı oyunlarının bahçesi haline getirmişlerdir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla votka-cola işbirliği adeta artmış görünmektedir. Haritalar üzerinde pay edilen topraklarda uygun gördükleri zamanlarda çeşitli gerekçelerle ortaya çıkarılan çatışmalarda milyonlarca sivil insan öldürülüyor.

Gelişmiş Batı dünyası ise yaşananları bir Hollywood filmi gibi seyretmekten kendini alamıyor. İşte gözlerin kör, kulakların sağır olduğu bu dönemde Türkiye coğrafi konumundan daha büyük ve önemli bir ülke olduğunu dünya kamuoyuna göstermelidir.

Türkiye, şartlar ne olursa olsun sınırındaki komşu ülkelerin toprak bütünlüğü konusunda doğal olarak hassasiyet göstermelidir. Bu dün Irak için geçerliydi, bugün ise Gürcistan için, Güney Osetya için, yarın belki de İran için, masum insanlar için... Ancak dün Irak'ın toprak bütünlüğü ile ilgili atmış olduğumuz adımların ne kadar yeterli olup olmadığı bugünlerde bölgedeki gelişmelerden anlaşılmaktadır. Türkmenler'in içinde bulunduğu koşullara geçmeden önce milyonlarca sivil insanın katledilişine göz yummamıza ve adeta Kuzey Irak'ta kurulmaya çalışılan bir Kürt egemenliğini görmezden gelişimize bakmamız gerekmektedir.

Sınırlarımız içinde verdiğimiz on binlerce şehidin, komşularımızda katledilen milyonlarca insanın hesabı daha açıkken, gerek Türk ve gerekse dünya kamuoyunun dikkatlerini türban benzeri konulara çekmenin tek açıklaması, yönetimsel ve diplomatik duruşumuzdaki zafiyettir. Ülkemiz, parti kapatma, terör, türban vb. krizlerle değil, diplomatik başarılarıyla anılan bir ülke durumuna gelmelidir. Türkiye'nin gerçek sorunlarının neler olduğu artık biraz daha net anlaşılmalı ve cesaretle ortaya konulmalıdır. Saptırılan gündemlerin peşinden koşmak yerine, yeni dünya üzerindeki yerimizi almak için dünyanın gündemini oluşturmalıyız artık.

Türkiye'ye bölgede yapılan arabuluculuk çağrıları aslında ülkemizin dünya kamuoyu önündeki duruşunu da belirleyecek bir durumdur. Bir anlamda fırsattır. Türkiye jeopolitik konumundaki önemini diplomatik alanlarda da gösterebilmelidir. Bizlere coğrafi konumumuz dışında, diplomasi ve idari olarak da büyük bir ülke olduğumuz hissettirilmeli, kanıtlanmalıdır. Türkiye özgün politikasını üreterek, "işgalci" kim, "ayrılıkçı" kim, müttefikimiz kimi destekliyor, biz kimi desteklemeliyiz karmaşasından kurtularak barışı ve bağımsızlığı desteklemelidir. Çağdaş, bağımsız, laik, demokratik ve Kurtuluş Savaşı'nda en büyük örneğini verdiğimiz anti emperyalist Türkiye'ye yakışan elbette ki bu olacaktır...