Bankacılık baş ağrıtmaya devam edecek!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Sene başından geçtiğimiz haftaya kadar küresel piyasalar 2008 krizinden bu yana en büyük satış dalgasını yaşadı. Bu dalgaya öncülük eden ise bankacılık sektörü hisseleri oldu. Atlantik’in 2 yakasında da bankacılık endekslerindeki düşüşler genel endekslerdeki düşüşlerin yaklaşık 2 katı kadardı (ABD’de yüzde 16, Avrupa’da ise yüzde 20 kadar). Sonrasında hisselerde bir toparlanma görülmekle birlikte, bu satışların altında yatan sebepler çözülmüş değil, ve bu durum önümüzdeki süreçte de piyasalar üzerinde etkili olacak gibi gözüküyor. 

Kabaca 1 birim sermaye ile 10 birim kredi kullandıran bankalar bir anlamda ekonomilerin “kaldıraçlı” bir yansımasıdır. Bu nedenle, ekonomiler iyi giderken banka hisseleri daha iyi, kötü gitmeye başlayınca da daha kötü performans gösterirler. Son dönemde küresel ölçekte durgunluk işaretlerinin artması ile birlikte banka hisselerinin daha kötü performans göstermesi de doğal karşılanabilir. Ancak, bundan da öte, bankacılık kesiminin 2008’den beri bir türlü çözüme kavuşturamadığı kendi içsel problemlerinin su yüzüne çıkmasının da son dönemdeki olağanüstü satışları tetiklediği görülüyor. 

Demin “bir’e on” dedim ama pek çok büyük bankanın (çeşitli risk ağırlıklandırma ve azaltma oyunlarını hesaba katmazsak) gerçek kaldıraç oranları halen “bir’e yirmi” ve hatta daha yüksek seviyelerde. Diğer bir ifadeyle, ciddi bir sermaye eksiklikleri söz konusu. Bu durum Avrupa bankalarında çok daha belirgin. 2008 krizi sonrasında ABD bankalarının sermayelendirilmesine önem verirken, AB ise bunu zamana bırakmayı tercih etmişti. (Ekonomilerin canlanmasıyla bankaların kârlılığı ve dolayısıyla da sermayeleri artacaktı.) Ancak geçen zaman içinde AB bankalarının kârlarının artması bir kenara, çeşitli sebeplerle (beklenenden çok daha yavaş seyreden ekonomik büyüme , yapılan suistimallerle ilgili alınan yüksek cezalar, yatırım bankacılığı faaliyetlerinden elde edilen gelirlerde meydana gelen daralma vs.) azalması söz konusu oldu. (Euro bölgesinde kredi artış oranı 1999-2008 yılları arasında ortalama yüzde 8 olmuştu. 2009’dan beri ise bu oran yüzde 0!) Bugünlerde ise negatif faizler ve emtia piyasalarındaki çöküş sonrasında kredi portföylerinde meydana gelmesi olası zayıfl ama nedeniyle bankaların kâr beklentileri daha da gerilemiş vaziyette. 

Negatif faiz oranlarının (ABD dışında) pek çok ekonomide bankacılık sektörünün kârlılığı üzerinde ciddi bir menfi etkisi söz konusu. Bankalar ellerindeki mevduatı kredilere kanalize edemedikleri sürece zarar yazıyorlar çünkü parayı ya negatif faizle merkez bankalarına yatırmak, ya da çok düşük faizden (Almanya’da ise negatif faizden) devlet tahvili almak zorundalar. (Üstelik devlet tahvili aldıkça bunların faizleri de geriliyor, ve bankaların faiz marjları daha da daralıyor.) Kredi iştahı ise, düşük faizlere rağmen, hâlâ çok zayıf. Geçen hafta, Japon Merkez Bankası’nın da negatif faiz politikasına (NİRP) geçmesiyle birlikte, halihazırda Euro Bölgesi başta olmak üzere 5 ekonomi bu politikayı uygular duruma geldi. Önümüzdeki süreçte, diğer ekonomilerin de bu sürece katılması, ve faiz oranlarının daha da negatife çekilmesi de gündeme gelebilecek. Bu durumda banka kârlarının daha da gerileyeceği muhakkak. 

Gelişmiş ülke bankaları için artan bir başka risk unsuru ise kendi piyasalarındaki zayıf kredi talebi nedeniyle 2008’den sonra gelişmekte olan piyasalara (GOP) olan kredi hacimlerini hızlı bir şekilde artırmış olmaları. AB ve ABD bankalarının GOP’lardaki banka-dışı kuruluşlara verdikleri krediler son 6 senede yüzde57 oranında artarak 12.7 trilyon dolara ulaşmış durumda. Ancak GOP’ların para birimlerinde meydana gelen hızlı devaluasyon ve emtia fiyatlarındaki gerileme ile birlikte bu ülkelerin bir kısmının mali durumunda meydana gelen zayıfl ama bu borçların geri ödenmesi ile ilgili sıkıntılar yaratabilir. 

Bu şartlar altında, gelişmiş ülke (özellikle Avrupa) bankalarının sermayedarlarının bir an önce ilave sermaye enjekte ederek banka bilançolarını güçlendirmeleri şart. (Bu bağlamda örneğin Deutsche Bank’ın yaptığı gibi “hisse senedine dönüştürülebilir tahvilleri geri satın almak” ise bir çözüm değil, sadece bir göz boyamaca.) Aksi takdirde, sorunlar gittikçe büyür ve sonunda da her sistemik bankacılık krizinde olduğu gibi kriz reel ekonomiye sirayet eder ve çok daha yüksek bir fatura ile karşı karşıya kalınır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019