Ülkemizin enerji darboğazı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Serdar İSKENDER / Makine Yük. Mühendisi / TÜTEV Enerji Danışmanı

 

Türkiye'de, 1970 yılında % 76 olan enerji üretiminin tüketimi karşılama oranı 2000 yılında  % 35, 2008 yılında ise % 24  değerine düşmüştür. Önümüzdeki yıllar için yapılan enerji projeksiyonlarında, bu azalmanın hızlı bir şekilde devam ederek, 2020 yılında üretimin tüketimi karşılama oranının % 20 seviyelerine kadar düşmesi beklenmektedir. Bu durum ülkemizin enerji açısından dışa bağımlılığının artmasına neden olacaktır.

Türkiye'de, kişi başına düşen gayri safi milli hasıla (GSMH)  1973'de 2.000 dolardan, 2006 yılında 5.000 dolar seviyesine çıkarak yaklaşık % 250'lik bir artış göstermiştir. Aynı dönem için enerji talebimizdeki artış oranı, GSMH'deki artış oranımızın iki katı, kayıp kaçaklar dikkate alındığında elektrik enerjisindeki artış oranımız ise GSMH'deki artış oranımızın üç katı olmuştur. Gerek genel enerji talebindeki, gerekse elektrik enerjisindeki artışlar ülkemizin sürdürülebilir büyümesi için gerekli olan enerji ihtiyacını ortaya koymaktadır. 2010 ve 2020 yıllarına yönelik tahminlerde, nüfus ve GSMH'de ki artışa paralel olarak, enerji talebinde büyük artışlar beklenmektedir. 2000-2007 döneminde, kişi başına elektrik tüketimi 1.600-2.000 kWh (kiloWattsaat) arasında değişirken, hedeflenen büyüme değerleriyle, 2010 yılında kişi başına elektrik talebinin 3.700 kWh, 2020 yılında ise 6.400 kWh olması tahmin edilmektedir. Kalkınmanın göstergesi olarak tanımlanan kişi başına düşen elektrik enerjisi tüketiminde Türkiye, 2.500 kWsaat/kişi olan dünya ortalamasının da oldukça altında kalmaktadır. Diğer taraftan, elektrik dağıtım şebekelerindeki kayıp ve kaçak oranı ülkemizde % 15'leri bulmaktadır.

Türkiye'nin enerji tüketiminin %  38'i petrol, % 27'si kömür, % 23'ü doğalgaz, % 12'si ise yenilenebilir kaynaklardan (hidrolik, jeotermal, güneş ve rüzgar) karşılanmaktadır. Enerji talebi 200 milyar  kWh düzeyinde olan Türkiye'nin enerji tüketimi içinde fosil yakıt kullanımı % 90'lar seviyesine ulaşmıştır. Ülkemiz, birincil enerji kaynakları açısından yeterli bir ülke olmamakla birlikte, hidroelektrik, rüzgar ve güneş açısından önemli yerli kaynaklara sahiptir. Önemli olan bu yerli kaynakların hızla, verimli ve ekonomik olarak değerlendirilerek, giderek artan ithal enerji kaynaklarının kullanım oranları azaltılmalıdır.

Hidrolik enerjide ekonomik olarak değerlendirilebilecek 128 Milyar kWh olan hidrolik kaynaklarımızın % 65'i, rüzgarda 10.000 MW ekonomik potansiyelimizin % 99'u, jeotermal kaynak potansiyelimizin % 97'si ve ülkemizin her bölgesinin sahip olduğu güneş enerjisi kullanılmamaktadır.

Kyoto Protokolü şartları dikkate alındığında ve bunun sonucunda fosil yakıtlara olan bağımlılığın azaltılmasının gereği düşünüldüğünde, hidrolik, jeotermal, rüzgar ve güneş gibi yeni, yenilenebilir, temiz, yeşil, çevreci  enerji kaynaklarına olan talep önümüzdeki yirmi yılda, artış eğilimine girecektir. Kyoto Protokolü global CO2 emisyonunu, 2008-2012 yılları arasında, 1990 yılı değerinin % 5,2 altına indirmeyi hedeflemektedir. CO2 emisyon vergisi de gündemdedir. Söz konusu vergilendirme yeni, yenilenebilir enerji kaynaklarını üretim maliyetleri açısından, fosil yakıtla çalışan termik santrallere göre daha da avantajlı hale getirecektir.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre, linyit ve hidrolik potansiyelimizin tamamı kullanılırsa, yaklaşık olarak 250.000-300.000 GWh düzeyinde elektrik enerjisi üretimi mümkün görülmektedir. Bu değer, elektrik enerjisi kapasite gelişimi tahminlerine göre, 2010 ve 2020 yıllarında üretilmesi gereken, yaklaşık 347.000 GWh ve 624.000 GWh düzeyindeki elektrik enerjisi miktarının altında kalmaktadır. Geriye kalan elektrik enerjisi ihtiyacının rüzgar, jeotermal, rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla, nükleer enerjiden karşılanması planlanmaktadır.

Türkiye'de, 2009 yılında nükleer enerji santrallerinin kurulmasına yönelik yapılan ihale başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yeni ihaleye çıkılması için teknik şartnamelerin düzenlenmesi ve yasal alt yapıdaki eksikliklerin giderilmesi gerekmektedir. İhale süreci yeniden başlatılıp, 2010 yılında sonuçlandırılsa bile, nükleer enerji santrallerinin inşaat ve işletmeye alınabilmesi için 5-7 yıllık bir zamana ihtiyaç duyulmaktadır. Bu şartlar altında, nükleer enerji santrallerinin kurulması kısa vade de Türkiye'nin elektrik enerjisi ihtiyacını karşılamaktan uzaklaşmıştır. Türkiye'nin, 2010 yılından sonra yaşamaya başlaması beklenen enerji krizinden kurtulabilmesi için rüzgar, jeotermal, güneş gibi yeni-yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını teşvik etmesi ve artırması bir ihtiyaçtan çok zorunluluk haline gelmiştir.