Ah şu mektepler olmasaydı, maarifi ne güzel idare ederdik

Yaprak ÖZER
Yaprak ÖZER HAYATIN İÇERİĞİ

Osmanlı’nın çöküşünde dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın ifadesi olduğu söylenir. Dönemi çarpıcı ve kısaca aktarıyor. Sağını solunu bilmesek de ezberlediğimiz bu cümle aslında böyle söylediği için üzücü olduğu kadar bugün tam da bu durumda olduğumuz için üzücü. İki ayrı başlığa ayırdığım söyleşi düeti sunmak istiyorum. (Söyleşi videolarını Yaprak Özer youtube kanalımdan da izleyebilirsiniz.) Birisi orta eğitim ve üniversite, diğeri iş hayatına ışık tutuyor. Bilmediğiniz bir şey var mı, hayır samimiyetle yok! Neden yazıyorum, hem her şeyi biliyor hem bir türlü olması gerekeni yakalayamıyorsak, yazacağız… Çaresi yok!

SBS/TEOG-LYS/LGS-AYT/LYT/TYT ve diğerleri

Eğitim yılımızı sonlandırdık. Çocukları sınavlara soktuk, imkanı olanlar tatil beldelerinde soluk alıyor, olmayanlar çocukları sokaklara salıyor. Bu yıl neler yaptık diye düşünelim mi; kimyayı, fiziği kağıt üzerinde öğrendik… laboratuvar görmüşlüğümüz yok. Elementler ne işe yarar hayatın hangi unsurunda vardır bilen yok. Bilgisayarlara dokunmak yasak... Matematiği sevmeyi bırakın korkan nesiller yetiştirdik. Sınavları çok önemsediğimiz için test çözmeyi beden eğitimine, müzik sanata tercih ediyoruz. İngilizceden “yes-no” ile çıkıyoruz… Olsun kapı gibi sınavlar var, çocuklar giriyor çıkıyor, anne babalar yılmadan dışarıda bekliyor, iş dünyası kaliteli eleman arıyor, işsizlik tavan yapıyor.

Yönetim Danışmanı Gülay Savaş’la sohbet konumuz sınav cenneti Türkiye. Bu sınavlarda yetenek ve bilgilerini ölçtüğümüz ilkokul, ortaokul, lise çağındaki Türk çocukları “çoktan seçmeli test usulü” bireyler. Hayatları sınavlara girmek ve çıkmakla geçiyor. Sonra iş hayatına atıldıklarında çalışmayı da yaşamın kendisini de test gibi algıladıklarından sözel kültür dokusu içinde mutsuz oluyor, başarmak konusunda kendilerini mutlu hissedemiyorlar. Gülay Savaş’la konuyu parçalara ayırmayı denedik.

- Küresel standartlarda iyi olduğunu ifade edemediğimiz eğitim sisteminde test usulü yol alıyoruz. Sizce bu bir problem mi? Düşünce ve çözüm önerilerinizi almak isterim.

1981’de YÖK’ün kurulması ile üniversite sınav sistemi ve akabinde de liselere giriş amaçlı olan sınav sistemlerinin içine girmişiz. Şimdi bir danışman kimliğim var ama aynı zamanda ben bir anne kimliğine sahibim. Son 4 senedir kızlarımızın SBS’si, liseye geçiş sınavları ile uğraştım. SBS ismi TEOG oldu. Önce büyük kızım sonra küçüğü liseye geçti. İki sene evvel büyük kızım üniversiteye girerken sınav sistemlerinin adı LYS/LGS tarzı isimlerdi. Şimdi ufak kızım bu sefer üniversiteye hazırlanıyor AYT/LYT/TYT tarzında… Ben de kayboldum, hem isimlerinin, hem şeklinin, hem puanlamasının değiştiği sınavlar arasında veli olarak kaybolduk. Çocukların en aktif oldukları, hormonsal olarak gençlik, delikanlılık dönemlerinde sınavlar üzerinden “otur, dur, sus ve çalış” diyoruz. Bu tarzda sınav baskın eğitim sistemi gençlerimizi pasifize kılıyor. Bu şunun gibi ben size istediğiniz kadar ehliyet sınavı için nasıl araba kullanılacağınızı sınıfta anlatayım direksiyon başına geçmem lazım ki anlayayım dersiniz. Kimya ile fiziği kâğıtlarda öğreniyoruz, biz hayatta doğanın içerisinde integrali, limiti nerede kullanacağız bilmiyoruz. Ama kâğıtlarda iyiyiz. Dolayısıyla yaşamla entegre edemiyoruz. Şimdi bu eğitim sisteminin tersine çevrilmiş haliyle yurt dışında, Batı’da, “Blended Learning System” denilen tersine eğitim sistemleri var.

- Yani karma sistem.

Karması da var ama tam tersine. İnternetle beraber sınıfta öğretmenden ders öğrenme olayı kalktı.

- Nereden öğreniyorlar?

Google ve internet sayesinde fiziğin, kimyanın, biyolojinin temel formüllerini, altını çiziyorum temel olayları ellerinden düşmeyen teknoloji ile öğrenebilirler. Bilgisayar ve teknoloji sayesinde evdeki pasif zamanlarında dersi öğrensinler diyor Blended Learning System, okula geldiklerinde de hocanın fizik, kimya, biyoloji bilgeliği var, tecrübesi var. Öğretmen sınıfta konuyu irdelemek, benzer soruları çözmek, bunu yaşamla entegre etmek için bulunsun. Çünkü internette bilgiler bombardıman halinde var. Ama bunu bir insanın tecrübesi ile beraber entegre edip bilgeliğe dönüştürmek amaçlı bir olayı bize teknoloji vermez. Sınıftaki öğretmeni biz fiziği, kimyayı, matematiği, biyolojiyi dümdüz anlatmak için kullandığımızda tecrübesinden yararlanmıyoruz pasif bir öğrenme oluyor.

Sınıflarda öğretmenler ders anlatıyor. Çocuk evde çözsün diye bir takım test kitapları veriliyor. Blended Learning diyor ki, sınıfta öğretmenlerle interaktif olsun. Konu ile ilgili, o soru ile ilgili anlaşılmayan yerlerin irdelenmesi, tartışılması gereken yerleri öğretmen ve öğrenci birlikte tartışsınlar, yapsınlar. Standart olan eğitim için Milli Eğitim Bakanlığımızın verdiği kitaplar var. İnternette konu anlatımları var. Birçok online akademi yazılımları var, teknolojileri var. Hocalarımız söylüyorlar; arkamızı dönüyoruz tahtada anlatıyoruz diyorlar, sırtı dönük bir öğretmen ve öğrenci ilişkileri oluyor. Öğrenmen ve öğrenciler bile interaktif olmuyor. Dolayısıyla tam tersi test kitapçıkları, sorular sınıfta çözülsün, matematik, fizik, kimya, biyoloji standart temel eğitimleri de evde alınsın. Bu hiçbir şekilde altyapı ya da değiştirilmesi gereken, ekstra masraf olan bir şey de değil. Tamamen bir yaklaşımdır.

- Önermek istediğiniz başka yöntemler var mı?

Tabii ki. Mesela okullara bilgisayarlar alınıyor. Birçok okulda bizzat yaşıyorum. Çok güzel. Bütün öğretmenlerimize laptop verdik diyorlar. Harika. Fakat 11. ve 12. sınıflarda öğrencilere bilgisayar laboratuvarı kullanımı yasaklanıyor.

- Neden?

Üniversite sınavına girecekler ve üniversite sınavına girecek bu 16-17-18 yaşındaki gençler artık bir yapay zeka, insan 2.0’a doğru gidilen, mesleklerin yüzde 20’nin gelecek 5-10 sene içinde robotlar tarafından yapılacağı bir geleceğe doğru gidiyoruz. Öyle bir şey ki, daha geçen gün Bilgi Üniversitesi’ndeki bir eğitimde bir sunum yapmalarını istedim. Öğrenciler yaptıkları sunumlarda Google’daki bütün bilgiyi almışlar, kopyalamış yapıştırmışlar. Dolayısıyla şu anki gençler bilgi bombardımanı altında bilgileri eleyip, sentezleyip, analiz edip faydalısını alıp dışarıya aktarmayı bilmiyor. Maalesef gençler bilgi tarafından, teknoloji tarafından yönetilen pozisyonda. Okullarımızda maalesef bu teknoloji ve bilgilerin nasıl yönetilmesi gerektiğini öğrenmiyoruz.

- Bence bunun yalnızca teknolojik tarafı yok. Bunun hem etik tarafı var hem de felsefe tarafı var. Google’dan bir şeyi kopyalayıp getiriyor ise bu kolaycılık, ikincisi okuduğunu anlamamak ki, daha da vahim. Ama özgün, olamamak ciddi bir eğitimsizlik demektir.

Kızlarımdan biri Fransız kültüründe okudu. Bu kültürde dil anlatım denilen bir dersleri var. Dil anlatım dersinden geçmeyen bir öğrenci lisedeki notu ne olursa olsun mezun etmiyorlar. Önce okuduğunu anladın mı diyorlar. Fizik, kimya, biyoloji, matematik 100 üzerinden 100 olsa bile dil anlatımdan geçmiyorsa geçirmiyorlar. Ben aynı yaklaşımı Amerika’da ve Kanada’daki okullarda da uygulandığını biliyorum. O yüzden son derece keyifli. Demin ki olayla ilgili şöyle bir örnek vermek istiyorum. Bütün bu bilgisayarlar, laptoplar alınan okulda öğretmen var, tüm kaynaklar var, bakın bunlar birer kaynak, öğrenci, öğretmen teknoloji, zaman, para kaynağı… Blended Learning System dışında Project Based Learning dediğimiz proje bazlı eğitim öğretim sistemi de var. Fizik, kimya, biyoloji laboratuvarları hangisi olursa olsun internet sayesinde dünyanın bütün okulları elimizde. Uzanabilir pozisyondayız. Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya’daki kardeş okulla, kendi laboratuvarımda, kendi hocalarımın gözetiminde fizik, kimya, biyoloji projelerini birlikte yapalım.

- Niye yapmıyoruz?

Üniversite sınavı ve üniversite sınavı sebebiyle günde 250-500 tane test çözmeli yaklaşımında zihinler var. Kimse o doğrultuda sistemi değiştirmek için yaklaşmıyor. Esasında burada bir düzeni değiştirmek, Milli eğitimin kurallarını alt üst etmek gibi bir şey yok. a, b, c, d test bazlı sınav sistemi sebebiyle eğitimin bilgisayarla geçirilecek zamanların anlamsız olduğu doğrultusunda yanlış bir algı var.

İş başa düştü; iş var, eleman yok

Yönetim Danışmanı Gülay Savaş’la eğitim sohbetimizin ikinci bölümü çıkmaza çözüm. İşsizlik hatırladığım yakın geçmişin en yükseği. Sağım solum işsiz. İşin ilginç yanı neredeyse son üç nesil diplomalı ama eğitimsiz mezun oluyor. İş yapanın elemana ihtiyacı var. Aslında iş arayan da çok fakat buluşamıyorlar. Kimse aradığını bulamıyor.

Peki, nasıl olacak…

Büyük firmalar bugüne kadar “Akademi” benzeri ifadelerle çözüm yaratabildiler. Diyeceksiniz ki, imkânları var. Doğrudur! Küçükler ne yapabilir… Burada çözüm biraz kutu dışı düşünmek olduğu kadar teknolojiden yararlanmak.
Size de günlük düşünme egzersiziniz sırasında “neden olmasın?” sorusu ile yanıtını fitilleyecek küçük bir tartışma hediye ediyorum. Özetle artık küçük orta boy firmalar da eleman yetiştirmek konusunda çaresiz sayılmaz.

- Kurumlar neden akademi kuruyor?

Şirketler uzman kadrolarla birlikte olabilmek için, başta çalışanları ve sektörde çalışmak isteyen gençleri yetiştirmek adına bir akademi kurma ihtiyacındalar. O uzmanlıkta insan yetiştiren meslek yüksekokulları, meslek liseleri yok ise şirketler kendi bünyelerinde kendi uzmanlarını eğitmen gibi kullanarak kalifiye eleman ihtiyaçlarını karşılamak için akademi kuruyorlar.

- Eğitim çok pahalı. Sizce kurumların böyle bir vazifesi olmalı mı?

Eğer ben kalifiye eleman bulmakta zorlanıyorum diyorsa ki ben bunu şimdiye kadar gittiğim birçok şirketten maalesef duydum… kendi içinde bilgeliğinin, tecrübesinin olduğuna da inanıyorsa bunu kendisi yapabilir. Akademi işi pahalı bir iş değil. Kendi şirket bünyesi içerisindeki ekipman ve uzman teknik elemanları kullanıp dört duvar içerisinde bir şeyler yapabilir. Dolayısıyla bunun birinci aşamasında ekstra fazla bir masrafı yok.

- Bizi biraz örneklerle aydınlatabilir misiniz?

Öncülerinden Mc Donald’s University vardır. Teknik üniversite mezunuyum. Teknik üniversiteden mühendis olarak mezun olsak bile bizde mühendisliğin yanında bir organizasyonel psikoloji anlatılmıyor. Müşteri ilişkileri yönetimini bir makine mühendisi, bir bilgisayar mühendisi bilmiyor. Bilmeden mezun oluyor. Müşteri ilişkileri yönetimi, satış & pazarlama, finans tarzında iş hayatında esasında hepimizin kullanması gereken bilgileri donanmadan mezun oluyorlar. Örneğin sadece işletme ve endüstri mühendisliği, işletme mühendisleri üniversite içerisinde okuyorlar. Mc Donald’s University’ye gelirsek orada bir hamburger yapmanın detayları, hızlı sunumun detayları aktarılıyor… Starbucks Akademi var, müşteriye kendini özel hissettirmenin, müşteri memnuniyetinin, müşteri sadakati kavramlarının farkındalığı ve bilgisi veriliyor. Ben bunları kendi hayatımda okullardan öğrenmedim. İş yaşamı içerisinde sonradan aldığım eğitimlerle öğrendim. Keşke zamanında branşımız ya da uzmanlığımız ne olursa olsun, ister mühendis olalım, ister halkla ilişkiler, basın yayın vs. insan psikolojisini, memnuniyetini, müşteri kavramını, finans yönetimini öğrenebilseydim. Kendi işimizi yapacağız ya da ekip yöneteceğiz ya da proje yöneteceğiz; bir proje bütçesi nasıl yapılır bilmeden. Bunları en azından üniversitelerde verilmeyen ama kurumlarda ihtiyaç olan ve kalifiye eleman bulmakta zorlanıyorum dedikleri ki, yüzde 90’ı diyor, bu konularda kendileri eğitebilirler.

- Türkiye’den örnek verebilir misiniz?

Tabii ki. En azından çok yakından bildiğim Bursa ve yan sanayi bölgesinde birçok firma var. Beyçelik Akademi, Çoşkun Öz Akademi vardır… Garanti Bankası, Şeker Akademi gibi.

- Otomotiv yan sanayi akademisinde ne öğretirler?

Burada mavi yakalı dediğimiz kişilere başka beyaz yakaya farklı olmakla beraber, örneğin kalıp değiştirme zamanında dikkat edilmesi gereken bileşenler, mavi yakaya kaynak makinasını ki, manuel de robotik de olabilir, nasıl kullanıldığını ilkokul, ortaokul mezunu çalışanlara aktarılır. Pres tezgâhlarının kalibrasyonları için hala Almanya’dan, İtalya’dan elemanlar getiriliyor. Biz Türkiye’de bir pres tezgahının direkt kalibrasyonunu yapamıyoruz ve binlerce euro karşılığında teknik bakım ve destek bedeli ödüyoruz. Niye yurt dışından eğitmeni bir kere çağırıp o bilgiyi içeriye alıp aynı şekilde içeride dağıtmayalım? Bir pres tezgahının kalibrasyonu, kalıp değiştirme süresinin optimizasyonu, üretimden veri toplama… Bunların hepsi eğitimler içerisinde anlatılabilir.
Ayrıştırmadan bakalım. Beyaz yaka mühendis oluyoruz diyelim ama üzerine bir liderlik, bir yönetim becerisi bilmeden mezun oluyoruz. Burada hepsi var.

- Size akademi kurmak istiyoruz ya da akademi kurmalı mıyız diye sorular geliyor mu?

Tabii ki zaman zaman geliyor. Şu sıra KOBİ’ler ile ölçek olarak biraz daha büyük kurumsal şirkete geçiş yapanlar ve bazı ticaret odaları var. Konya Ticaret Odası böyle bir çalışma içerisinde. İstanbul Ticaret Odası’nın olduğunu biliyorum. Alman Ticaret Odası’nın içerisinde bu çalışmaları yaptığını biliyorum. Dolayısıyla bir akademi oluşturarak iş dünyasını besleme furyası var. Bir de şunu söylemek istiyorum, e-learning akademi yapmak, online’a bazı konuları taşımak akademiye eşit değildir. Online, offline karşılıklı olmalıdır. İnternet üzerinde mobil aplikasyonlarla, sosyal medya beslenerek entegre ve hibrid bir metotla yaklaşılırsa son derece verimli olacak.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sessiz katil 18 Ekim 2019
Ben kimim? 20 Eylül 2019
T.C. Holding 06 Eylül 2019