Bireyin çöktüğü liberalizm: Ne nereye kadar gidecek?

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

“Bireyin çöküşü ve akıl tutulması aynı şeydir”

Max Horkheimer

Güneşin altında yeni bir şey yok! Globalleşme ilk defa olmuyor, ulusal sınırların dışına taşan sermaye hareketleri geçmişte de görüldü –hem de masif biçimde, ve uluslararası politikada güç göstermek hem geçmiş için, hem de bugün çok doğal. Herkes Clausewitz’i biliyor. Bugünü geçmişten, özellikle 1873-1914 döneminden, ayıran iki temel özellik var. Birincisi, sermaye akışı elektronik, yani anında gerçekleşiyor, hale geldi. Finansal sermayenin toplam sermayeye oranı geçmişe göre arttı ve artış hızlı oldu. Sermaye hareketlerinin karakteri değişti ve çok sayıda kompleks enstrüman kullanılmaya başlandı. Finans analistlerinin pek çoğu kantitatif yeteneklerle donanmış vaziyette ve söz konusu uzmanlar finansı çok cazip ve sofistike bir alan haline getirdiler. Aynı zamanda krize de katkıda bulunmuş  oldular. İkincisi, politik vektör uzayında gelinen nokta geçmişte olan bitenlere fazla benzemiyor: ne yeni bir Westphalia’nın eşiğindeyiz, ne bir ihtilal sonrasındayız, ne de Amerikan veya İngiliz hegemonyasının tartışılmaz bir momentindeyiz. Tanık olduğumuz şey Amerikan üstünlüğü – ki zayıflamaya başladı- ve sadece o kadar. Üstelik bu çatlaksız ve tartışılmaz bir üstünlük dahi sayılmayabilir. 2020’leri görmeden şu anda Amerikan veya İngiliz, hatta Avrupa, tarihinde bulunabilecek herhangi bir geçmiş tutmak noktasına benzerlik olup olmadığını tam olarak görmemiz zor.

Dünya ekonomisinin bulunduğu noktaya gelişinin saf ekonomik nedenleri olsa bile, yakalanması gereken asıl halka siyasette yatıyor. Bu yüzden saf ekonomik verilerden özellikle önemli olmadıkları sürece çok da fazla bahsetmeden bir analiz yapmak mümkün. Yeni bir Bretton-Woods dönemi açılırsa o zaman sadece teknik, yani ekonomik, neden ve olguları odağa almak gerekecek. Ama şimdi durum bu değil. Böylece Grisha Zinoviev’in yıllar önce Leningrad denilen şehirde söylemiş olduğu şekilde, zamanın felsefesine uygun davranarak, daha siyasi bir yorum yapacağım.

En önemli noktalardan birisi Frankfurt Okulu’nun ana eserinden 75-50 yıl kadar sonra bireyin artık tamamen ve belki de yeniden bitmiş olduğunu saptamaktır. Evet, Frankfurt Okulu (geniş tutulursa Adorno, Horkheimer, Benjamin, Fromm, Marcuse, hatta zorlanarak da olsa son kuşak olarak Habermas) klasik bireyin sönüşünü çok önce saptamıştı, ama yine de bireyden geriye kalan ne varsa son yıllarda ortadan kalktığını düşünmek mümkün. Adorno’nun Minima Moralia’da yazdığını günümüze getirirsek, bireyin likide edilmekte olduğu ifadesi bile çok iyimser kalıyor. 1990’larda “yeni Orta Çağ” teriminin popülerleşmiş oluşu bu gelişmenin bir semptomudur.

Temelde 2 çekim merkezi varlığını koruyor: AB ve ABD eski dünya ve Uzak Asya..  ABD’nin attığı adımlar ortada ve bu adımlar şeffaf biçimde atılıyor ve gözle görülüyor. İran’la yakınlaşma nükleer program konusundan öte bir genellik kazanırsa ve ABD dönüp Çin’e odaklanırsa önümüzdeki 10 yılın hikayesi geçmiş 10 yıla göre çok farklı olabilir. 

Avrupa zorda.  Avrupa’nın sosyal modelinin varoluşu nazik bir durumda. Burada ana problem aşağı yukarı sabit bir emek arzına karşın yaşlanan bir nüfus oluyor. Sorun sadece Avrupa’nın, emek piyasasının esnememesi değil, aynı zamanda Avrupalı kapitalistlerin de risk alan girişimci işlevlerini terk etmiş görünmesinde yatıyor. Galiba hem ABD, hem de AB, var olan önemli teknolojik üstünlüklerine ve refaha rağmen klasik dönemdeki dinamizmlerini, farklı tarzlarda da olsa, kaybetmeye başladılar. ABD, kaya gazı ile enerji hikayesini değiştirip güçlü kalmaya devam edebilir. Fakat Avrupa giderek ekonomik önemini yitirecek gibi görünüyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019