Üstü örtülmek istenen Kıbrıs

Dr. Mustafa AŞULA / Em. Büyükelçi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM )’ın “Çok Boyutlu Türk Dış Politikası Ankara Toplantıları kapsamında” 16 Ocak’ta, yine Merkez’de, bu defa ‘ Türk-Yunan İlişkileri ve Kıbrıs’’ konulu bir oturum düzenlendi. Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın yönettiği oturuma, konuşmacı olarak emekli büyükelçi Tugay Uluçevik ile, gazeteci, araştırmacı ve yazar Nur Batur katıldılar. Her zamanki gibi, çok sayıda akademisiyen, araştırmacı, üst düzey bürokrat, öğrenci ve emekli büyükelçiler de oturumu izlediler ve görüş ve yorumlarıyle katkıda bulundular.

Uzunca bir süreden beri, neredeyse rutin hale gelen Kıbrıs’taki görüşmeleri artık tümüyle Türk ve Rum liderlerine bırakmış bulunan, böylece sorunun üzerine sessizce bir örtü seren Ankara’da böylesi bir toplantının yapılmış olması, kanımca, bu külü üflemeye gönüllü ve hazır bir çok çevre ve kimsenin hala mevcut olduğunu göstermiştir. Oturum sırasında bir çok önemli tesbitler yapılmıştır; Bunların başında, büyükelçi Uluçevik’in üzerinde önemle durduğu, 4 Mart 1964 tarihli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı gelmektedir. Bu kararla Rum yönetimi sözde Kıbrıs Hükümeti mertebesine çıkarılmış, Türkler ise, yönetilecek bir azınlık derecesine indirgenmiştir.

Kıbrıs meselesi açısından gerçek bir dönüm noktası teşkil eden bu karardan sonra alınan tüm Genel Kurul, Güvenlik Konseyi ve sair nitelikli Birleşmiş Milletler kararlarıyla, arada görevlendirilen arabulucular ve Kıbrıs Özel Temsilcileri’nin aldıkları kararların hepsinde bizim için kabul edilemeyecek bu ölçeğin açık ve kapalı izlerini bulmak mümkündür. Türk hariciyesi olarak, yıllarca hep bu kararın haksızlığını dile getirdik ve Kıbrıs’taki gerçeklerin hiç bir zaman basit bir çoğunluk ve azınlık meselesi olarak görülemeyeceğini savunduk.

Dolayısıyle, sonuncu Annan planı da dahil olmak üzere, şimdiye kadar geliştirilmek istenen çözüm önerilerinin hiç birinde Birleşmiş Milletler kararlarının esas alınmasını kabul etmedik. Ancak gelin görün ki, bu günkü müzakerelerde Birleşmiş Miletlerler kararları yine su yüzüne çıktı ve hareket noktası olarak benimsendi.

Ankara’ya sorarsanız, bu yaklaşım tarzı ehveni şer’dir. Zira, gayet haksız ve hatta provokatif bir biçimde Rumların Avrupa Birliği’ne tam üye yapılmasından sonra, bu defa Rumların baskı ve diretmesiyle, Adadaki çözümde anahtarın Avrupa Birliği normları olması ihtimali kapıda bekliyor. Bu da yanlıştır. Türkiye’nin henüz taraf olmadığı bir Avrupa Birliği’nin, Kıbrıs’ta tüm kesimler için geçerli olacak normlar koyması ve Türkiye’nin de bunları kabullenmesi elbette beklenemez.

Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ağır aksak sürdürmekte olduğı müzakerelerde sürekli ayak sürtmesinin nedenleri araştırılırken, Kıbrıs’ın, bahanelerden sadece biri olduğu, başka hesapların da zihinlerin arkasındaki yerini hala koruduğu unutulmamalıdır.

Bunların başında da, Yunanistanın yıllarca verdiği uğraşıya rağmen, Türkiye’ye kabul ettiremediği bir çok ikili sorunun, bu defa Avrupa Birliği potası içinde eritilmeye çalışılması gelmektedir. Değerli yazar ve araştırmacı Nur Batur’un toplantıda isabetle işaret ettiği gibi, Yunanistan bizimle olan ikili sorunlarını Avrupa Birliği’ne kabul ettirip, görünürde aradan çekilmekten yana ve başlıca bu art düşünceyle, Türkiye’nin AB’ne üyeliğini destekler görünmektedir. Aslında Yunanistan bu politika değişikliğini ta Başbakan Smitis zamanında benimsemişti.

Dışişleri Bakanı (şimdiki Başbakan) Papandreu da bu politikayı uygulamaya çalışmıştı. Smitis’ten sonraki Başbakan Karamanlis ve Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni de aynı yolu izlemişlerdir. Türkiye Kıbrıs’ta ‘iki rahmetten birini’ seçmek durumunda değildir. Türkiye’nin en önemli ve vazgeçilmez dayanağı, Ada’daki gerçeklerdir, yani egemen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir. Nasıl ki Rumlar, geçmiş insanlık dışı politikalarıyle, zaman içinde Türklere başka alternatif bırakmadılar ve bizarrur KKTC’nin kurulmasına amil oldularsa, bugün de Lefkoşa’daki müzakerelerden buralara kadar gelen seslere bakılırsa, ayni Rumlar yine Türklere, kurdukları ve kırk yıla yakın bir süredir onurla yaşattıkları KKTC’ye sıkı sıkıya sarılmaktan gayri bir seçenek bırakmamaktadırlar. Bu fırsatın kadrini bilelim, KKTC’nin yerini asla doldurmayacak bir takım afaki formüllerle günü heba etmeyelim.