Büyüme üzerine

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Bilindiği gibi milli gelir serisi değişti. Bu konuda çok şey yazıldı. Kısaca özetlemeye çalışalım. Eski seri sabit ağırlıklı ve baz yıla göre değerlenen miktarlardan oluşuyordu. Baz yıl olarak endeksin ilk yılını alırsak ve buna t0=100 dersek, baz yıl fiyatlarıyla her yılın miktarları değerlenerek 105, 108 gibi değerlere ulaşılabiliyordu. Bunun anlamı örneğin ilk yıldan sonraki yıl t1’de yüzde 5 enflasyondan arınmış büyüme sağlandığı idi. Baz yıl uzun aralıklarla değiştirildiği zaman ortaya etkisini yitirmiş bir zincirleme çıkıyordu. Baz yıl değiştiğinde oluşan indeksi Paasche ve baz yıl t0 iken kullanılan indeksi Laspeyres olarak nitelendirdiğimizde Paasche’nin sistamatik olarak daha düşük çıktığını, yani baz yılı değiştirmenin geçmişi daha düşük gösterecek şekilde yeniden değerlediğini görüyorduk. Baz yılı içermeyen Laspeyres ve Paasche de yazılabilir. Laspeyres ve Paasche bize olası endekslemelerin sonuçlarının limitlerini veriyor ve başka olası endeksler bu iki ucun arasında yer alıyor. Kısaca baz yıldan ne kadar uzaklaşırsak fiyat yapısı o kadar değiştiği için sapma da o kadar fazla olur denebilir.

Zincir endeksleri uzun süredir kullanılıyor. Bir ölçüde ve göreceli fiyat yapısının nasıl değiştiğine göre –monoton mu değil mi, ani değişimler –petrol fiyatı etkisi gibi- var mı yok mu- yararı değişiyor. Her endeks gibi artısı eksisi olabilir ama değişim oranlarını baz yıldan bağımsızlaştırdığı için tercih edilebiliyor. Öte yandan zincir endekslerini göreceli fiyatların monotonluk derecesine bağlı olarak oluşabilecek eleştirilerden kurtarmak için aylık, çeyrek dönemlik, hatta yıllık değişimleri mevsimsellikten arındırmak gerekiyor. Nitekim ABD GSYH’sı zincir endeksi olup bir önceki çeyreğe göre mevsimsellikten arındırılmış yıllık değişim oranını verir.

Prensip olarak zincir endeksine geçmekte sorun yok; hatta ağırlıkların yıllık düzeltmelerle zincire bağlanması 1993 yılında Birleşmiş Milletler İstatistik Bölümü tarafından tavsiye edilmiş durumda.

Problem şu ki konu Türkiye olunca ortaya çıkan rakamlar bütün manzarayı değiştiriyor. Ağırlıklı olarak mesela inşaat/konut/bina yatırımlarından kaynaklanıyor ama imalat sanayiinin bazı alt sektörlerinin de bu büyük panorama değişikliğine etkisi var. Yüzde 30’a varan sabit sermaye oluşumu –cari açığı düştüğümüzde- bize yüzde 25’e varan bir tasarruf oranı veriyor. Az bir gayretle Çin gibi olabileceğimiz, herkesin tasarruf ettiği, yatırımların göğü deldiği bir manzara çıkıyor. Bu manzara, mesela hane halkı borcunun harcanabilir gelire oranının yüzde 55’i bulduğu 2013 yılından beri bu borç istatistiğinin devam ettirilmediği düşünüldüğünde, oldukça şaşırtıcı. 2009-2015 arası yılda ortalama yüzde 7 kadar GSYH büyümesi de oldukça tuhaf. Ancak örneğin 2016 büyümesi baz yılının 2009 olarak seçilmiş olmasından –bu da ilginç çünkü genelde böyle kriz yılları baz alınmaz- bağımsız. Yani 2016 için şu anki cari büyüme oranı olan yüzde 2,9 –bu oran da revizyonlarla değişebilir; tıpkı üçüncü çeyrek büyümesinin 0,5 puan yukarı yönlü revize edilmiş olması gibi- baz yılı seçiminden bağımsız. Büyüme var.

Peki sorun nerede olabilir? Sorun metot değişiminin kendisinde değil çünkü bu tür zincirlemenin avantajları var. Her durumda eski yöntemin sakıncaları olmadığı zaten söylenemiyordu. Yeni yöntemin avantajların dezavantajlara ağır basması beklenir. Nitekim Yeni Zelanda, Avustralya gibi ülkelerde endeksleme metodolojisi değişince inanılmaz değişiklikler oluşmamış durumda. Demek ki idari kayıtların kullanılması –ki başlı başına bakınca bu da bir iyileştirme sayılmalı- veya başka ölçüm sorunları olabilir. Öte yandan manzara değişiminin nitel/kalitatif tarafında, yani ağırlıkların değişiminde, akla uygun gelen yanlar da yok değil: İnşaatın ağırlığının iki katına çıkması gibi.

O zaman ortaya bir “denge” sorunu çıkıyor. Yeni yöntem “aşırı gitmiş” olabilir. Esasen durum son olarak söylendiği gibiyse Güney Kore’nin ve Çin’in gelip bakmalarında yarar var çünkü öğrenecekleri şeyler bulunuyor olmalı. Bu panoramaya göre “Han nehri mucizesi 2” çoktan gerçekleşmiş bulunuyor.

Biz işin bu tarafını açıkça tartışmaktan yanayız. Eski verilerle ne kadar çalışma yapıldıysa çöpe gideceği için esasen bu bir zorunluluk. Örneğin, bütün veriler ve metodoloji şeffafça tartışılmalı ve bu amaçla paneller düzenlenip prestijli bir akademik dergide bir milli gelir özel sayısı yayınlanmalı.

Bugünkü durumda büyümeye gelince; 2016 için ortalama yüzde 2,5-3 arası bir beklentimiz olduğu için şaşırmadık. Yüzde 2,5 gerçi daha yakın bir tahmindi ama son çeyrekte canlanma olduğunu zaten görüyorduk. Bu anlamda veriden sonra 2017 beklentilerini yukarı doğru revize eden bazı yatırım bankaları şaşırtıyor. Anlık baktığımızda durum açık: Gerek kamu harcamaları gerek tüketim harcamaları –kredi kanalı çalıştığı sürece- yüzde 2-3 arası bir büyümeyi sağlamaya yeter. Bu bir başarı mıdır? Sanmıyoruz. Ekonomi potansiyelinin altında gelişiyor ve net ihracatın ‘katkısı’ negatif kalmaya devam edecek görünüyor. Esasen bu bile “bu kadar yatırım/sabit sermaye oluşumu nereye gidiyor?” sorusunu sorduruyor çünkü yüksek teknolojili ürün ihracatı toplam imalat sanayii ihracatının içinde sadece yüzde 3. Kalite konusu önemli.

Büyüme var mı? Var. Olur da. Sonuçta bu bir endeks. Harcama yaparsan olur. Kredi kullanıp harcama yaparsan yine olur. Büyüme olur. 2017’de yüzde 3’ün üzerinde, belki yüzde 3,5, GSYH artışı olacağını tahmin ediyoruz. 2016 üçüncü çeyreği sıfır sayarsanız zaten yüzde 3’ü geçersiniz. Yani 2016’ya göre “replika ekonomisi” bile 2017’de bize yüzde 3,2-3,3 verecektir. Mesela şu: Bu büyüme ne tür bir anlam taşıyor ve geleceğe dair ne gibi mesajlar veriyor? Beklediğimiz uzun vadeli güveni sağlayacak veri oluşumları tam olarak hangileri? Hangi sektörler bize umut veriyor? Hangi teknolojilere yatırım yapmak gerekiyor? Ne tür entegrasyonlar sağlanmalı ki girdi maliyetleri düşebilsin? Böyle sorular sormak ve soru sayısını artırmak mümkün. Ancak büyümenin süreceği kesin çünkü kredi büyümesi sürecek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019