71 yıldan genç girişimcilere (Devam)

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

71. yaşımıza girişimizin son yazısını dokuz öneriyle tamamlamış ve yazımızı şöyle bağlamıştık: “Kendini bilmek önemli bir akıl ölçüsüdür. Biraz da kendimizi tanıdığımız kadar akıllıyız.”

Kendini tanımak, kendini bilmek; güçlü ve zayıf yönlerinin farkında olmak. Bunlar girişimcilik için de çok önemli özellikler. Girişimci önüne çıkan fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırken, tehlikelerden korunmanın yollarını da arayacaktır. Bu yolda başarılı olmanın olmazsa olmaz şartı ise kendisini bilmesidir. Sık sık aynaya bakabilmesidir. Aynada kendisini istediği gibi görmüyorsa, suçlanması gerekenin ayna değil kendisi olduğunu kabul edebilmelidir. Yetmişli yaşlarında aynanın karşısına geçip “Artık aynalar da bozuldu” diye şikayet ederek gençliğindeki güzelliğini kaybetmenin suçunu aynalarda arayan kraliçenin durumuna düşmemelidir. 

Yukarıdaki değerlendirmelerimizi, aşağıdaki iki hikayeyle anlamlandırmaya çalışalım. Birinci hikayemize geçmeden hikayemizden çıkarılması gereken dersleri kısaca sıralayalım: 

Kendini herkese beğendirmeye çalışma. Yaptığın işlerle herkesi memnun edemezsin. Bu durum çok yerde geçerlidir ama girişimcilik dünyasında özellikle geçerliliğe sahiptir. Dolayısıyla memnun etmen gereken kimseleri iyi belirle. Onların eleştirilerine ve değerlendirmelerine odaklan. Başta müşterilerin ve işletme personeli olmak üzere tedarikçilerini ve satıcılarını, özsermaye sahiplerini ve kreditörlerini mutlu etmeye çalış. Bunun yolunun da sadece işletme kârını değil, işletmenin katma değerini artırmaktan geçtiğini unutma. Paylaşılacak pasta kâr değil katma değerdir. 

Konuya ilişkin hikayemizi ise değerli dostumuz Prof. Dr. Şükrü Kızılot’tan aldık (Değerli Hocamızın sağlık durumunun her geçen gün daha iyiye gitmekte olduğu müjdesini tüm sevenleriyle burada paylaşmak istiyorum.)

Hikayemiz şöyle:
Bir ülkede çalışkan, iyi niyetli ve oldukça başarılı bir maliye bakanı varmış. Fakat bu başarılı bakanımız kendisini medyaya bir türlü sevdirememiş. Medya çalışanlarının büyük çoğunluğu bakanın her icraatını, başarılı olsa da olmasa da, kıyasıya eleştiriyormuş. Çok başarılı icraatlarının bile olumsuz birtakım yönlerini bularak veya olmasa bile olumsuzluklar icat ederek ele alıp değerlendiriyorlarmış. Bakan da bu duruma çok üzülüyor, durumu tersine çevirmenin kendisini beğendirmenin yollarını arıyormuş. 

Nihayet kendisinden başka kimsede olmayan bir niteliğini medya mensuplarına göstererek onları şaşırtmaya karar vermiş. Bu niteliğini gören medya mensuplarının kendisini övmeye mecbur kalacakları umuduyla onları güzel bir gölün kenarında kahvaltılı basın toplantısına davet etmiş. Yaptığı işin olumlu sonucundan emin olarak kendi kendine şöyle düşünmüş: “Yaptığım hiçbir şeyi beğenmeyen bu insanlar bu kez yergi için bir bahane bulabilecekler mi? Yaptığımı görünce bakalım nasıl şaşırıp neler yazacaklar!”

Gölün kenarında önce güzel bir kahvaltı yapılmış. Arkasından basın toplantısında bakan son icraatlarının olumlu sonuçlarını anlatmış, soruları cevaplandırmış. Medya mensuplarına katılımları için teşekkür ettikten sonra göle doğru yürümüş. Bu arada makam şoförünü çağırarak gölün karşı kıyısında kendisini beklemesi talimatını vermiş. Sonra da gölün üzerinde karşı kıyıya doğru yürümeye başlamış. Karşı kıyıya varınca orada bekleyen makam arabasına binerek mutlu bir şekilde bakanlığa gitmiş. 

Akşam eve gelince eşine o gün basın toplantısında yaptığını anlatmış. Kendisinden emin bir şekilde, “merak ediyorum” demiş karısına ve devam etmiş: “Bakalım her yapığımı eleştiren medya mensupları bu kez ne yapacaklar? Herhalde beni övmekten başka bir şey yapamazlar!”

Ertesi sabah ilk işi gazetelere bakmak olmuş. Büyük bir merakla ilk eline geçen gazeteye bakmış. Gazetenin manşeti aynen şöyleymiş: “İnanılmaz şey! Maliye bakanımız yüzme bilmiyor!”
Evet, bazı işlerin başarısı aldıkları övgüyle değil, uğradıkları eleştiri ile ölçülür. 

İkinci hikayemiz kendini iyi bilmekle, kendini iyi tanımakla ilgili. Bu hikaye iki hafta önceki yazımızın sonunda değindiğimiz Hint atasözünün bir kanıtı niteliğinde. Bu vesileyle Hint atasözünü tekrar hatırlayalım: İşaret parmağınla birini suçlarken, üç parmağının da seni göstererek uyardığını unutma: “Senin bu konuda hiç eksiğin, hiç suçun yok mu?”

Hikayemiz şöyle: Ahmet Bey kulağı iyi işitmeyen eşine bu durumu açıkça söylemekten çekinmektedir. Bir çözüm bulması umuduyla hekim arkadaşı Mehmet Bey’e başvurur. Eşinin bu sorununa çare olacak bir ilaç önermesini rica eder. Hekim arkadaşı bunu ancak eşini muayene ettikten sonra yapabileceğini, muayene sonucuna göre uygun bir ilaç önerebileceğini söyler. Ahmet Bey eşine duyma sorunu olduğunu açıkça söyleyemeyeceğini, bu durumda eşinin göstereceği tepkiden çekindiğini, hatta korktuğunu itiraf eder. Bir ilaç önermesini, ilaç yararlı olmazsa başka bir ilaç önerebileceğini, en fazla 4-5 denemeden sonra eşinin sorununa bir çare bulunabileceği konusunda ısrar eder. Hekim arkadaşı bunu yapamayacağını, ilaç önermesi için muayenenin şart olduğunu tekrarlar. Bunun üzerine Ahmet Bey, biraz da sitemle, isteğinde vazgeçer. Tam kapıdan çıkmak üzereyken hekim arkadaşı kendisini çağırır ve soruna çözüm için şöyle bir öneride bulunur: Eşi mutfakta akşam yemeğini hazırlarken sessizce eve girecek ve oradaki varlığını farkettirmeden mutfağın kapısından eşine alçak sesle soracaktır: “Karıcığım, bu akşam yemekte ne var?” Şayet karısı duymazsa, ki büyük bir ihtimalle öyle olacaktır, bir adım yaklaşıp aynı soruyu tekrarlayacaktır. Eşi soruyu duyup cevaplandırıncaya kadar da yine birer adım yaklaşarak aynı soruyu tekrarlayacaktır. Ta ki, eşi soruyu duyup cevaplandırıncaya kadar. Eşinin soruyu kaç adımdan duyduğunu öğrendikten sonra uygun bir ilaç vermesi mümkün olabilecektir. Böylece muayeneye gerek kalmayacaktır. 

Ahmet Bey hekim arkadaşının dediklerini aynen yapar. Akşamüzeri karısı mutfakta yemek hazırlarken sessizce mutfak kapısına kadar gelmiştir. Oradan, “Karıcığım akşam yemekte ne var?” diye sorar. Akşam yemeğini hazırlamaya devam eden karısından bir cevap gelmez. Bir adım yaklaşarak sorusunu tekrarlar. Yine cevap gelmez. Hekim arkadaşının talimatına uyarak bir adım daha yaklaşarak sorusunu üçüncü kez tekrarlar. Karısından yine cevap yoktur. Sessizce bir adım daha atarak, “Karıcığım yemekte ne var?” sorusunu bir kez daha tekrarlar. Bu kez karısı hızla kendisine döner ve hışımla bağırır: “Sana üç defa kuru fasulye pilav var dedim, sağır mısın be adam!” 

Evet, böyle bir durumla karşılaşmamak için kendimizi iyi tanımamız, kendi SWOT’umuzu yapmayı ihmal etmememiz gerekiyor. Hem de fazla ara vermeden, sık sık tekrarlayarak!   
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017