Yönetim ve asayiş
Dr. Mustafa AŞULA / Em. Büyükelçi
Yönetim ve asayiş özdeş kavramlardır. Birinin olduğu yerde diğeri de vardır. Aynı şekilde, birinin olmadığı yerde diğeri de yoktur.
Ülkedeki genel görünüme bakıldığında, anlaşılan, hükümetin kendine özgü bir asayiş anlayışı var; başta Doğu ve Güney Doğu olmak üzere, yer yer İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde gündelik rutin hale gelen olaylar ve yaşananlar bir bakıma iktisattaki 'bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler 'doktrininin hâlâ geçerli olduğunu anımsatıyor. Oysa ki, iktisattaki arz, talep ve kâr dengesi zaman süreci içinde bir yerlerde, bir kesimi hiçe sayıp, bir süre için istikrar bulsa bile, asayişte, eli kolu bağlı, aynı soğukkanlı bekleyiş içinde olabilir miyiz? Yakılan yıkılan olduğu yerde ve yapanların yanına kâr kalacak, tabiat kanunları nasıl olsa hükmünü icra edecek diye arada can ve mal güvenliğinden olanlara da, tek tük cılız teselliler dağıtılacak.
Başta TSK olmak üzere, güvenlik güçleri mensuplarının pusuya düşürülerek ceste ceste öldürüldükleri, önüne gelenin elinde molotof kokteylleriyle, evlerin, işyerlerinin ve taşıtların yakıldığı, canların yok edildiği, belli günlerde bile zor görülen havai fişeklerle kentlerin neredeyse her gece aydınlatıldığı ve bu tarifsiz arenayı, İmralı'daki bölücübaşının oda konforuna misilleme niteliğinde, sözde demokratik tepki (!) olarak görenlerin hâlâ küstürülmek istenmediği, halk Meclis'te PKK'lı istemiyoruz diye haykırmaya devam ettiği halde, bunlara hâlâ dil dökülerek, Meclis'ten istifa etmemelerinin telkin edildiği bir ortamdayız. O kadar ki, DPT'nin kapatılmasında mevcut geçerli kanunlara kusur bulanlarımız bile var.
Ne yazık ki, bütün bunlar, uğrunda her türlü fedakarlığı göze aldığımızı tekrarlaya geldiğimiz demokrasi adına son altı aydır sürdürülen 'açılım' döneminde gerçekleşmektedir. Zannettik ki, nihai emelleri sır olmayan eli kanlı terör de, bu aydınlıktan nasibini alacak ve nurlar zamanla her yeri kaplayacak. Bu bekleyişle, 'açılımı', hergün umutları kamçılayarak, yeni bir bilançoya bağlamaktan geri kalmıyoruz. Kazançtan vazgeçtik, esas sermayeden yiyor, eldeki avuçtakini tüketiyoruz. Farkında değil miyiz?