Başçı’yı çok da hafife almayalım!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

 

Hiç kuşkusuz bu haftaya damgasını vuran olay MB Başkanı Başçı’nın Salı günü AA ile yaptığı toplantıda söyledikleriydi. Bugün (dün) toplantı ile ilgili yorumlara bakıyorum da, neredeyse hepsi son derece negatif. Özellikle, Başçı’nın “faizleri kesinlikle artırmayacağız” söylemi eleştiri oklarını çekmiş gözüküyor. MB’nın en önemli silahlarından birini bir çırpıda tedavülden kaldırmış olmasıyla artık “tek kollu cengaver”e benzediğini düşünenler de var.

Öncelikle artık belirli bir tecrübeye ulaşmış bir MB Başkanı’nın böyle bir açıklamayı “tesadüfen, zamansızca veya kazara” yaptığını düşünmek abes olur. Başçı’nın bu açıklamayı özellikle son dönemde aşırı artış göstermiş olan tahvil faizleri üzerindeki baskıyı hafifletmek için yapmış olduğu aşikar.  Bilindiği gibi gösterge tahvil faizi son 3 ay içerisinde %5’ten %10’a sıçramış bulunuyor. Halbuki, aynı dönemde MB’nın piyasayı ortalama fonlama faizi sadece 2 puan kadar arttı. (Normal zamanlarda bu iki faiz arasında bir ilişki söz konusudur çünkü piyasa oyuncuları günlük borçlanıp tahvil alarak arbitraj yapabilirler. ) Son dönemde bu makas fazlasıyla artmış durumdaydı. Tabii ki tahvil faizlerindeki (aşırı) artışın temel başka bir sebebi daha var: Küresel gelişmelerle birlikte yabancı yatırımcıların Türk varlıklarından kısmen çıkması. Ancak 5 Temmuza kadar 13 milyar TL’lik hızlı bir satıştan sonra yabancıların portföyü neredeyse 1.5 aydır sabit. Buna karşın faizler yüksek seyretmeye devam ediyor. Bunda piyasa oyuncularının MB fonlama faizinde artış beklentisi önemli bir oynamakta(ydı)!

Kısa-orta vadeli tahvil faizlerinin yüksek seyretmesinin önemli sakıncaları söz konusu. Birincisi çok bakılan bir parametre olduğu için “bir şeyler iyi gitmiyor” sanrısı yaratarak satış baskısını körüklemesi (bir anlamda “kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet” olması). İkincisi, devletin borçlanma maliyetlerini artırması. Üçüncüsü bankaların portföy zararı yazmasına sebep olması. Dördüncüsü ise mevduat-kredi gibi diğer faizleri de etkileme potansiyeli bulunması. Bu nedenlerle Başçı’nın bu konudaki (biraz gecikmiş) hassasiyetini anlayışla karşılamak gerek.

Başçı’nın politika faizlerini ellemeden sadece döviz silahını kullanarak (ki, bunu ya ihale veya doğrudan müdahele şeklinde döviz satışlarıyla ve/veya zorunlu karşılık ve ROK oranlarını değiştirerek yapabilir) kurdaki artışı kontrol altında tutabileceği iddiasının arkasında 2 tane (telaffuz edilmeyen) çok önemli varsayım var.  Birinci varsayım Fed’in belirli bir takvim içerisinde tahvil alımlarını azaltacağı açıklamasıyla meydana gelen küresel portföy değişimlerinin zaman ve miktar olarak kalıcılık arz etmeyeceği. Şahsen, geçen hafta da yazdığım gibi, ben bu çalkantının en geç 2014 yılının ortalarında son bulacağını düşünüyorum. Halihazırda MB’nın görünür rezervlerinin 130 milyar dolar civarında olduğunu dikkate alırsak, döviz silahının bu dönemi atlatmada yeterli olacağı ortada.

İkinci varsayım ise bu süreçte ABD devlet faizlerinin bugünkü seviyelerinin çok da üstüne (ör: %3.5’in üzerine) çıkmayacağı. (Aksi takdirde, %7.75 üst bantının yükseltilmesi kaçınılmaz olur.) Peki, burada önümüzdeki dönem nasıl bir seyir beklenmeli? Son 30 yıla bakıldığında bu faizlerin ABD ekonomisinin büyüme ve enflasyon oranlarından kopuk bir seyir izlemediği görülüyor. Sadece 2008 krizi sonrasında bu faizlerin ekonomik aktivitedeki yavaşlamalara (biraz da bütçe açığı endişeleriyle) tepki vermediği, buna karşılık devreye konulan 3 miktarsal genişleme programı ile faizlerin yeniden geri çekildiği ve ekonomik aktivitenin (göreceli olarak) canlandığı söylenebilir. Bugün gelinen noktada (özellikle ABD’nin büyüme, enflasyon ve bütçe açıklarının mutedil seyri dikkate alındığında), tahvil alımlarının azaltılmasıyla faizlerin bir anda “kalıcı olarak” aşırı yükselmesi oldukça zayıf bir ihtimal. (Burada temel bir çelişki de söz konusu: Dünyada bütün paralar ABD’ye gidecek, ama aynı zamanda ABD tahvil faizleri de aşırı yükselecek???)

Son olarak Başçı’nın diğer çok eleştiri alan bir sözüne, sene sonu dolar kurunun 1.92 düzeyinde olacağı iddiasına gelirsek: Burada da Başçı’nın fevri, üzerinde düşünülmemiş bir açıklama yapmadığı ortada. Türk ekonomisinin önemli kırıIganlıklarından biri özel sektörün dış borçları ve tasarruf sahiplerinin döviz hesabı açma / döviz satın alma serbestiyetlerinin olmasıdır. Her ne kadar borçlu şirketlerin önemli bir kısmının (yurtdışında) döviz karşılığı ve/veya ihracat gelirleri olsa da, bazıları döviz zararlarını durdurmak için açık pozisyonlarını kapatmak yoluna gidebilir. Öte yandan, tasarruf sahiplerinin de belirli bir noktada “döviz daha da yukarı gider, iyisi mi ben TL’lerimi dövize geçeyim” gibi bir strateji benimsemeleri mümkün. Başçı’nın açıklaması bu tip spekülasyonları önlemeye yönelik sözlü bir müdahele olarak görülmeli.  

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019