Aile şirketlerinde kaçırdığımız avantaj

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Uğraşmak zorunda olduğumuz onca sorun varken, şimdi bir de Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" hipotezini haklı çıkarmak istercesine Müslüman kökenli terörün yeniden Batı dünyasına sıçradığını görüyoruz. Önü alınmazsa bu ve benzer gelişmeler bizim işimizi daha da zorlaştıracak. Hep söylüyoruz, genç ve dinamik nüfusu ve jeopolitik konumunun sağladığı potansiyeliyle Türkiye'nin gelişme ve refah yolundaki anahtarı, kısıtlı doğal kaynakları ve sermaye birikimi nedeniyle küreselleşmeye uyum yeteneğini artırarak rekabet gücü kazanmasında ve yüksek katma değerli üretim yapmasında. Bu nedenle bizi sistemden izole edecek her senaryonun karşısında yer almamız gerekiyor. Bizi gelişmiş dünyadan koparacak her gelişmeyi durdurmaya, dünya ile bütünleştirecek olanlara yoğunlaşmaya çalışmalıyız.

Aile şirketleri neden parlıyor?

Neyse ki bu bakımdan kendimizi test edeceğimiz pek çok konu var. Bunlardan biri de uzun zamandır yapısal bir zaaf diye nitelediğimiz, bu arada hatalı olarak ölçek küçüklüğünün de sorumlusu saydığımız ekonomideki "aile şirketi “ağırlığının özellikle küresel piyasalarda belirsizlik ve dalgalanma gibi artık neredeyse hayatın bir parçası haline gelen konjonktür
dönemlerinde bir avantaj haline geldiğinin ortak kabul görmeye başlaması. Aslında benim, yirmi yıldan beri özel ilgi alanlarımdan biri olduğu için dünyanın bir dizi dev aile şirketi örneğinde önceden gözlediğim bu trend, son yıllarda ardı ardına yapılan uluslararası araştırmalarda ve danışmanlık şirketi raporlarında aile kontrolündeki şirketlerin performanslarının yaygın mülkiyetli ve halka açık şirketlerinkinden daha iyi olduğunun vurgulanmasıyla doğrulanırken şaşırmadım. Geçenlerde DÜNYA'da da yayınlanan sonuncu bir rapor nedeniyle bu gelişmenin arka planında ne olduğuna bakmakta yarar var.

Öncelikle belirtelim ki literatürde aile şirketi tanımı, bizde bazılarının hala sandığından oldukça farklı. Büyüklüğü ne olursa olsun sermayenin çoğunluğunun en azından bir kuşak değişiminin yaşandığı bir veya birkaç ailede toplandığı, böylece operasyon yönetiminin bu aileler tarafından kontrol edildiği şirketler aile şirketi olarak kabul ediliyor. Bu anlamda halka açık olmayan bütün şirketler bu tanıma veya daha genel bir ifadeyle "özel sermayeli şirket" tanımına giriyor. Ancak burada "halka açık şirket “tanımının da bizden epey farklı olduğunu unutmamak lazım. Öyle ki en az %70 sermaye payının halka açık olmaması, yani %30 ve daha fazlasının bir veya birkaç aileye ait olması halinde şirketin kontrolünün bu ailelerde olacağı varsayılıyor ve bunlar da aile şirketi niteliğinde sayılıyor. Boston Consulting Group'un araştırmasında vurgulanan başka bir veri de ilginç: Aile şirketleri sadece bütün şirketlerin sayıca büyük çoğunluğunu(% 90'dan fazla) oluşturmakla kalmıyorlar, cirosu 1 milyar dolarının üzerindeki şirketlerin de %30'unu onlar oluşturuyor. Nitekim ABD'den Wallmart ve Cargill, Kore'den Samsung ve Hindistan'dan Tata ve Mittal de bunlar arasında. Araştırmadan belli ki bu oranlar giderek artma eğiliminde.

Direnç ve esneklik odaklı yönetim

Bu şirketlerin karlılıklarının diğer şirketlerden daha yüksek olması, taşıdıkları özelliklerden ve yönetim tarzlarından kaynaklanıyor. En önemli özellik, halka açık küresel devlerin vadeden bağımsız karlılığa ve şirket değerine odaklanmasına karşılık, aile şirketlerinin bugünü değil,
gelecek kuşakları da kavrayan uzun vadeli bir vizyona sahip olması. Şirket kültürleri de diğerlerinden oldukça farklı: Temkinli ve gösterişten uzaktırlar, yatırımlarda seçicidirler ve yüksek getiri ararlar, az sayıda ve küçük satın almalar yaparlar, organik büyümeyi ve kültürlerini etkilemeyecek işbirlikleri ve ortaklıkları tercih ederler, faaliyetlerini daha fazla çeşitlendirip risklerini dengelemeye çalışırlar, daha uzun zamanda daha az para harcayarak daha fazla küreselleşmeyi tercih ederler, aidiyet duygusunu geliştirerek yetenekli yöneticileri daha uzun süre kendilerine bağlarlar, düşük kaldıraç kullanır ve borçtan çok özkaynak kullanırlar, önceliği gelir fırsatlarına değil maliyet kontrolüne ve riskten kaçınmaya verirler.

Bu özellikleri taşıyan yönetim tarzını tanımlamaya çalışırsak, performansa değil, yapısal dirence ve esnekliğe odaklı bir yönetim yaklaşımı olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle genişleme ve bolluk dönemlerinde bazı fırsatları kaçırıp daha mütevazi karlılık ile yetinseler de, kriz ve daralma dönemlerinde diğer şirketlerden çok daha az zarara katlanır ve uzun vadede çok daha iyi sonuçlar elde ederler. Nitekim yine BCG'nin araştırmasına göre 1997-2009 arasında gelişmiş ya da gelişmekte olan bütün ülkelerdeki veriler bu durumu doğruluyor.

Türkiye'de durum farklı

Ne var ki durum Türkiye için aynı netlikte değil. Birincisi bizdeki şirketler daha genç ve hala kurucu kuşağın yönetiminde olanlar çoğunlukta. Bu nedenle uzun vadeyi gözeten temkinli bir vizyondan çok hırslı ve kısa vadeli müteşebbis davranışı oldukça yaygın. Nitekim yıllar önce benim yönettiğim bir araştırmada, batı ülkelerindeki eğilimden tamamen farklı olarak, bizdeki şirket sahiplerinin değerini bulursa şirketlerini satmayı ya da halka açmayı çocuklarına miras bırakmaya tercih ettikleri ortaya çıkmıştı. İkincisi bizde ortaklık kültürü maalesef gelişmediği ve hukuk düzeni de bunu özendirmediği için birden fazla ailenin ortaklığı, miras yoluyla bölünme dışında, söz konusu değil. Ayrıca aile dışı ortaklarla işbirliği ve ortaklık kurulması eğilimi de çok zayıf. Bu nedenle şirket ölçekleri cılız kalıyor. Diğer özellikler açısından da bakıldığında bizim aile şirketlerinin(ki sermaye payları, batıdakilerden daha yüksektir)farklı bir görünüm arz ettiği belli: Öz kaynakların önemli bir bölümünün kişisel servetlere aktarıldığı, yatırımlarda pek temkinli ve seçici davranılmadığı, küreselleşme isteklerinin fazla olmadığı, nitelikli yöneticileri tutma konusunda özel stratejilerinin olmadığı açık.

Öte yandan küresel ekonomide hızlanan değişimin getirdiği tehdit ve fırsatlara cevap verecek kalibrede yöneticilere ve rutin operasyonlar dışında yeni stratejiler tasarlayacak takımlara bizim ölçek özürlü şirketlerimiz genellikle sahip değil. Şirket kültürleri de genellikle söylenenleri yapmaya odaklı yapılar üzerine kurulu. Ülkedeki bilim ve teknoloji düzeyi, kurumsal yönetim altyapısında ve nitelikli iş gücündeki eksiklikler, ilaveten rant fırsatları ile biçimlenen iş ortamı da eklendiğinde aile şirketi olmanın avantajını yeterince kullanabildiğimiz söylenemez. Ama hazır dünyadaki trende uygun bir şirket mülkiyeti temeli varken, bunu avantaja çevirmek için çaba göstermeye bir yerlerden başlamalıyız. Söz gelişi ortaklık isteğini nasıl arttıracağımızı ve böylece ölçek büyütmeyi nasıl özendireceğimiz düşünmekten...
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019