Büyüme ve doğrudan yabancı yatırımlar

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Ülkelerin büyümelerinin hangi kaynaklarla finanse ettiği, büyümenin sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Çünkü eğer büyüme yurtiçi tasarruflarla finanse edilmiyorsa, hangi yabancı kaynakla finanse edildiği, ayrıca irdelenmesi gereken bir olgu olarak karşımıza çıkar. Bu kaynakların belli başlıları doğrudan yabancı yatırımlar, portföy yatırımları ve kredilerdir (borçlardır).

Doğrudan yabancı yatırımlar tüm ülkelerce ilk olarak tercih edilen yatırım türüdür. Çünkü bu durumda ülke herhangi borca girmemekte, hatta kimi zaman ülkenin yatırım stokuna bir ek de yapılmakta. (Bunun olabilmesi için yabancı sermayenin özelleştirme ya da başka bir yolla mevcut bir firmayı satın almasının dışında fiili olarak yeni bir yatırım yapması gerekir). Doğrudan yabancı yatırımlar her ne kadar sermayenin küreselleşmesi ile öne çıktı ise de,dünya için de, ülkemiz için de yeni değil.

Özellikle Amerika kıtasının keşfi ile birlikte Avrupa ülkeleri önce bu kıtaya daha sonra Afrika, Uzak Asya ve Ortadoğu ülkelerine doğrudan yatırım yapmaya başlamışlar. Bu yatırımlar Avrupa ülkelerinin emperyalist amaçlarına hizmet ediyordu. Ancak unutulmaması gereken olgu, bu ülkeleri emperyalist konuma iten yurtiçi kâr oranlarının düşmesi idi. Doğrudan yatırımlara bu açıdan baktığınızda bir Alman ya da Fransız firmasının Çin'e, ABD'ye ya da Türkiye'ye gelmesinin nedeni kendi ülkelerindeki kâr oranlarının düşmesidir. V. İ. U. Lenin bundan dolayı kapitalizmin son aşaması olarak gördüğü emperyalizmin en kolay yerleşme aracı olarak doğrudan yatırımları ve finans sermayeyi görmüştü. (Bu bakış açısı ilk olarak Hilferding tarafından ortaya koyulmuştur).

Kapitalist ekonomik sistemin kâr oranlarının düşmesine uzun süre dayanması mümkün değil. Çünkü kâr, tasarrufun kaynağıdır, tasarruf ise sermaye birikiminin kaynağıdır. Bundan dolayı biz akademisyenlerin onlarca yıldır öğrencilerimize öğrettiğimiz ve iktisadın temelinin burada gizli olduğunu söylediğimiz klasik iktisat teorisinin en önemli amacı sermaye birikiminin kaynaklarını korumak ve sürdürmektir. A. Smith'ten, D. Ricardo'ya ve R. Malthus'a klasik iktisadın babalarının tüm çabaları kâr oranlarının düşmesini engellemektir. Babaları böyle yapınca oğulları Neo Klasik iktisatçılar A. Marshall, L. Walras, torunları M. Friedman'dan R. Lucas'a kadar olan monetarist ve yeni klasik iktisatçıların tümü, farklı modellerle, farklı iktisat araçları ile de olsa hep aynı hedefe kilitlenmişlerdi.

Peki ne oldu da emperyalizmin bir aracı olarak görülen doğrudan yabancı yatırımlar komünist Çin Halk Cumhuriyeti tarafından bile ülkeye davet edilen, gelmesi için çeşitli teşvikler verilen bir biçime dönüştü? Bunun tek cevabı var. İktisadi büyüme zorunluluğu. Eğer büyümek için yeterli sermayeniz yoksa mecburen bu tür sermayenin yolunu açmak zorundasınız. Üstelik yatırım stokuna ek olarak gelen bir doğrudan yabancı yatırım ülkenizde istihdam da yaratıyor ise tüm kapılarınızı bu sermayeye açma duygusuna kapılıyorsunuz. Etrafınıza baktığınızda emperyalist ülke olarak gördüğünüz dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD'nin bile bu sermayeye ihtiyaç duyduğunuzu görürsünüz. O zaman bu sermayeye Hilferding ya da Lenin'in gözü ile değil başka bir gözle bakmanız gerektiğinizi anlıyorsunuz. Artık doğrudan yabancı yatırım gelmesin demiyorsunuz, nitelikli doğrudan yabancı yatırım gelsin istiyorsunuz.

Geçen hafta Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü'nün (UNCTAD) Dünya Yatırım Raporu yayınlandı. ABD çektiği 129.9 milyar dolar ile en çok yatırım yapılan ülke oldu. Türkiye ise 7.6 milyar dolar ile 32'nci sırada yer aldı. Türkiye bir önceki yıl 20'nci sırada idi. Türkiye'ye gelen yabancı sermaye çoğunlukla yeni yatırımdan ziyade mevcut firmaları satın alma şeklinde olmasına rağmen 2009'daki bu hızlı düşüşün temel nedeni, elbette krizin yarattığı olumsuz hava.

Ancak ilginç olan doğrudan yabancı yatırımların bu yılın ilk beş ayında da düşmesi. TCMB verilerine göre 2009 yılının ocak-mayıs döneminde 3.861 milyon dolar olan doğrudan yabancı yatırım düzeyi bu yıl aynı dönemde yüzde 33.6 azalmış ve 2.562 milyon dolara gerilemiş. Üstelik bunun 953 milyon doları gayrimenkul alımı ile gelmiş. Buna karşın 2009 yılının ocak-mayıs döneminde 468 milyon dolar olan portföy yatırımları bu yılın aynı ayları arasında 7.518 milyon dolara çıkmış.

Bu sonuçlardan sonra iki yorum yapabilirsiniz: ya hükümetimiz yabancı sermayeyi emperyalizmin bir aşaması olarak görüyor ve ülkeye gelmesin istiyor ya da hükümet tarafından sürekli olarak iyiye gittiği söylenen ekonomimize yabancılar henüz güven duymadıkları için doğrudan yatırım yerine spekülatif sermaye ile gelmeyi tercih ediyorlar. Sizce hangisi doğru olabilir?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019