Artan borçlanma ihtiyacı, TCMB duruşu ve Enflasyon Raporu

Orkun GÖDEK
Orkun GÖDEK Bakış Açısı

Uzun başlıktan da anlaşılabileceği üzere birazdan okuyacağınız yazının içeriğinde farklı gibi dursa da ilişkileri red edilemeyecek konuları tartışmaya çalışacağız. Üstelik denklemin bir tarafındaki değişim diğerlerini de etkileme kapasitesine sahip içeriklerden söz ediyoruz.

Küresel ekonomide Mayıs 2013 tarihinden bu yana önemli bir değişim var. Bahse konu değişim süreci farklı alanlarda etkisini gösteriyor. Finansal piyasalar, makro ekonomi, fiyatlama davranışları, gelecek döneme dair beklentiler gibi önemli kavramlar kayda değer bir süredir anlamlandırmakta zorlandığımız bir karakter içerisinde hareket ediyor. Sürecin zorlukları nedeniyle zincirin halkası konumunda bulunan ülkeler ve ülkelerin şekillendirdiği maliye ve para politikaları da evrilmeye çalışıyor. Fed’in para politikasında normalleşme sürecini başlatma niyetinde olduğunu belirtmesinin ardından ilk hamleyi yapması sanılanın aksine uzun bir süreyi almıştı. Makro ekonomideki düzelme Fed için manevra alanı sağlarken, para politikaları Fed’den bağımsız olmakta zorluk çeken gelişmekte olan ülkeler de kendi gereksinimleri doğrultusunda tıpkı yatırımcı kesimi gibi pozisyon alma çabası içerisine girdiler.

Böylesi bir süreçten geçerken Türkiye ekonomisinde mevcut zorlukların yanında farklı aktörlerin gündeme geldiğini gördük. Jeopolitik konumun getirdiği zorluklar nedeniyle Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte ciddi zarar aldık. Hareketin Suriye topraklarına sıçraması ve zamanla evrilerek terörist gruplar ile rejim güçlerinin karşılıklı güç savaşına dönüşmesi aşamasında zaman zaman terör eylemlerinin yurt içerisine de sıçradığını gördük. Ayrıca, normal zamanlarda değil, anormal zamanlarda dahi olsa başka bir ülkenin bunca zorlukla karşılaştığında ayakta kalmakta zorlanacağı 15 Temmuz gibi kötü bir deneyim yaşadık. Bunca yükün üst üste gelmesi ile birlikte 2016’nın üçüncü çeyreğinde Türkiye ekonomisi 27 çeyrek sonra ilk kez daralma gösterdi. Beklenmeyen bir durum değildi. Sonrasında ise her ülke yönetiminin ekonomik alanda atması gereken adımlar devreye sokuldu. Kamu desteği artırılırken, hızlı bir şekilde daralma sürecinden çıkış yolları arandı. Böyle de oldu. 2016’nın son çeyreği ve 2017’nin ilk çeyreğinde ekonomik büyüme ivmelenmesi destekle de olsa yakalandı.

2016 yılında açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) kapsamında maliye kanalının bütçe açısından genişleme yönlü çalıştırılacağı beyan edilmişti. 2001 krizi sonrası elde edilen kazanımların sağladığı manevra alanı sayesinde bütçe açığı/GSYH oranı %2 bölgesine doğru genişletilecek, kamu harcamaları ve yatırımlar artırılacaktı. Bu gelişme 2009 yılında krize yönelik atılan adımlardan bu yana görülmemiş bir duruma işaret ediyordu. Bugünlerin ben de dahil olmak üzere dikkatle izlenen bütçe perfomansı ve borçlanma ihtiyacı haberlerine dikkatle bakılmasının nedeni de bu. Ancak bu noktada kendi adıma ayrıştığımı belirtmek isterim. 2016’da beyan edildiği üzere bu manevra alanının genişletilmesine ‘sürpriz’ şeklinde bakmıyorum. Şu aşamada ekstra bir endişe içerisinde de değilim. Ancak resim 2018 ve sonrasında da kamu desteği ve açığın artması şeklinde devam edecek olursa endişe duyulmasının ve bunun ülke menfaatine dile getirilmesini faydalı buluyorum.

Belirtildiği üzere bütçede genişleme süreci içerisindeyiz. Son resmi açıklamalara göre yıl sonunda bütçe açığı/GSYH oranı %2 seviyesine yakın ya da hafif üzerinde gerçekleşecek. Artan harcamaların doğal bir sonucu olarak da Hazine’nin borçlanma ihtiyacında beyan edilenin üzerinde bir performans izliyoruz. Son olarak 31 Temmuz tarihinde yapılan açıklamaya göre, Ağustos-Eylül dönemi için önceden duyurulan rakamların üzerinde bir borçlanma yapılacak. Söz konusu gelişmenin rakamsal karşılığı 6.1 milyar TL seviyesine denk geliyor. Ayrıca hesaplamalarıma göre Ağustos-Ekim döneminde borç çevirme rasyosu da %145’e yükselecek. Dediğim gibi, 2016’da yaşanan zorlukların ardından, bütçe ve borçlanma kalemlerinde bu şekilde bir gelişme olmasını en azından 2017 için normal karşılamak gerek. Ancak sürecin uzamasını bir şekilde de önleme gayretinde olmalı, yatırımcı kesimine de bu yönde sözlü yönlendirmede bulunmalıyız. Zira sonrasında bozulan algıyı düzeltmek için bir hayli çaba harcamak zorunda kalacağız.

Öte yandan mali kesimdeki genişlemeyi TCMB’nin 12 Ocak sonrasında attığı adımlarla tartışmalı da olsa sıkı para politikası duruşu izledi. Geçmiş yılların getirdiği TL’deki değer kaybı 2016’daki kur şoku ile birleşince enflasyonda çift haneli seviyelere ulaşan ve genele yayılan bir bozulma yaşadık. TCMB’nin TL’deki borçlanma maliyetini artırmaktan başka seçeneği kalmayınca sıkı duruş sürecine girildi. Şimdi yaz dönemi için baz etkisi ve Temmuz ayında kamudan gelmesi beklenen ancak adım atılmayan tütün ürünlerindeki otomatik vergi ayarlamasının da etkisiyle kısa vadede tek hane enflasyon ihtimalinden söz ediyoruz; yılın son çeyreğinde ise yeniden yukarı yönde baskı oluşacağının bilincinde olarak.

Bu noktada 1 Ağustos günü Temmuz dönemi Enflasyon Raporu sunumunu izledik. 2017 için orta nokta tahmini 0.2 % puan artırılarak %8.7’ye çekilirken, 2018 beklentisi %6.4’te sabit tutuldu. Ayrıca, 2018 yılı için ‘dezenflasyonist ortam’ ifadesi kullanıldı. Anlaşılan o ki 2017’de çekirdek göstergelerde kayda değer bir toparlanma olmadan sıkı duruş bozulmayacak. 2018 için kullanılan ifade yanlış değil. Baz etkisini ve tek hanelere çekilmeyi ilk çeyrekte göreceğiz. Ancak önemli nokta, yeni bir kur şokunun yaşanmaması ve dış koşulların bozulmaması.

Koşullar elverirse 2018’de faizlerin nefes aldığını görme ihtimalimiz var. Ancak mali disiplinin korunması elzem. Enflasyon için oluşacak iyimser baz etkisinin büyümede ters yönlü çalışma ihtimalini de 2018 ilk çeyreği için unutmayalım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
ECB hamleleri ve riskler 14 Eylül 2019
GOÜ heyecanı her yerde 07 Eylül 2019
Beklemekle oluyor mu? 17 Ağustos 2019