Türkiye’yi krizden çıkaracak önlemler
Ali EREN / Erensan Holding Yönetim Kurulu Murahhas Üyesi
Bugünkü rahatsızlığımızın enflasyon olmadığını hepimiz biliyoruz. Bugün, ciddi olarak altı yıldır, cıvıtarak son 30 yıldır savaştığımız enflasyon musibetinden çok daha ciddi bir rahatsızlıkla karşı karşıyayız. Şu anda bizi tehdit etmekte olan resesyon ve deflasyon, boyutları itibarı ile sosyal barışı bozacak ve hatta etnik ve siyasi istikrarsızlıkları öne çıkaracak nicelikte bir canavar olabilir. Dolayısı ile bu canavarı bertaraf etmeye çalışırken bazı daha küçük riskleri göze almamız gerekecektir. Alacağımız tedbirlerle bu boyutlarda beklenen resesyonu önlemeyi hedeflemek, enflasyonu şimdilik bir kenara bırakmak, hatta gerekirse biraz enflasyon yaratmak zorundayız. Bizdeki beğenmediğimiz yüzde 9 enflasyon, şu anda Batı ülkelerinin gıpta ederek yaratmaya çalıştıkları durumdur.
Yaklaşık altı senedir fazla kilolarımızı atmak için gıdayı düşürmüş perhiz yapmaktayız. Epey zayıfladık, safralarımızı attık, çevikleştik. Ancak bizi tehdit eden hastalık, bünyemizi ve çalışan organlarımızı - yani istihdam ve üretimi sağlayan reel sektörümüzü - enfekte etmekle tehdit etmektedir. Gelmekte olan virüse karşı bünyemizin son derece güçlü olması gerekmektedir. Bunun için artık perhizi bir kenara bırakarak gıda miktarını ve dozunu artırmanın ve bünyeyi güçlendirmenin zamanı gelmiştir. Aksi takdirde hastalık geldiği zaman zayıflamış olan bünyemiz, bu virüsle baş edemeyecek güçsüzlükte yakalanmış olacaktır. Bu durumda reel sektör bozulacak, reel sektör bozulunca bağışıklık sistemini meydana getiren bankaların da bugün güzel olan rasyolarının bozulması kaçınılmaz olacaktır. Bünyeyi güçlendirme, öncelikle fiskal politikalarla olmalıdır. Bütçe ölçülü bir şekilde açılırken moneter tarafta da faizler tedricen düşürülmeye devam edilmelidir. Resesyonun bilinen başka tedavi yöntemi yoktur. Ancak aynı tedavinin çeşitli ilaçlarla yapılması mümkündür. "Doğru ilacı seçmek" ve "doğru yere zerketmek" çok önemlidir.
Türkiye'nin avantajları:
Bugün krizin çıktığı ülkelerde bir taraftan Keynesyen protokol adeta "hücum dozu" ile uygulanmaya devam edilirken, para politikası cephesinde de radikal faiz indirimleri ile krize saldırılmaktadır. Keynesyen tarafta Amerika da bütçe ikinci kez 800 myr dolar açılırken faizler de sıfır seviyesine kadar indirilmiştir. Bütçeden açılan meblağ, bankacılık ve finans sektörünün deliklerini kapatmakta kullanılırken indirilen faizlerle varlık değerlerinin yükseltilmesi hedeflenmiştir. İngiltere ve Euro bölgesi de finans sektörlerini inanılmaz nakit enjeksiyonları ile desteklemişlerdir. Bu tutarlar İngiltere de 800 myr dolar, Almanya da 350 myr Euro ve 400 myr Euro seviyesinde gerçekleşmiştir. Faiz oranları ise hem İngiltere de hem Euro bölgesinde yüzde 2 seviyesine kadar geriletilmiştir. Ancak bütün bu tedbirlere rağmen kriz tünelinin ucundaki ışık hâlâ görünmemektedir. Faizler negative olamayacağına göre moneter cephanedeki faiz deposunun neredeyse dibi görünmektedir. Bütçelerde ise görülmemiş delikler açılmış, görünüşe göre açılmaya da devam edecektir.
Türkiye ye döndüğümüzde henüz bütçeden bankacılık sektörüne veya reel sektöre konuşmaya değer bir destek verilmemiştir. (Cansuyu adı altında, miktarı düşük, kullanımı sorunlu bir kaynak aktarılmışsa da fonların büyük kısmı bankalarda kalmıştır) En önemli moneter silah olan Faiz, hâlâ 15'ler seviyesindedir. Bu iki konu Türkiye nin büyük avantajıdır. Dolayısı ile; 1. Türkiye'nin hem moneter hem fiscal tarafta cephanesi henüz doludur. Türkiye henüz silahlarını çekmemiştir. 2. Fiscal fonları Batı ekonomilerindeki gibi finans sektörüne aktarma zorunluluğu yoktur. Dolayısı ile reel sektöre direkt enjeksiyon yapılabilecektir. 3. Türkiye'nin finansal parametrelerindeki tek kırılganlık noktası olan cari açığın önümüzdeki yıl en az yüzde 30 azalacağı kesin gibidir. Bu da yabancı para finans ihtiyacımızı düşürecek, kredibilitemizi artıracaktır.
Ancak artık cephane biriktirme zamanı değil, silahları çekme zamanıdır. 1. Bütçe GSMH'nin yüzde 3'üne kadar açılarak fonlar reel sektöre aktarılmalıdır. Fonların dağıtımındaki öncelikler çok dikkatlice belirlenmeli ve istenen yere gitmesi sağlanmalıdır. 2. Faizler bir yıl içerisinde tedricen yüzde 10 seviyesine kadar indirilmelidir. Yurtdışında faiz kalmadığı için, bizim faizlerimiz görece olarak zaten yüksekte kalmış, "yüksek reel faiz ülkesi" durumumuz halen devam etmektedir.
Bu tedbirler, genç nüfusu ile gerçek talepler ülkesi Türkiye'nin tüketimini artırarak ekonomisini hareketlendirecek, doğru faiz-kur politikası uygulandığında talep yerli katma değeri destekleyecek, ithalat ile büyüme gibi sonu olmayan bir yoldan dönülerek yerli katma değere odaklanılan bir iktisadi politika ile istihdam ve gelir artarak krizin kısa zamanda buralardan ayrılması sağlanacaktır.
Türkiye'yi krizden çıkaracak somut tedbirler:
Elimizdeki tüm imkanları kullanarak reel sektörü bütçeden direkt olarak Keynes'lememiz gerekir. Bütçeyi 20 myr USD seviyesine kadar açabilmeliyiz. Bütçeyi açarak elde ettiğimiz destek fonlarının gideceği öncelik sırası katma değeri ve istihdam potansiyeli yüksek ve ihracata yönelik sektörlerde ve KOBİ'lerde olmalıdır. Öncelikli olarak iki kesim destek almalıdır. Bunlardan birincisi, ihracat yapan kesimdir. İhracat yapan firmalar, ihraç ettikleri yerli katma değer nispetinde destek almalıdır. İkinci kesim, inşaat sektörüdür. Bu kesim ise ev almaya niyetlenen hane halkı üzerinden desteklenmelidir.
Aşağıda her iki kesimin de destekleme modelleri, yöntemleri ve yaklaşık bütçeleri ile izah edilmektedir. İhracat desteklerini kullandırmak için özel bankalara ihtiyaç yoktur. (Özel bankalar, gelen fonların bir kısmını mevduat olarak bünyelerinde tutmak için çaba göstermektedirler. Bu da sistemi bloke etmekte ve ilacın etki etmesini istediğimiz yere gitmesini önlemektedir.) Fonlar, direkt olarak maliye bakanlığı bürokrasisi üzerinden kullanılmalıdır. İnşaat sektörü desteğinin ise bankalar aracılığı ve katkısı ile talep tarafına enjekte edilmesi düşünülmelidir. Bu model de aşağıda açıklanmaktadır.
IMF'nin durumu ve Türkiye'nin yatırım iklimi
Reel sektöre enjekte edilemeyecek IMF fonlarının Türkiye ekonomisine "finansal adele gösterisi"nden başka bir faydası yoktur. Uluslararası finans piyasaları nezdinde gösterişin de faydasını yadsımamakla birlikte, İşimizi, aşımızı, üretimimizi ve istihdamımızı kendi kaynaklarımızı verimli kullanarak reel sektörümüzün dinamiklerini harekete geçirerek yaratacağımız katma değer, "yabancı" kaynakları ile yaratılacak yapay "kredibilite show"dan daha faydalı olacaktır. Yabancı finans piyasaları bu realiteyi de mutlaka görecek ve değerlendireceklerdir. Gerçek bir talebin motive ettiği gerçek ekonomik katma değerin yaratıldığı, konut stokunun sadece yüzde 10'unun borç kaldıracında olduğu, non-toxic finansal enstrümanlarına sahip ve hormonsuz büyüyen bir Türkiye, finansal piyasalardaki türbülanstan kol keserek çıkmış fonlardaki nakdin iştahını kabartacak "organic" kalitede bir yatırım iklimini temsil etmektedir.
Hükümetin de benzer düşüncelerle hareket ederek IMF ile olan müzakerelerde doğru parametrelerle sınırlanmış ve gerekli fiskal esneklikleri içeren bir anlaşma için uğraş verdiğini ümit etmekteyim.
Aşağıda açıklanan veya başka önerilen destek tedbirlerinin özellikle bankalar ve reel sektör aktörleri ile işbirliği ve dayanışma içerisinde uygulamaya geçirilmesinin çok büyük önemi vardır. Dünya krizinin ülkemizdeki yansımalarının psikolojik vechesini ciddiye aldığımızda bu dayanışma ruhunun önemi ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak toparlayacak olursak; kriz üzerimize doğru gelmektedir. Krizle savaşmak için yeterli cephanemiz mevcuttur. Cephanenin nerede olduğunu bilmekteyiz. Silahlarımız mevcut ve çalışır durumdadır. İktisadi komuta kadememiz, personelimiz, askerimiz mevcuttur. Hangi silahla nereye ateş edeceğimiz bellidir. Hangi silahı kimin kullanacağı bellidir. Harekat başlatılmalıdır.