Büyüyememe kısgacı

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

 

Dünya ekonomisi büyüme ile ilgili ciddi bir sorun yaşıyor. Alınan önlemlere rağmen bir çok ülke ekonomisi, basit olarak uzun dönem büyüme oranı olarak tanımlanan potansiyel büyüme oranına ulaşmayı bırakın, büyüyemiyor, küçülüyor. Harrod-Domar'ın tanımlaması ile gerekli büyüme oranına ulaşamamak diğer makro ekonomik göstergeleri de olumsuz yönde etkiliyor.
Uzun süre yüksek büyüme oranı ile dünya ekonomisinde başı çeken Çin ekonomisi bile, artık bu performansını sürdürmede sıkıntı çekiyor. Büyüme oranı yüzde 7.6'ya gerilemiş durumda. ABD krize müdahale de elini çabuk tutmanın semeresini göreli olarak topluyor, büyüme oranı yüzde 2.3'lerde seyrediyor. Euro alanı ise yüzde 0.5'lik büyüme oranı ile yerlerde sürünüyor. Asya ülkelerinin bir kısmı şu anda daha iyi. Özellikle Hindistan yüzde 5.5'lik büyüme oranı ile en rahat ülkeler arasında.

Büyüme oranı analizinde bakılması gereken ilk olgu büyümenin kaynağının belirlenmesidir. Bir ekonomide büyümenin iki kaynağı var: İç talep  (yurtiçi harcamalar), dış talep  yani ihracat  daha da doğru ifade ile  ihracat ile ithalat arasındaki fark olarak tanımlanan net ihracat. Burada paradoksal durum iç ve dış  talebin artması için öncelikle GSYH'nin, yani büyümenin artmasının zorunlu olması. İç talebin üç ana bileşeni var: tüketim, yatırım ve kamu harcamaları. Tüketim faiz oranı, borçlanma imkanları, servet gibi değişkenlerle ilişkili ancak tüketimi belirleyen ilk değişken gelir. Yani hanehalkının geliri tüketiminin artmasını sağlayamıyorsa ya da hanehalkı aynı tüketim harcama düzeyini tutturamıyorsa, büyüme oranı için eksi bir gelişme var demek. Diğer yandan yatırımcılar (borsa yatırımcısı değil) eğer kar oranları düşüyorsa ya da ürettikleri, sattıkları ürüne yeterli  talep yoksa yeni yatırım yapmıyor. Bu da büyüme için ikinci olumsuz gelişme. Ortam büyüme için bu kadar nazik iken, kamuda bütçe açığı kaygısı ile tüketim ve yatırım harcamalarını azaltırsa, ekonomi bir anlamda çakılı hale geliyor. Yurtiçi talep deki bu olumsuz gelişmelere bir de yurtdışı  talep eksikliği yani ihracat talebi eksikliği eklendiğinde, ortaya efektif yetersizliği kaynaklı bir kriz çıkmış oluyor.

2008'de  küresel ekonomide olan bu. Talebi artırmak için ABD herkesten önce davranıp, kamu harcamalarını artıran paketleri arka arkaya sıraladı. Bu harcamaları karşılamak, bankaları yeniden borç verir hale getirmek için Fed para basmaya başladı. Avrupa Merkez Bankası'da bu politikaya 2012'nin ikinci yarısından itibaren daha güçlü bir şekilde destek vermeye başladı. Ortada üretim için bir çaba var. Ama henüz hasat yok, yani büyüme yok.
Türkiye'de yılın ikinci çeyreğinde talep yetersizliği ile karşı karşıya. Ekonominin yüksek oranlı büyüme oranını yakaladığı dönemde iteleyici işlev gören tüketim ve yatırım harcamaları sorunlu. Örneğin yılın ikinci çeyreğinde, 2009'dan bu yana ilk defa yurtiçi tüketim harcamaları azaldı. Düşüş oranı yüzde 0.5 gibi küçük bir değer ise de, mide bulandırıyor. Mide bulantısını artıran bir başka bulgu ise, 2012 yılı için çok güvenilen ihracatın da yeterli düzeyde olmaması. Ocak-Temmuz döneminde ihracat geçen yıla göre sadece yüzde 12.6 arttı. İç ve talepteki gelişmeler böyle olunca doğal olarak yılın ikinci çeyreğinde büyüme oranı daha da düştü ve yüzde 2.9'a geriledi. 2010, 2011 yılında yüksek büyüme oranı yakalandığında, Türkiye yırttı diye bakanlar yanıldı. Bu söylemde olanlar, tek bir yıl büyümenin değil, sürdürülebilir büyümenin önemli olduğu gerçeğini  göz ardı ettiler.

Dünyada büyümeye ilişkin tablo bu olunca uluslararası kuruluşlar, ülkelerin hükümetleri ne yapsak ta bunu tersine çeviririz derdine düştüler. Bugüne kadar en somut adım para arzını artırarak faiz oranlarını düşürmek oldu. Bu politikaya destek olmak için yoğun bir şekilde olmasa da kamu harcamaları artırılarak (özellikle ABD) iç talebe destek olunmaya çalışıldı. Ancak tüm bu önlemler istenilen sonucu doğurmadı. Çünkü asıl olan hanehalkı tüketimi. Hanehalkının parasal genişlemeye rağmen tüketimini artıramamasının nedeni,  borç yükünün yüksek olması. Yani gelirle artmadan yeniden borçlanma imkanları yok. Bundan dolayı gelişmiş ülkelerin işi zor. Nitekim OECD ülkelerinde bileşik öncü gösterge endeksinin yönü aşağıya doğru, yani iktisadi daralmaya meyil etmiş durumda. Özellikle gelişmiş OECD ülkelerinde iç talep sorunlu olunca, çözüm onlardan alım yapan gelişmekte olan ülkelerin performansına bağlı hale geliyor. Yani dış talep artışına.

Türkiye'de bu yapı biraz farklı.  Hanehalkı borçlanma oranı görece düşük, yüzde 50 dolayında. Fakat biz de adil gelir dağılımı yok, bundan dolayı da toplam talep istikrarlı değil. Türkiye gelir dağılımını düzeltmek yerine, yoksullara yardım ederek yoksulluğu artırıyor ve kısır döngüyü içinden çıkılamaz hale getiriyor.

Bu döngünün kırılmasında istihdamı artırmak kilit rol üstlenebilir. Peki büyüme olmadan istihdam nasıl artacak? İstihdamı artırmak için yapılacak vergi ve SGK primlerindeki düzenlemeler bunun için ilk adım olabilir. Diğer yandan kamu altyapı yatırımlarını artırarak yurtiçi talebi artırır. Türkiye uzun zamandır, altyapı yatırmaların çekilmiş durumda. Özellikle enerji sektöründe ithal ikameci bir model kamu harcamaları için öncü sektör olabilir. Ancak bunun da koşulu var, harcamalarda şeffaflığın sağlanması ve öncelikli sektörlerin belirlenmesi. Bunlar olmadan kamu harcamalarını artırmak gelecek dönem için daha kötü sonuçlar doğurur.

 

ofcolak1.jpg

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019