Dönüşüm programı ve anlamı

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Kaç zamandır bu köşede farklı pencerelerden de olsa dönüp dolaşıp aynı sorunları, daha doğrusu aynı temel sorunu işlemek durumunda kalışımı sorgulamaya başlamıştım.

Gerçi onar yıllık kamu ve özel şirket yöneticiliğinden, yirmi yıllık da danışmanlık deneyiminden sonra bir değerlendirme hatası yapmadığımdan emindim, yine de farklı mecralarda olup bitenleri, yazılıp çizilenleri gördükçe zaman zaman kaçırdığım bir şeyler olup olmadığından kuşkulandığım oluyordu. Neyse ki Ekim başında açıklanan yeni Orta Vadeli Program'dan sonra geçen hafta da Başbakan'ın daha uzun bir vadeye yayılan kapsamlı reform programının reel sektörü ilgilendiren eylem planlarını ve politikaları içeren ilk ayağını açıklaması, bunu makroekonomi, finans ve insan kaynağına ilişkin düzenlemelerden oluşan diğer iki ayağın izleyeceğini söylemesi kusurun bende olmadığını bir kez daha hatırlattı, kuşkularımı giderdi. Yaklaşık on yıldır öncelikli gündem olduğunu savunduğumuz konular, ne yazık ki ciddi bir değişikliğe uğramadan aynen varlığını koruyor.

Reform değil dönüşüm

Doğrusu yapılan açıklamalarda beni en çok memnun eden, hükümetin düzenlemelere “öncelikli dönüşüm programı” adını vermesi oldu. Biliyorsunuz, ben öteden beri Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu hamlenin “büyüme” ya da “reform” programı olarak adlandırılmasının yanlış ve yetersiz olduğunu, çok katmanlı ve kronik sorunlarımızın sadece bazı mevzuat düzenlemeleri ya da teşviklerle çözülemeyeceğini, kurumları, değerler seti ve insan kaynağıyla içinde yaşadığımız bütün ekosistemin dönüştürülmesi gerektiğini vurgulamaktayım. Kamu ve özel kesimiyle, medyasıyla, akademyasıyla herkesin sadece konjonktür politikalarına ve siyasal güç dengelerine odaklanmasının kaygı verici olduğunu, bunun asıl öncelik olması gereken ekonominin yapısal direncini arttırmak ve içsel dinamikleri güçlendirmek çabasını geciktireceğini, üretim ve iş yapış tarzımız, tüketim için borçlanma eğilimimiz, düşük eğitim kalitemiz değişmedikçe hızla nitelik değiştirmekte olan yeni dünya standartlarına ve küresel rekabete uyum sağlamamızın mümkün olmayacağını düşünüyorum.

Bu durum bana göre on yıldır çıplak bir gerçeklik olarak kendini dayatıyor ama toplumun geniş bir bölümünde hatta kanaat önderleri içinde bile aksine inananlar çoğunlukta. Türkiye, mevcut ekosistemi ve üretim modeliyle gelişmiş Batı ülkelerini yakalamak şöyle dursun, cari açık çıkmazı ve düşen büyüme trendiyle içinde yer aldığımız yükselen ülkeler grubundan da negatif ayrışırken, ekonomiyi sadece kısa vadeli bir konjonktür ve finans matematiği olarak algılayan pek çok uzman ve yorumcu, bütün ülkeler aynı yapısal özelliklere ve içsel dinamiklere sahipmiş gibi büyümenin küresel finansman koşullarına bağlı olarak dalgalanacağını, bizim de ona ayak uyduracağımızı düşünüyorlar. Oysa koşullardaki değişme her ülkeyi farklı ölçülerde etkileyecek. Hele bizim gibi düşük katma değerli üretim yapanlar, bir yandan keskinleşen konjonktür dengesizliklerini aşmak için refahlarından daha fazla fedakarlık yapmak durumunda kalırken aynı zamanda uzun zamandır savsakladıkları yapısal dönüşümü daha kısa bir süreye sığdırmak gibi neredeyse imkansız bir işe soyunmak ya da küme düşmek arasında ikilemde kalacaklar. Hükümetin en azından o günler gelmeden dönüşüm hamlesini artık daha fazla geciktirmemesi gerektiğini anlaması, bunu da eylem ve politika alanları şeklinde ayrıntılandırması bu açıdan olumlu bir adım.

Paketten çok uygulama önemli

Ancak iş, bir bölümü açıklanan paketin içeriğine gelince, geçmişteki strateji ve program açıklamalarından farklı olduğunu ve süratle uygulamaya geçirileceğini söylemek bu aşamada oldukça zor. Birincisi açıklanan eylem ve politikalar yeni değil; evvelce kısmen 10. Kalkınma Planı’nda, kısmen de OVP'lerde benzer hedef ve politikalar öngörülmüştü. Hatta bu defa bu alıntıların aceleyle birbirine karıştırıldığı, OVP yerine Plan'daki kur varsayımı esas alındığından 2018 yılı milli gelir rakamı için hatalı bir hedef telaffuz edildiği de anlaşıldı. Üstelik açıklanan 9 başlık arasında eylem tanımları ve hedefler açısından asimetri olduğu, performans ölçümleri için de vadenin 2018 olarak verildiği, yani sıfır tabanlı bir revizyon düşünülmediği görülüyor. Bazı başlıklarda yatırım ortamı açısından isabeti ya da uygulama yeteneği tartışmalı politikalar (kamu alımlarında yerli üretim tercihi ve Kobi payının artırılması gibi) göze çarpıyor. Daha önemlisi üretim ve ihracatta yüksek teknoloji ürünlerinin payının arttırılmasını sağlamak için (aslında diğer çoğu hedef için de) düşündüğümüz önlemin teşvikler olduğu anlaşılıyor. Hükümetin başka bir açıklamasında bu amaçla 7 yıl içinde mevcut teşviklere ilave olarak 3.3 milyar ek teşvik verileceği de açıklanmıştı. Belli ki teşviğin her sorunu çözeceği yolundaki takıntımız devam ediyor. Sorunun üniversite- sanayi işbirliğini, bilim ve araştırma kapasitesini, eğitim kalitesini, belki de nitelikli uzman ithalini gerektirdiğini hiç aklımıza getirmiyoruz.

Aslını isterseniz ben bu tür bir yapısal dönüşüm paketinde makroekonomik hedeflerin matematik tutarlılığından çok, öngörülen eylem ve politikaların ne kadar gerçekçi, uygulanabilir ve kapsamlı olduğunu önemseme yanlısıyım. Ayrıca hep söylediğim gibi programların kağıt üstünde kalmaması, uygulamadaki sapmaların da kayıtsızlıkla karşılanmayıp kontrol edilerek düzeltilmesi için toplumsal malzemenin kendisinin, yani şirketlerin, insan kaynağının, yargı ve eğitim sisteminin, kamu yönetiminin dönüşümünün de planlanması gerektiği kanısındayım. Aksi takdirde korkarım ki başka ülkelerin on yıllardır sessizce gerçekleştirip başarı hikayelerine dayanak kıldığı dönüşümü yeni keşfetmişçesine bir belagat örneği olarak konuşmakla kalır, iş değil laf üretmeyi tercih etmiş oluruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019